Yazgın, seni bana getiren ve beni kendimden ötelere iten sessiz bir kaldırım gibi çöküyor hayalsizliğime.. toprak örgütlenmiş binlerce ayaklanmayı bindiriyor şah damarıma.. kulpsuz sürahilerde düşüveriyor özlem ellerinden…
Saklarken başkalarını, saklandığın gücenmişliklerinle yüklediğin trenler uçsuz bucaksız ovalarda inadına görünür kılıyor varlığını.. kırılıyorsun ve incitmemeye çalıştıkça başkalarını, yerle bir ediyorsun evrenin tüm karamsarlıklarını.. nedense her defasında daha fazla eziliyorsun kendi yalanlarında..
Hadi göm şimdi akılsız başını toprağa… kapa duvarlarındaki tüm aynaları ve atmayana kadar kalbin, tut soluklarını… yok.. yaşam olamaz bu.. olsa olsa yaşamama telaşı..
İki adımda tüketeceğini sanarak ağrılarını, kenar mahallere yoruyorsun insanların hoyratlığını.. ya sen? Ya senin taşkınlıkların? Ya süpürge otlarını kıymıklar halinde umutlarına batırışların?
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim