Hangi noktada başlamıştı yolculuğum bilmiyorum ama gözlerimi hayata açtığımda henüz başlamamıştı bunu çok iyi biliyorum işte..Herkes ilk ne zaman neyi ümit ettiğini bilmez ama ben biliyorum.ilk kalem silgi kokan sıralarda yeni oturmaya başladığımda Özgür Hoca'mın öğretmeye çalıştığı dik ve eğik çizgileri çizebilmeyi ümit etmiştim.
Dün gibi aklımda..
Ama bu küçük ümidimdi; baktığımı resimli hikaye kitapları, masalları o kadar güzel görünüyorlardı ki gözüme, öğretmenimin okumayı öğretmesini çok büyük sabırsızlıkla bekliyordum. Ve işte bu benim ilk büyük ümidimdi, hiç hayal kırıklığına uğramadan, kırılmadan elde ettiğim, sahip olduğum oldu.
Fakat sonraları hiçbir şey beklediğim gibi olmadı. Ümitler, hayaller çoğaldıkça gözyaşı yağmurları daha çok yağdı gözpınarlarından, hayat daha çok kırdı henüz çok genç yüreğimizi…
Ama yılmadım ve her zaman taşıdığım adım gibi güçlü olmak istedim ve öyle inandım taki o geceye kadar. Odamın, bakıldığında yıldızlara ve aya dokunabilecek yakınlıkta küçük bir balkonu var. Yazın kuşlar kelebekler, çiçekler kıskanır, kışın ise yağmur ve kar kıskanır gökyüzü ile bitmeyen sohbetlerimizi…
Nedensiz değildi hiçbir şey. Lakin cevapsız kalabiliyordu sorular. Niçindi bu ahbaplık? Aramaya koyuldum cevabı Şubat sonunda gecenin en derin karalığında kendimi hakimiyetini sessizliğin aldığı karmaşık bir sokakta buldum. Her yer başka bir şehrin sokakları kadar yabancı ve ürkütücüydü… Bir sokak başını geçerek adımımı attığım ilk yolda yürümeye başladım. Daha önce hiç fark etmediğim ve bende farklı duygular uyandıran ayak seslerimi duydum; Farklı duygular uyandıran ayak sesleri…yürümek istedim. Amaçsızca uzaklaşmak istedim yaşadığım şehirden, sevdiğim insanlardan, buldum ve bulmak istediklerimden, her şeyden, her şeyden hatta mümkünse kendimden…
Bir yandan hep güçsüzlüğün simgesi olarak yıllarca sakladığım gözyaşlarımı akıtıyor bir yandan da dilime takılan bir şiir mırıldanıyordum.
“Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler…”
İçten okunan bu şiir şubat sonunda üşüyen bedenimi ısıtıyordu. Koşul ne olursa olsun her adımda yeni bir şeyler hep öğrenilmeye hazır bekliyordu; bir şiirin bile amaçsız bir yolcunun yüreğine kor gibi düşüp maddi ve maneviyatı yaktığının öğrenilmesi gibi…
Artık üşümüyordum.
Necip Fazıl’ın ne kadar şanslı olduğunu gördüm. Biz onunla bir nevi aynı duygu yoluna adımlanmıştık. Ama benim ne O’nunki gibi ayak seslerimi duyacak aç köpeklerim ne de bana yoldaş olacak serseri kaldırımlarım var. O kimsesiz bir sokakta bense kapkaranlık bir atmosfer boşluğunda; fakat ikimizde “Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin” arzusu içinde kıvranıyor gibi hiç bitmesin istiyoruz yolculuğumuz… Zaman nasıl geçiyordu farkında değildim. Ama dönüp arkama baktığımda uzayıp giden yolda sadece görünür kılınan izler gördüm. Yüzümü beni bekleyene doğru çevirmemle gözüme küçük bir ışık çarptı. Oysa hedeflerim yoktu. Küçücükte olsa bir ümidim yoktu. Öyleyse neydi bu? Aradığım cevap mı? Yoksa necip fazılın yolunun karanlığına saplanan hayali miydi? Yeni bir yüreğe göz kırpmak için gelen, bir yandan ne olduğunu çözmeye çalışırken, diğer yandan da şaşkınlığımı ve heyecanımın verdiği titreme ile ona doğru elimi uzattım. Korkunç bir kahkaha ile biraz daha öteye kaydı. İrkildim. Tüm bedenimi korku sardı. Davetsiz her an karşımıza çıkmaya hazır olan misafir tanıtabilmişti kendini. Yenik düşmeyi hiçbir zaman kabullenemezdi. fark etmesin istedim. Güçlü olduğumu dimdik ayakta durabildiğimi göstermek istedim.Dalgalı bir gülümseyiş ile “Yanlış yerdesin, ben güçlüyüm” dedim. Bana doğru gelerek “Ümidini kaybedenlerin başlı başına bir yıkıntı olduğu bilinmiyor mu yıllardır? ” dedi. (Gözlerimin içine içine bakıyordu) “Yıkıntılar yıkılmıştır, artık ayakta duramaz” dedi. Söyleyecek hiçbir şey bırakmamıştı. Karşımda hain sert bakışlarıyla sol yanımı pençelemiş bir aslanın avını param parça yapması misali yok olmaya mahkum görmüştü beni.
Diz çökerek izleri taşıyan toprağa sertçe vurdum… vurdum… Kendime haykıramadıklarımı sokaklara, caddelere haykırdım. Ümitsizliğin de çölde susuzluktan dudakları kurumuş yolcuya ancak gökyüzüyle ahbaplık yaptırabileceğini unutmuşum.
Bu arada şehir ani bir çığlıkla uyanmıştı…
HAVLİYE ECER
01-02-2009 Cuma
Kayıt Tarihi : 8.1.2009 12:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!