KARİKATÜR BİR ÖZGÜRLÜK HAVARİSİDİR
Karikatürün Batı’ da ki doğuş ve gelişme sürecinde, o sanata asıl damgasını vuran ”Aydınlanma” oldu. Bu gülen düşünce, 18. yüzyıldan başlayarak, aklın ve bilimin yanında ve “daha insanca bir dünya” adına, geriliğe ve gericiliğe karşı silahlarını kuşandı. Savunduklarının başında “insan hakları” da geliyordu: Fikir özgürlüğü, emeğin ve emekçinin hakları, kadın hakları...
Ülkemize 19.yüzyılın sonlarında giren bu militan sanatın gündemini de, toplumdaki kavga belirledi.
Neydi, o yıllarda gündemin ilk maddesi?
Mutlakiyete karşı mücadele!
Karikatür, o mücadelede, en can alıcı hedefi kendisine amaç edinmiştir: Bir “Anayasa”ya kavuşmak! Çünkü Anayasa, keyfiliğine son vermenin aracıdır; ceberrutluğa, insan haklarını çiğneyen güçlere karşı, tek kale olarak onu görür. Bu mücadelede, karikatürcünün başı da beladan belaya girer.
Özellikle İkinci Meşrutiyet’te, fikir özgürlüğü daha somutlaşır ve yaşamsal olup çıkar. İmparatorluk batarken, Milli Mücadele döneminde, karikatürcünün gündemine “bağımsızlık” da gelip girecektir; çünkü bağımsızlık olmadan fikir özgürlüğü de olmazdı. Cumhuriyet kurulup da yeni bir toplumun inşasına girişildiğinde, “devrimler” vardır: Demokratikleşme başlamıştır, kılık kıyafet, alfabe, kadın hakları, “medeni ve siyasal haklar” başı çeker. Karikatürcü, işte o devrimleri, düşmanlarına, gericiliğe karşı savunacaktır.
Cemal Nadir’in bir yaptığı da nedir?
1950, bir dönüm noktasıdır: Toplum, bir “demokrasi” mücadelesi içindedir ve bir rejim değişikliğini gerçekleştirir. Başta “fikir özgürlüğü” olmak üzere, özgürlükler ve temel insan hakları daha güncelleşir. Bir tarih gelişir, patronlara karşı “emeğin ve emekçinin hakları” da gündeme girer. Onları savunmak, 27 Mayıs ve Anayasa’ sının açtığı ortamda daha da zengin bir çerçeve içinde olacaktır.
1950’lerle karikatürün tekniği de değişir: “1950 Kuşağı” dediğimiz Turhan Selçuk ve arkadaşlarının, sonra da arkalarından gelen kuşakların karikatür sanatına kazandırdıkları yeni imkanlar ve boyutlar, o sanatı daha etkileyici kılar. Bugünün karikatür izleyicisi, böylesi bir bağlamda, “gülen düşünce”nin ürünlerini izliyor; ve gülerken, daha da düşünüyor.
Özellikle de şu gelip durduğumuz tarih kesitinde, bambaşka bir tablo ile karşı karşıyayız. Bir süre var ki, “küreselleşme”, bütün tartışmalara egemen bir kavram. Her şey bir küreselleşme; ulus-devletlerin çapını aşan bir evrenselleşme çığırına tabi olmak zorundadır deniyor; tersi, tutuculuk anlamına gelir.
Güzel de, küreselleşme, kapitalizmin dümen suyunda ve onun değirmenine su taşıyor. Liberalizm her şeyi metalaştırıyor ve paraya dönüştürüyor; o kadar ki, bizzat liberalizmin kendisi, özgürlüklere karşı. Özellikle çift kutuplu dünyadan “tek kutuplu bir dünya”ya geçmekle, insanlık, gitgide palazlanan bir imparatorluğun, “Amerikan İmparatorluğu”nun sultası altına giriyor gitgide.
Böyle bir bağlamda, özgürlüğün karşısına dikilen tehlikeleri belirtmek; daha da çirkin bir çehreyle ulusların ve halkların karşısına dikilen savaş canavarına karşı, “barış”a kol-kanat germek gerekiyor. Sinema, resim, tiyatro, gündemini buna göre ayarlarken, karikatür de yanı başlarındadır. Zaten hep savaşa karşı barışın yanında oldu karikatür.
Açınız gazeteleri, bir ikisi dışında, ayak sürçen, kem küm eden kalemlerin yanı sıra, düpedüz gazetede savaştan yana yazıp çizenleri göreceksiniz; ama hiçbir gazetede, savaş çığırtkanı bir karikatüre rastlayamazsınız.
Rastlayamazsınız, çünkü karikatürün felsefesi, “çürüyüp dökülen”e karşı “daha insanca bir dünya” kurmaktır. Bu bakımdan karikatürün Aydınlanma Çağı ile göbek bağı sürüyor ve öyle bir dünya kuruluncaya kadar da sürecek.
O tür bir dünyaya inanmak, insan haklarının, daha da genel bir söyleyişle “özgürlüğün havarisi” olmak demektir. Sanatın her hali, bu anlamda bir havaridir; ama başı karikatür çekti, çekiyor...
Alıntı
Çocuk Yüreği
gökyüzüne uzandım,
parlayan yıldızları tek tek elimle koydum ışıksız yüreklere
yakar yeniden sandım, kaybolan sevgileri
birdenbire yıldızlar sönüp küle döndüler
yıldızdadır suç diye dönüp baktım geriye
yeniden gök yüzüne uzandım, ayı tutum
indirdim yavaş yavaş
taşlaşmış yüreklerin ortasına kondurdum
barış meşalesini yakar diye
umutla ayı bekledim durdum
taştan beter sertleşti yürekte o parlak ay
suçladım taştan ayı ve sönmüş yıldızları
şafakta dağların ardından güneş doğdu
yeniden umutlandım, yüce dağa tırmandım
son olarak güneşi kondurdum yüreklere
sönmez sandığım güneş birdenbire titredi
buzdan bir kalıp oldu, tüm evreni dondurdu
özür diledim aydan, güneşle yıldızlardan
yeniden çıktım yola barış sevgi adına
güneşten daha sıcak evreni ısıtacak
sönen ayla yıldızı parlatıp gökyüzüne takacak
bir yürek aramaya
savaşta yetim kalmış çocukla uılaştım
ödünç verdi bana o saf temiz y ü r e ğ i
güneşle yıldızlara
birdenbire parlayıp çocuğa sarıldılar
barış meşalesini elbirliğiyle yaktılar
Asi Karikatürist
Necva Kıyak
Kayıt Tarihi : 9.10.2011 08:01:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Necva Kıyak](https://www.antoloji.com/i/siir/2011/10/09/karikatur-bir-ozgurluk-havarisidir.jpg)
sevgili dost,
Yüreğine salık,
Şiirlerinizi okuma fırsatını buldum oldukça etkileyici.
Kutluyorum.
Sevgi ve saygılarmla....
PAYLAŞAN YÜREĞİNİZE SAĞLIK. YÜREKTEN KUTLUYORUM. +10 TAM PUAN SAYGILAR
kırk yıl oldu kaynatırım kaynatırım kaynamaz'ın çizgiye aktarılmışı değil mi?
Güzel bir makaleydi..
'Bir şeyler öğrettin bana.. Hoşça kal kardeşim....'
TÜM YORUMLAR (9)