Karakoç’un ardından…
Takvimlerin 7 Haziran 2012 tarihini gösterdiği gün, iletişim ve haberleşme araçlarının en çok bahsettikleri kişinin –o gün vefat eden- Abdurrahim Karakoç olduğuna şüphe yoktur.
Neden bu kadar emin konuştuğumu sorarsanız, hemen söyleyeyim…
“Abdurrahim Karakoç” ismi herkes için bir anlam ifade ediyor da ondan. Bir insanın sevenlerinin çokluğu, aynı şekilde sevmeyenlerinin de ne denli kalabalık olduğuna işaret eder de ondan...
Bir Anadolu yiğididir Abdurrahim Karakoç … Yiğidin, haksızların ve haksızlıkların hesabını -gücü ölçüsünde- bozacağını, her daim mazlumların ve gariplerin yanında yer alacağını düşündüğünüzde, sanıyorum siz de bu kanaate varmakta fazla zorlanmazsınız.
Karakoç’un vefat haberi sevenlerini hüzne boğmuş; çoğunun görmeden –şiirlerinden- sevdiği hayranlarını ağlatarak Ankara yolunu tutturmuştu. Yola dökülenlerin amacı, 8 Haziran’da Kocatepe Çamii’nden kaldırılacak cenazeye yetişmekti.
Abdurrahim Karakoç’un, gönül ve şiir dünyamda zannettiğimden fazla yer tuttuğunu vefat haberini aldığımda algıladım. Halk şiirindeki kudreti edebiyat dünyasında herkesi ilgilendirse de benim yanımdaki değeri bunların çok ötesinde bir şeydi. Kendisiyle telefonda sık sık hatırlaşır, daha da ötesi dertleşirdik. O, bana şiiri ve şairi sevdiren kişiydi. Bu yüzden, cenazeye katılma isteğim bir görevden öte, bir zaruretti benim için.
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,