Sadece bana bakıyordun… İlk görüştüğümüzden bu yana beli de ilk defa bu kadar canlıydı bakışın…
Gözlerindeki orta noktaya baktım bir anda yaşamımdaki tüm geçmiş aklımdan düştü. Bir esaret anıydı bu bakışım, içimden geçen varlığındaki ruhuna dair düşlerimdi… Bakışındaki masumiyet ve sevgiye dair çocuksu bakışların anlamını düşünürken, sen benim gülümseyişimi takip ediyordun.
Ben gözlerindeki beni görmek isterken, sen gülümsememdeki masumiyeti aradığını söylemiştin sonraları çok zaman geçtiğinde...
Ben seni ilk gördüğüm gözlerindeki anlamın içindeki beni tanımaya çalıştıkça, geleceğe dair kurduğum hayallerin içinde en önemliydi…
Ve daha sonraları bana ifşa ettiğin hayatın içinden çıkışındaki anlam ile yaralı tarafını görmüştüm…
Ve o an kalbimdeki ısınma ile seni düşlemem yıllara sürerek hep aynı masumiyet doğrusunda kaldım…
En acılı, en dağılmış anlarımda bile masumiyet doğrusu derken, içindeki beni masum halinle düşündüğün andı...
Yıllara sarkan sevgi tutkunluğumdu içindeki benin her zamana uyan masumluğumu görmem yıllara uzayan acılanmaların içinde kendini he koruyarak benim bana haklılığımda ki yanılma payımın hiçliği idi...
Ve ben seni masumluğunun doğruluğuna inanmamla, sevmenin doruk noktasına çıkmamdı hep kendimi sen haklılığına çıkışım...
Seni sevdim demenin zorluğu çok fazla idi, zorlamasına daha doğrusu uzun zaman alan bir karar verme anlarıydı bana bende seni sevdim diye bilmem...
Ve ben inandım hep sevdin işte ben bu sevgiden idi yaşamımı korku içinde geçirmem...
'Elbet sen de gideceksin deme korkusuydu" içimdeki tüm üzüntülere sahiplik eden...
Ve göç yolları sende başlayıncaya kadardı esas zorlu yaşamım.
Göçe düşen, göç yollarında gölgeler oluşturandı senin göç kızı sıfatın...
En iyi seven ve en çok sevilendin sen yaşamıma düşen sevgi kelimesinin ağırlığında...
Göç ve göç yollarımızdı en çok karanlığı olan yaşam kesitimiz...
En çok seven ve en çok sevilendin sen...
Bir gün mutlaka zorlanacaktık yaşamda… Sen bir yerde ben bir yerlerde sensizlikte…
Saatin yelkovanı yirmi dördü gösterirken, sen ayrı yerlerde gözlerimizi kapatmaya çalışacağız…
Zaman sensizliği gösterirken, içimde fırtınalar koparken, acıların ardı arkası sıralanırken, yüreğime ben adını haykırırken, şüphesiz sen kendi şarkını dinlemede olacaksın…
Rüzgârlar şüphesiz bir yerlerde uğuldayacak, gökyüzünde yıldızlar kayacak, bazıları sönüp rengini değiştirecek, olasılıkla sen kendi rüyanı göreceksin…
Bir gün acılanma sırası benden düşünce sana, kendi acılanmalarını dökünce şiir cümlelerine, bense yaşamın içindeki zorluklarla uğraşta olacağım…
Şiirlerimiz okunacak ayrı ayrı zamanlarda yazdığımız sayfalarından, ben senden kopan cümleleri anlamaya çalışırken, sen kendi yaşamının peşinde olacaksın şüphesiz…
Bir boşluk bu, içinde var olmaya çalıştığım zamanlar, kim bilir sen neredesin?
