İç çeken yorgun bir ihtiyar misali inleyen fırtınayla camları kırbaçlayan yağmurun hiddetli sesini dinlerken, onun gibi gözlerimi kısıp kitaplarının üzerine eğilerek düşüncelerini şifresini çözmeye çalıştım. Ne çok hatıra, sevda, özlem, kırgınlık, pişmanlık, hayal, umut, biriktirmiş. Birlikte yarattığımız zamansız bir hikâyede kendimi bakışına yerleştirmek istedim. Suretimi ve dünyanın kıvrımlarını, kuytusunda barındırdığı çelişkileri oradan seyretme hevesiyle bir sincap gibi heyecanla zıpladım sayfalar arasında. İç dünyasından taşanların bir parçası olmayı arzuladığımdan belki, korkularına, kibrine, hüznüne eşlik ederken okumanın insanları birbirine akraba kılan kudretini düşündüm. Hem çok yakın hem de büsbütün yabancıydık. Bu medcezirli mesafe tuhaf bir şekilde bizi birbirimize yabancılaştırıp özgürleştiriyordu. Çalışma odasında siyah gözlükleriyle kendi karanlığında gezinen yazarın sigarasından yükselen mavi dumanlarla benimkilerin arasında sağlam bir yer buldum. Okuduğum her cümle –katılmadıklarım bile– bana insanların ‘okuyanlar ve okumayanlar’ gibi keskin bir dönemecin ucunda ikiye ayrıldığını söylüyordu. Klişe gibi görünen bu saf inançla epey eğlendim bir süre.
Hâlbuki insanın ancak bir başkasını anlamaya çaba göstererek hakikatini keşfettiğini öğreneli çok oldu. Bunu kitaplardan mı öğrendim, yaşayarak mı tam bilmiyorum. Bize benzemeyen bir insanın ırmağından akan duyguların, resimlerin, düşüncelerin ne kadarı bizimkiyle buluşabiliyor? Biz o akışın hayatımızı değiştirmesine ne kadar müsaade ediyoruz? Pek etmiyoruz galiba. Tabiatımızın güçlü bir yanı merak duymadan, kuşkulanmadan, endişelenmeden mutlu olamayacağımızı söylüyor. Onu kışkırtan diğer yanımızsa aklımızı kemiren şüphelerden uzak, sükûnete kavuşmuş dingin bir ruha kavuşmamızı tavsiye ediyor. İşte o dikenli yolda yürürken Cemil Meriç’in hayatından damıttığı kelimelerle ‘genişleyip’, her defasında biraz şaşırıyorum. Zihninin ırmağında yüzerken geniş bir anlam ve düşünce atlasında kayboluyorum. Tarif etmekte zorlandığım acı bir zıtlık barındırıyor cümleleri. Şefkatli ve huysuz bir büyükbaba gibi o. Hırçınlığı, huysuzluğu, açık sözlülüğü, tevazuu, derin maneviyatı, çelişkileri, keskin tenkitçiliği ve kendi üzerine kapanan karanlığıyla benzersiz bir ‘söz kuyumcusunun’ dükkânına girmiş gibi hissediyorum.
Karanlığın içinden...
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta