Karanlıklar, gözün alabildiğine uzadığı düşüncelerin belki de farkındasızlıkla olabildiğince deldiği uzaklardaki bir ışık arayışı ile tüm geçmişi, an be an, göz önlerine getirerek tüm benliğimizin içinde kaybolduğu belirsizliklerle, arayışlara dolgun gözlerle, akıp gittiğimiz belki de sonsuzluğa yakın uzaklıklar…
Affedilemez hataların art arda dizildiği geçmişin uzak köprüsü karanlıklar…
Geçmişte kalan beyin altı olarak ruh doyumsuzluğumuzdaki arayışların sanki yıldız kaymasına yapışan sessizliklerle pişmanlıklarımızla, hatalarımızla, sevinçlerimizle, kol kola horon tepmek istediğimiz imkânsızlıklarımızın sıralandığı erişilmez uzaklıklar, karanlıklar…
Ömür dediğimiz yaşanmışlıklarımızın göz önüne dizilen karelerinde mutluluk arayışlarımızın kaybolduğu derinliklerdi belki de karanlıklarda kayboluşlarımız…
Belki de düşme ve düşkünleşmelerimizin çarelerini, sebeplerini, arayışlarımızdı karanlıklar…
Yalnızlığımızı paylaştığımız köpek seslerine tutunarak korkularımızın açığa çıktığı anlardı belki de karanlıklara dalıp dalıp bakıştığımız anlar…
Her yaşam kesitindeki korkularımızın, endişelerimizin, uzaklardan bedenimize doluştuğu anların bertaraf edilmesi için kör düğüşü bir uğraş verdiğimiz yoksunluk anlarıydı, belki de karanlıklara dalgın dalgın baktığımız anlar ki hepsinin sonunda sevgili sesiydi belki de aranarak beyin diplerimizden karanlıklarda çıkardığımız bir özlem koyuluğuydu belki de dalgın dalgın karanlıklara bakarak, kaybolduğumuz anlar…
Belki de sevda mahkümluğunun bukağılanarak hürriyetimizin kesildiği…
İşte böyle bir gece, işte öyle bir karanlığa sahip, sessiz ve ışıksız bir beldenin ücra köşesi, ıssızlık, sakinlik, sessizlik ve uzaklardaki fıstık çamlarının arasına uzanan serinlikle, ışıksız, karanlık bir gece…
Yine de düşüncemde sen, yine de yalnızlığımı kalabalıklaştıran sen yokluğundaki düşüncelerin, yine önümde açılmış birkaç kitap sayfası ve yine seni unutamamazlığımdaki acılar birikimi, yine de senin gözlerinin parladığı bir iki sönük ışık ve ben yalnızlık ruhumla yine şöyle böyle derken seninle bozuyorum ıssızlığımı…
Ve yine az açılmış sesi ile kasetçalar ve yine o müzikle dudaklarımdaki mırıltıyla, seni düşünmeye çalışan, ardından kelimeleri cümlelere dönüştürerek içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışan karanlıklardaki bir ben…
Ve yine de sen varlığının bedenime sinmiş gölgesi ile bitmeyesiye, bitirilemeyesiye sen düşünceleri ile boğuşurken, kendime sorduğum yüzlerce sorularla cevapsız kalan ruhumla baş etmeye çalışırken, sen varlığının pişmanlığı yüzlerce defa ulaşıyordu içsel sesime…
Birçok sorunun karşılıksız cevaplarını ararken, tek düşlediğim şeyin bu sevdada tam tamına pişmanlık ifadelerini bulamayışım ve yok olamayan özlem duygularının ince acıtan sızıları, bile bir set olsa da önümde hâlâ seni sevdiğim o günlere hayıflanamıyorum…
Bedelsiz sevgiydi sadece işlediğim hata sevmek ve sevildiğime karşılık vermemdi…
Seni kendime sığındığım liman, konakladığım barınak yapmıştım ve o barınakta nefessiz kalmaya razıydım…
Çöküşlerdi hüzünlerin ardına sığınan, belki bir yoksunluk, belki de hasretin kokusuydu sarmalandığımız…