Yaşam bende kendini zorlaştırırken, sen kendi dünyanın göğünde, kendi yıldızını isimlendirirken, ben Küçük Ayı yıldız gurubundan birine senin adını verirken, tüm hüzün zamanlarında o yıldıza konuşacağım, sen duymayacaksın…
Bir gün sen de bu sorgulamaları yapacaksan eğer, karşına çıkanları kabullenecek misin bana yaptıklarını kıstas alırsan…
Kavgalarım vardı kendi kendime…
Yaşama dair, onura dahil, küskünlüklerime ve hazmedilemeyecek yaşam kesitlerime dahil ve bunların hepsine sebep olan sana dair…
Belki de en önemlisi sevmeme dahil olmuş yaşamıma dahil…
Senli
Senli yaşamımdaki tutarsızlıklarına dair yaşam kavgam bardı…
Sensiz nefeslerimle hırçınlığım vardı yaşam yerim şehrimle kendimce kavgalarım vardı…
Gitmelerindi, giderken sessiz kalmalarındı yalnızlığımda beni hırpalayan…
Hani giderdin ya sessizliğini yüreğine gömüp, öfkelerinle veryansın savaşıp, pazarlık ederek dönerdin ya sonunda bana…
Ve ben, içimde yangınlar oluşarak dinlerdim ya “yapamadım sensizlikle nefes almayı” demek isterdin ya yüzünü ayak parmaklarına yönelterek, sonra ansızın titreyen çenenle akıttığın gözyaşlarını avuçlarınla veya sağ elinin tersi ile silerek,
“yine yapamadım sensizliğin baskısını içimde yok ederek nefes almayı…
Yine yapamadım yalnızlığın gözyaşlarını avuçlayarak silmeyi, ben alışmıştım, omuzlarında üşür gibi titreyen sesimle sana yönelmeyi.”
Yaşam buydu be sevgili, sadece yalnızlar ağlardı demek, pek de doğru olmasa gerek…
Ansızın susarak “tut beni, tut avuçlarım, haykırmak isteyerek kulağıma fısıldamandı senin en zayıf anın “yine sensiz yapamadım, belki yapmak istemedim “ derken bile acılanmalarımdı acı çektiğin zamanlar…
İşte öyle zamanlarımdı sen düşlerindeki sessizliği özlediğim anlar…
Sustum daha doğrusu mecburdum sustukça sarmaladım kanayan düşlerimi, kırılan umutlarımı, parçalanan beklentilerimi, ardından gözlerinden düşen anıların ardına düşen umutlarımı onardım.
Tüm beklentilerim kırılmıştı, düşmüştü yetimler umutsuzluğuna ve tek beklentim kalmıştı yarınlarda hiç olmazsa tek bir ışık olmalıydı yaşanmışlıkları saygın kılacak bir tek ses bir noktasal ışık huzmesi ve bir kuzu sesi olmalıydı yaşama tutunabilmem için…
Karanlıkta ıslaktı gece…
Oysa yarınsızlık korkularım vardı yaygın ve ürkütücü içine yalnızlığı ve sensizliği kabullenişim olsun…
Gidebilsen bir yerlere varsın çok uzaklar hatta gurbet olsun ve daha daha dönüşün de olmasın, sadece bu kavgam bitsin yaşamımla veya sadece özlediklerim düşsün gözümün önünden ki kalksın bu yaşam kalkanındaki perçinlenmiş düşlerle umut düşsün yüreğimin kılcallarına ki kendimi bu aşka dair hatalardan dışlayayım ve yaşamın iğde kokulu havasını nefeslerini alayım...
Dar ve kıvrımlı yağmurlu sokaklar var önümde sıcak veya soğuk şubat havasında…
Bir kavgam var ruhumla benliğim arasında…
Bir yalnızlık kurgusu var içimde bakarken soğumuş toprağa, bir iç çekişim var sesinin tonuna ki özlemini bastırırken, canımı acıttığım ve sensizliğin yarısı of, çekerek diğer yarısı, öfkenin pimini çekmişken, duraksadığım…
Dedim ya kavgam senden ziyade kendimle zaten seni yaşamımda yok saymışım ki bundan sonrası siyah zamanlara bağlı karanlıklarda nefes almalarımla geçecek…
Gurbet türküleri dinlerken, “sen hiç mi ahar görmedin türküsünün saz teli ardında ki hislerime meydan okurken, yaşamın ne kadar ucuz olduğunu görüyorum…
Sanki kalkmıştı sevda cümleleri yüreğime düşen kurumuş tütün kokusundan vazgeçtiklerim sıralanıyor içimden derken, bu sabah da gece yarsından sonrası seni düşlemeyeceğim artık içim kanıyor, sevgili, düşlerim kurudu, susuzluktan…
Bu geceden de sonra da sana yine gelmeyeceğim sen de hiç düşünme işin diğer ötesi…
Ateşi söndürmeyin…
Bırak gece sonrası kendi kendime sabah olsun ki güneşe kapansın gözlerim güneşle ısınsın sadece yüreğim…
Sen hiç mi ağlamadın sevgili, hiç mi ağlayan adam görmedin, özlemi mutluluk olan adamın gülüşünü hiç mi görmedin ki güneşin ilk ışıklarını beraber gördüğümüz zamanları hiç mi özlemedin?
Hiç mi kokusunu özlemedin güneşin ilk ışıkları ile yoncaların kokusunu?
Doğru ya yıllardır ben de bu sabah hissettim o kokuyu ovanın otlak koyusunda…
Ellerim üşüdü sevgili, nefesim buharlı çıkıyor, dudağımda o türküyü bile söyleyemiyorum, hele o Kayahan şarkısını söylemeyi veya dinlemeyi ne kadar isterdim bir bilsen…
Hele umutlarla baharın kokusunu nefeslemeyi ne kadar özledim bir bilsen…
Parçalanmış düşler bunlar, bir araya gelenlerle nefes alıyorum…
Yaşamımda şans yoktu sadece inandıklarımdı yaşamıma sebep olan…
Yaşadığım acıların ölçüsü olsaydı tanıdığım anda durdururdum benlik mücadelemi ve sen peşindeki mıknatıslanmış gibi umut peşinde koşmazdım…
Yarınsız düşlerimiz hiç yoktu benim yarınlarım sana eklenmiş olmasıydı parçalanmış zamanların yaşama sebebim…
Bir kaybettiklerinle senin için senle ağladım…
Bir de kendimden kaybettiklerimle kendim için ağladım.
Yaşam kararsızlıkları değiştirdiği çoğu zaman bizim için ağladım…
Göğsümde patlayan gözyaşlarımın bütünlüğü ile bize ağladım…
Ve ne kadardır toprağın sıcaklığı desem, sen bilir misin ki, sen hiç yalınayak bastın mı ateşe, senin hiç yüreğinde yangınlar oluştu mu ki ve sen hiç yangın koruna basıp yüreğimdeki kadar sıcaklığı hissettin mi, yüreğinde ki benim yanışımı bilesin? Vedasız gidişleri yaşayıp, yüreğinde korlar oluştu mu ki benim düşlerimden bedenime sıçrayan ateşin rengini bilesin...
Beyaz ile siyahın farkını anlatsan bana hiç içinde korlar oluşur mu?
İşte vedasız gidişlerdir bunların anlamı ki arkada kalıp anlayasın...
