Nazım Hikmet KOÇAK'a
Güz, çirkin bir elyazısıyla kireçtaşlarında
Çağıldar sokak girişleri, sıkkın yürek
Gecenin ayak bilekleri ağır, yorgun
Oturur girişte çağrısız bir Velî
Mutsuz. Ve serinkanlı bir mum gibi erir
Yadırgadıkça erir, mutla kirlenen gözleri
Gözleri gümüş bebek sayın konuklar ve özgün
Bir kimsesizliği vardır sayın konuklar
Ormanın tam ortasından konuşur oysa tam
Yadırgar mutla kirlenen gözleri
Bırakın bırakın inemez düşlerinden
Ve vaki oldu ki, pırıl pırıl bir saatti
Gözleri, uzun uzun çalan aşkın unutulmuş zilleri
Ve aşkı mecazsız derdi doğruya doğrudan
İnsana öteler öneren yitik bir dere yatağı
Kim bilir ne ölümler öldü nasıl sarsıldı
Belki bağlar da bozdu yundu dirilten sularda
Ve vaki oldu ki, öğrendi düne dönmeyi
Çün, artı bir geçmişi var Türkçe, unutmayın
Kaynayan kazanda düş etleri
Belki tutunur iskeleye bir bebek vak'a
Güz, kolay mı bir Ankara çizmek
Kırılır Altındağ'da kalemin ucu
Ak bir kâğıt değil ki Balgat, sesini arar
Taşar yiğit bir imge gibi çizgiden
Oysa Çankaya içini yemiş bir karpuz
Dışı kızıl içi yeşil, yitmiş menevişi
Dikmen: Buzlar sarkıyor umut saçaklarından
Bir avucum, uygunsuzum, bir mutsuzum
Bir orman nasılsa bilmez yeşilini, kirlenir
Sevgileri, dörtyol ağızları, miting sonraları
Kızılay kendini yazar cıgaradan sararmış bir elle
Yazar: Doğu'ya Doğu, Batı'ya beter Doğu
Vak'a: Balık baştan kokar, Ankara Ulus'tan
Vak'a: Herkes neden korkar bilmem, Ankara halktan
Ankara: yurdum, alışkanı olduğum kemire böcek
Yineleyip durduğum bensiz buluşma yeri
Duy artık, sönüyor yüzümde bir Hitit Güneşi
Duy artık, bir vitrindir şairlere ölüm, iyi
Şairlere güz yanılsamalarının çelik tadı
Düşerim masaya bir gün bir cıgara külü gibi
Güz, sayın konuklar güz Velî'de izdüşüm
Söz, değişilir Ankara'da bakır bir gülüşe
Biz bu kaleyi onardık kaç kez
Düşen Velî'ye gücümüz yetmez
Acı kireçtaşıdır yürek yanar yanar
Kederli bir istiklal madalyasıdır sol göğsümüzde
Onmaz bir yara gibi Velî'de kanar Deli'de kanar
Güleriz de soyut bir yontu gibi imamevinde, imarette
Ah ölmeye gücümüz yetmez, ölmeye gücümüz yetmez
Cam doydu ışığa çingene uykusundan uyanıldı
Velî doğruldu yerinden hışırdadı sazlık
Solunmaz bir homurtu sardı dört bulvarı
Sakarya'da kekre bir bulut içlendi Aydınlık
İşte size bir nar sayın konuklar
'Aşk' der Velî, mecazsız doğrudan doğruya
Ki herkes kendi yanlışıdır, beklenir Ankara'ya
Ankara, kübik taşlarla örülü ardı bir pencerenin
Hangi dilde uyansam eksilir bir kerpici
Çatlaklarında devedikenleri biten beynimin
Güz, hani bu resimde san
Çünkü bu resim... ey ebabil kuşları
Ey ebabil kuşları başları balık elleri hâlik
Karakemik!
Ve vaki oldu ki doğurdu altmışlıları yetmişlileri
Tandoğan yumdu gözlerini saklandı onlar
Uzadı uzadı gölgeler elma, elmaa, elmaaa
Elmaaaa! diye inledi Apdi ipekçi. Kurtuluş, Botanik
Dönen olmadı, dönen olmadı, dönen olmadı
Sobe Ulus, sobe Kızılay, sobe Çankaya, sobe...
Ve Ankara, kulaklarda akasyaları çınlayan
Az çok deli bir adamın inanılmaz uykuları
Korkunç ince neşesiyle bir güz yaprağının
Ah, biraz rakı, gecenin yıldız kayan yerleri
Ve bir güz yaprağının en gülünç neşesi
Birileri bir şeyler desin, haydi
Bir şeyler de Nazım, ey son türküsü köylülüğün
Ankara, en siyah beyaz başkenti dünyanın
Muammer KaradaşKayıt Tarihi : 22.7.2003 01:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!