Kardeş Bayramlar Ve Newroz...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Kardeş Bayramlar Ve Newroz...

Sümbül kokulu uysal bir esintinin yüzünde, ak saçlarında, eprimiş ceketinde dolaşan ışık oyunlarına eşlik edişini seyrederken sayıklıyordum. Bulutları yırtan güneşin ılık dokunuşuyla gevşeyince, hayatın sadece kendileri için kıymetli olduğunu sananların zulmünü şu suskun enginarcı gibi unutabilsem, dedim. Harita yüzlü adam hem oradaydı, hem değildi. Dünyanın kamburuna sırtını dayamış, günahlarını kıvrak bir bilek hareketiyle temizliyordu sanki. Havada yanık şeker kokusu vardı. Yanından geçenlere aldırmadan cüce palmiyelere benzeyen enginarların kalın kabuklarını soyup yere atıyordu. Masum, beyaz kalplerini de önündeki su dolu kovaya. Bıçak darbeleriyle kırmızıya kesmiş parmaklarına bakakaldım bir süre. Hayata mesafeli bakışları, önce gökkuşağı gibi ışıldayan çiçeklerin başlarını okşadı, usulca havaya karıştı, boşlukta kaybolur gibi oldu, yükselip gök kubbenin genişliğine sığındı ve sonra toprağa düşüp aniden benimkilerle buluştu. “Vereyim mi” dedi. “Yok, sağol sadece bakıyordum, ben bazı insanların kabuklarını da böyle soyup içlerini görmek istiyorum işte” dedim. “Onların içinden her zaman böyle iyi bir şey çıkmaz ama, dikkat et” diye cevap verdi. Gülümsedik birbirimize. Malatyalıymış, ama nerede doğduğunun önemi yokmuş. Neticede yıllardır aynı sokağın köşesinde enginar soyuyormuş. “Biliyorsun, bunu İzmir’de kabuklu da pişirirler, sen bu kabuk işine fazla takılma istersen” diye dalgasını geçti benimle.

Sonra her zaman çiçek aldığım kadınla sohbet ettim biraz. Serada yetiştirilen çiçeklerin artık eskisi gibi kokmadığından bahsettik. “Ne diyorsun bu açılım işine” diye sordum, “Kız ne diyeyim, bu sizin başbakan insanı bir havaya sokuyor önce, sonra kızınca kıçına tekmeyi basıveriyor, görmüyor musun, boş ver bak bahar geldi” dedi. Çiçekçi kadının bir an bile tereddüt etmeden verdiği cevabın samimiyetine hayranlık duyarak “İstemediğim her şeyi mecburen görüyorum, keşke gördüklerimi senin gibi hafızama kaydetmemeyi becerebilsem” dedim içimden.


Neden burada yaşıyoruz?

Nergislerle eve dönerken ülkeye bak, diye söyleniyordum. İnsanı mütemadiyen aptal yerine koyan komutanlar, onların aslında suç işlemediklerine halkı ikna etmeyen çalışan ‘cevval’ gazeteciler, kendilerine gazeteci diyen ajanlar, ülkesine sığınan çaresiz insanları tepesi attığında kapı önüne koymakla tehdit eden bir başbakan, canı sıkılınca insanların yatak odasına göz diken ‘hasta’ siyasetçiler, köşelerinde Kürtleri, Alevileri, Romanları mizah yapıyorum diye aşağılayan cahiller, o ırkçı, seviyesiz yazıları yazsın diye onlara para veren kurnaz yöneticiler, ‘tetikçileri’ programına çağırıp sonra utanmadan bu ülkenin değişimine sahte entelektüellerin yön verdiğini söyleyen ‘edebiyatçılar’, tepkilerini gösteren çocukları okuldan atan eğitimciler, darbeler yargılanmasın, sivil anayasa yapılmasın, partiler kapatılsın diye tepinen hukukçular, ezberlerini bozamadıkları için hakikatin peşine düşmek yerine söylenene inanmayı tercih eden ‘elitler’... Sonu yok ki, ne aramasan var burada çok şükür. Neden vaktiyle kaçabilecekken böyle sancılı bir ülkede yaşamakta ısrar ettiğimi sordum yol boyunca kendime. Bu basit sorunun pek çok mantıklı ve karmaşık cevabı var aslında ama en hakikisi şu sanırım; Hayatın kutsal olduğunu unutan ve unutturan zorbaları içimizden çıkarıp attığımızda geride hiç de küçümsenemeyecek bir hakikat var; hor kullananlara inat dünyanın ortasında mücevher gibi parlayan eşsiz bir coğrafya, kadim bir kültürün çarpıtılmış tarih bilinciyle silikleşen izleri ama buna rağmen özünü buruk mizahıyla, hüznüyle, zengin yemek kültürüyle, hikâyeleriyle, edebiyatın lirik ve güçlü sesiyle, efsaneleriyle koruyabilen çok sağlam bir insan dokusu.


Yüreklerdeki pencereler...