Kelimelerim tükeniyor dilimde, bir sen sonra da ben eriyorum sanki düşüncelerimde…
Kelimelerimle varlığın çoğaldıkça tükenişim başlıyormuş sonradan anladım…
Gözü kapalı bir yalnızlığım başlıyor kendi kendime derken bile sen düşüyorsun apansız aklıma…
Geceyi anlatıyorum sana…
Sanki kendimce, karanlıklarımdan korktuklarımdan sözler ediyorum…
Kendimi sen yerine koyarak düşünce seline devriliyorum…
Bakışlarımın değiştiğini hissediyorum… Korkularım çıkıyor öne durdurulamayasıya, kendince güç kazanarak…
Ardı arkasına devriliyorum sanki baş aşağıya. Zaten zor tutunmuşken dik durmaya. Kahredici bir öfke basıyor sana doğru, yalvarışlı sözlerinle düş kurmak istesem de nefret basıyor sana doğru…
Oysa ömrüme adadığım adındı yaşamıma dahil olmuşken, şimdilerde öfke çemberinde boğuluyorum sebepsiz bir yaşam kareleri bunlar…
Ardında sevgiye dair sebep varsa ki tükendi artık şüphesiz…
Gırtlağımı yakan bir hıçkırıştır bunlar şüphesiz, sadece şarkıların cümle anlamına düşün bir yaşamda var olmanın zorluğu bu nefes almalar…
Zamanın gerisine doğru akıl tutulması olmuş olsa, gecenin karanlığından sabahın tanına kadar pencerene düşen gözlerimin yorgunluk düşü gözkapaklarımı dahi kapatmadan pencerende kalan gözlerim bakışlarını tek düşüncemle toplamış olmam, senli yaşamın en büyük cezasıydı bu…
Gecenin karanlığına eşlik eden şehir baykuşlarının uğultulu sesinin kalınlaşarak sallanmasıydı en çok özlediğim gecenin sessizliğinden ilk ışıklarına ulaşacağım zaman dilimindeki tarif edilemez düşlere mağlup edilişimdi kendi kendime dolarak???
nefes almalarımın sonuncusunu beklemenin ne kadar azap verici olduğunu tanımamdı sana karşı olan öfkem…
Yüreğimi soğutuyordu bu düşünceler…
Ardı arkası tükenmeyen acılanma hislerimdi bu günkü zamanlardaki yalnızlığım ve senden nefret edişim…
Görmeze gelinen bundan sonraki yaşamımdaki acılanmalardı aslında yüreğimi duyarsız yapan…
Bu günkü düşüncelerimle senden o kadar uzak yaşamak gerekli olan yaşam tercihimdi artık…
Belki de sendin kaderimi değiştirilmesine sebep olan…
Aklımdan geçenle gördüklerimdi aslında yaşadıklarım, şüphesiz, mezarındaki iki mermer arasında kalan, toprağındaki kuruyarak düşmüş yapraklarla, sonunu düşünmüş olmam da pek iç açıcı değildi artık senin geçmişini ölçebilmek tek bir tek bir düşünce bile nefes almamla birlikte olamadı…
Geceye küstün mü diye sordum kendime, garip bir düşünce işte, gündüze sevgim mi arttı ki kıskandın dedim, gülmek zordu benim için, şimdi de neden ağlayayım mı, sen sevgili, kendi düşlerinle uğraşırken beni boşta bırak ki en azından böyle zamanlar dediğimiz anda da sen olma aklımda...
Kendimiz için anlattığımız hikâyelerimizle biz büyürken, o kadar çok zaman geçmiş ki, geride sadece bizim hikâyelerimizi anlatanlardan dinliyorum artık, garip değil mi, hikâyelerimize bile sevgimiz gibi sahip olamadık...
Oysa senin hikâyelerin benden çok yaygınlaşmış başka başka anlatıcılarla...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 8.3.2019 17:31:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Ve daha sonraları bana ifşa ettiğin hayatın içinden çıkışındaki anlam ile yaralı tarafını görmüştüm… Ve o an kalbimdeki ısınma ile seni düşlemem yıllara sürerek hep aynı masumiyet doğrusunda kaldım… En acılı, en dağılmış anlarımda bile masumiyet doğrusu derken, içindeki beni masum halinle düşündüğün andı... Yıllara sarkan sevgi tutkunluğumdu içindeki benin her zamana uyan masumluğumu görmem yıllara uzayan acılanmaların içinde kendini he koruyarak benim bana haklılığımda ki yanılma payımın hiçliği idi... Ve ben seni masumluğunun doğruluğuna inanmamla, sevmenin doruk noktasına çıkmamdı hep kendimi sen haklılığına çıkışım... Seni sevdim demenin zorluğu çok fazla idi, zorlamasına daha doğrusu uzun zaman alan bir karar verme anlarıydı bana bende seni sevdim diye bilmem... Ve ben inandım hep sevdin işte ben bu sevgiden idi.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!