Kararsız zamanlar ve dengesiz düşünceler, birbiri ardına yapışan, ne yapacağını bilememekler…
Hep kendimi suçlamalar, hep kendimle sanki oymuşum gibi hesaplaşmalar…
Tam bir zaman kovalamacası, tam bir düşünce çıkmazları, hepsinin ardına yapışan suçluyu aramalar…
Ardından yapışan çaresizlikler ve de pişmanlıklar…
Bitmeyesiye bedelsiz uğraşlar bunlar, kendini kendine yamayarak, suçlu peşinden koşmalar gibi, tüm dimağını zorlayarak dar zamanlara yapışmak…
Bitmeyesiye bir yolculuk bu, sadece zaman korkaklığı yaşayarak kendine yetememek, yetkinlik dışı bir uğraşta görmek kendini ve çaresizliğin kovalamacasına tutunmak…
Biraz kendinden kaçmak, biraz da kendini kovalamak gibi bir şey bu düşüncede savaşmak…
Her şeyin bedelini sevdiğini tanıdığın saatlere ve günlere yamamakla kaçışların içinde farkındasızlıkla savrulmak…
Ben böyle ne olmuştum, kim olmuştum ki her şarkının tınısı ile boğuşur olmuştum, her şarkının cümlelerinin ferdi olmuştum…
Benden başka sevgiye kurban olan yok muydu, sadece acı yaşayan ben miydim, avazım çıktığı kadar
bağırarak, bağrınarak bu soruları sormak istiyordum…
Yeni yetme bir aşık gibi sevgili rüyaları görmem, bu rüyalarla cebelleşmem yiyip bitirmişti benliğimi…
Sanki Sarı Kız’ın sörf yaptığı gibi pervasız olmam bana değmez miydi, seviyorum demişsem, ölümü neden kollar olmuşum…
Nerede benim büyük hedeflerim ve elde ettiklerimle yaşamak istediklerimi neden yaşayamıyordum,
neden sevdanın tüm darbeleri omuzlarımı eğiyordu, neden içimdeki nefesleri tutarak patlatmak istiyordum ciğerlerimi, neden bir anda tüm nefeslerimi ittiremiyordum. Hep yarım nefesler almama sebep neydi ki bu kadar hınçlı bir yaşamım vardı, tüm güzellikleri görmeze gelerek…
Neden dökülüyordu iç sesimden bu hınçlı kelimeler? Hani ben içli şarkıları severdim, hani ben sevdiğim şarkının tınısında kaybederdim kendimi, hani ben rüzgâra karşı yelkeni şişmiş bir yatla gezmeyi, sörf yapmayı, balık tutmayı, yüzerek denizin diplerinde dolaşmayı, maviliklere bulanmış farklı renkleri ile denizde yüzmeyi severdim… Neden bunlara zamanı bahane ederek sırt çeviriyorum da saatlerce kitaplarla, beni anlatan ve onun yazdığı cümlelerle boğuşturup, donduruyorum beynimi?
Galiba ben kendi hayatımı O sevgim dediğimi bahane ederek onunla zorluyorum… Her gün bir cümlesini beynimde bulandırıp ve de dolandırıp, kendime azap çektiriyorum…
Bence bunlar kendi hayatımı, kendi farkındasızlık düşüncelerimle zorlaştırmaktan başka bir şey değildi, kendi düşüncelerimde yetiksiz kalıp, kendime azap çektirmekten başka bir şey değildi…
Biliyordum belki ama hâlâ kabullenemiyordum kendimi hayatımdan dışlamayı…
Aslında bir yazgı gibi görünse de bunlar, sadece kendime hükmedemeyişlerimle harekete geçiyordu…
Her şeyin iradeye bağlı olduğunu bildiğim halde nedenlere ve niçinlere karşı sorulara cevap aramaktı belki de bu dar zamanları yaşamam…
Cezmi Ersöz bana “Ruh yoldaşlığımız hiç bitmesin” derken de belki kendi yaşamına yapıştırdığı beni yalnızlaştırmamak istemesiydi, belki de…
Yaşamımızın tümünde aradığımız ruh yoldaşlığı değil miydi? Oysa bazılarına karşı koyup, bazılarını kabullenemeyip öfkeye uzanan zamanları içimizde yaşamıyor muyduk?
Sen sevgili hayatını bana adadığını söylerken, ruh yolculuğumuzda birlikteliğin uzun olmasını isteyen sen değil miydin?
Bilmez miydin kaypak düşüncelerin bir hayatı berbat ettiğini, hele beni perişan ettiğini bilmez miydin?
Belki de tüm yaşadığımız dar zamanlar, kaypak düşüncelerinden olgunlaşmamıştı…
Yaşamı iç huzura bağlarken, arzu ettiğimiz gülme zamanları değil miydi de bu günkü sızlanmalara sebep olanları mı biz yaşamak istedik…
Her şey bir olura uzanıyordu, istesek de istemesek de bu günkü feryatlarımızla karışarak yaşamak artık bizim sonumuza uzanan zamanları içine sığdırıyordu…
Biz kendi kaderimizi kendimiz zorlarken, artık dar zamanları yaşamamız kaçınılmazdı…
Artık seni sevdiğimi söylememin tekrarı bana zül geliyor bilesin sevgili, artık masum sevgilerden dışlanmamız belki de bu çektiğimiz acıların bedeli…
Yalnızlığın perdesi bu kapandı kapanacak, sızıların koyulaştığı anlar bunlar, eridi eriyecek beklentisinde bir yürek, hasretin belki de sonbaharı, kış ya geldi ya da gelecek, hayat bir beklenti içinde, ya geçti, ya da bitecek…
Nefeslerin en hızlı alındığı zamanlar bunlar, ya kesilecek, ya da yok olacak, her şeyin gelecek umuduna bağlı olduğu zamanlar bunlar, belki de umudun son özlenişleri, her şeye rağmen bir tutsaklık, bir tutukluluk bunlar, son direnişlerinde belki de ama tükenmeyesiye bir sevgi yığılışı bu yüreğe doğru kelimelerle dökülen bu hisler bitmeyesiye uzayacak eminim ama yine, yine de geriye doğru bir nefes alma ihtimali ve de isteği yok artık bedenimde. Her şeyin bir ilki olduğu gibi, sonun da olacağının belki de kabullenme zamanları bunlar. Aşka sadakatin artık gerekmediği düşüncelerinin doğup doğmadığı zamanlar bunlar. Bir zamanlar uğruna düşlerimizi feda ettiğimiz zamanlar artık bir işkence yaşamına dönüşmüş gene de bu sevgide hâlâ varım demek için çok şeyi feda edebileceğimiz bir yeterlik bekleyişleri sanki bu çırpınmalar…
Tereddütsüz bir bedel ödeniyordu ağır da olsa sevgi uğruna ama O yaşadığın sevgi bir efsane idi demek geliyorsa içimden hâlâ ben, bu acılanmalara, artık itirazım olamazdı… Severek yaşanmış zamanların acılı sonları da severek katlanılmalıydı derken bile, iç sesimden gelen titreyişle katlanırım demek istemem de artık vaz geçilmez bir sevdanın kahramanı yapıyordu beni…
Biz sevdamızın masalının kahramanı olurken mutluyduk, şimdi savaşan kahramanları olarak da mutluyuz ki bu da yaşadığımız sevdaya lâyık olmak demekti…
Biz isimlerimizin izlerinden masal kahramanlarımızı yürütürken de aşkla yaşadığımız kadar mutlu oluyorduk… Ne sen sevgili, ne de ben hâlâ birbirimizi hiç sevmemiştik ki diyemiyoruz… Ki…
Hayat bu yine bir çaresini bulup, uzuyordu ıssızlığa doğru, tek başa da olsa, bir başla da olsa uzuyordu işte…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 12.8.2012 11:36:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

kaleminize sağlık
TÜM YORUMLAR (1)