İşte o sağlam doku yüzünden insan aidiyet duygusunun şefkatli hükmüne boyun eğiyor buralarda. Birkaç gün evvel bizim gazetede Nevruz resimlerindeki kıpırtıyı görünce heyecanlandım. O resmin içinde olmak, tabiatın uyanışını oradaki binlerce insanla birlikte kutlamak istedim. Bayramları kimin neden kutladığından ziyade, ortak bir sevince sahip çıkan kalabalıkların kontrolsüz coşkusuna tanık olmak beni heyecanlandırıyor. Kulağa biraz romantik geliyor olabilir ama geçmişin reddedilmesi mümkün olmayan mirasına, geleceğin huzuruna ancak böyle günleri birlikte kutlayarak sahip çıkılabileceğimize inanıyorum.

Akdoğan Özkan’ın daha bir ay evvel yayımlanan Kardeş Bayramlar ve Özel Günler isimli kitabını tam da bu hissiyatla karıştırdım. Aktaş, başında kitabı hazırlama sebebini anlatıyor: “Bu kitap, Türkiye’de farklı inanç aidiyetleri üzerinden kendisini tanımlayan insanların yüreklerindeki pencereleri açarken ne tür bahanelere ihtiyaç duyduklarını aktarmak üzere kaleme alındı. Sünni veya Alevi Türklerin, Kürtlerin, Zazaların, Ortodoks veya Katolik Ermenilerin, Yahudilerin, Ortodoks Rumların, Süryanilerin, Keldanilerin, Yezidilerin ve kendisini bu topraklarda farklı etnik kimlikler ve inançlar üzerinden tanımlayan diğer tüm toplulukların içeri temiz hava alırken dün ve bugün neler yaptıklarını ya da yapmadıklarını görebilmek için.”

Renkli fotoğraflarla anlatılan bayramların ritüellerini, tarihsel ve mitolojik karşılıklarını ve insanlara ne ifade ettiğini okurken bir dili, etnik kimliği, inancı yeryüzünden kazımayı istemekten daha haince bir düşünce olmadığını aklımdan geçirdim hakikaten. Yazarı aynı açıklamaların altında şunları da söylüyor: “Bu ülkenin yüzde 98 küsurluk kesimi kendisine ait olmadığını düşündüğü bayramlara okyanusun öbür yakasında kutlanıyormuşçasına yabancı. Üstelik bu yabancılık giderek artıyor. Zira çoğunluk kardeşinin bayramını kutlamaktansa ona kendi bayramını kutlatmayı tercih ediyor. Oysa nedir bayram dediğimiz? Yaşadıklarımızdan geleceğe atılmış bir çentik, yarın yaşayacaklara bugünden düşülmüş bir iz, bir nefes değil mi? ”


Bu sene iki niyetim var...

Bugün Nevruz ya da Newroz. Nasıl yazıldığının ne önemi var, halklar bu bayramı binlerce yıldır farklı anlamlar yükleyerek bir biçimde kutluyor. Baharın ya da yeni yılın ilk günü manasına gelen bayram ‘gündönümüne’ denk geliyor. Geceyle gündüz eşitleniyor. Sonra gündüzlerin uzayan gölgesi akşamın koynuna doğru usulca sokulmaya başlıyor. Tabiatın canlandığı bugünlerde topluca kır yemeklerine gidiliyor. Karanlığın bitip aydınlığın başladığını gösteren kutlama ateşleri yakılıyor, danslar ediliyor.

Kâinatın her yıl sürekli yenilendiğine, yeniden doğuşun gerçekleştiğine inanıldığından, Nevruz ile açılan yeni dönem, ölülerin yeniden yaşama dönmesini ve insanların yeniden dirilmeyi ümit etmelerini de sağlıyormuş. Eski İran’da Nevruz, dünyanın ve insanın yaratıldığı gün olarak biliniyor. Türkler bugünü Ergenekon efsanesine dayandırarak Türk boylarının Ergenekon Vadisi’nden kurtulduğu gün olarak şenliklerle anıyormuş. Kürt geleneğine göre, Demirci Kawa’nın eski Mezopotamya tiranı zalim Dahak’ı öldürerek halkını onun zulmünden kurtardığı gün. Alevi kültüründe, Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutlanıyor. Onun doğumuna ait dualar ediliyor, nefesler okunuyor ve cem tutuluyor.

Iğdır Azerilerinde Nevruz’dan bir önceki salı kutlanan bir Ahırtek kavramı var. O gün, kadınlar içlerinden bir niyet tutup, o niyetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini anlamak için bir kişi seçiyor sonra da o kişinin ağzından çıkan ilk sözü birilerine yorumlatıyormuş. Ben bu sene o günü kaçırdım ama iki kez hile yapmayı göze alarak Azeriler gibi geç de olsa niyet tuttum. Hem de iki tane. Bir tanesini sizle paylaşabilirim. Zor gibi görünüyor ama aslında çok basit. Bu topraklarda yaşayan herkes için çok geç kalmış olan barışın ve huzurun artık gelmesini bütün kalbimle istiyorum. Baharla birlikte vicdanlarımız iyilikle yıkansın, ruhlarımız geçmişin zehirli ağırlığından kurtulsun diye dua edeceğim. Öbür niyetim için bir kişi seçtim bile. Onun ağzından çıkacak ilk söz benim bahtım olacakmış. O bahtı ben de merak ediyorum doğrusu ama korkarım yorumu benim kişisel tarihimde saklı kalacak.

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 5.3.2016 11:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan