Denizimizle hiçbir zaman barışık olamadık biz... Şimdiye dek attıklarımızla, döktüklerimizle, yıktığımız her şeyimizle meğer Karadeniz’i hep kirletiyormuşuz… Gözyaşlarından, acılarından, sızılarından, simsiyah gecelerinden ve mavi denizimizin bunca hıçkırıklarından hiç haberdar bile değilmişiz… Kirli derelerimiz gibi daha yüzlercesine de can suyuydu Karadeniz’imiz… Öylece denizimizi hep birlikte mahvediyormuşuz...
Meğerki bu Karadeniz ne kadar safmış, ne kadar da masummuş ve çocuksuymuş ve de korunmaya muhtaçmış… Meğer insanlarının boğazına iki eliyle birden gerçekten yapışmalıymış. Şahdamarlarına boğarcasına sıkıca bastırmalıymış. Hainlerinden ihanetin bedelini ve ağır vebalinin hesabını çok geç kalmadan sormalıymış.
Zalimce akan kirli derelerin pisliğine nasıl da dayanabilmiş? Neden bir yanardağ gibi kükreyip patlayıvermemiş; kızgın lavları ile küllerini insanlarının üzerlerine bırakıvermemiş; niçin öfkeden kudurup, sel olup taşmamıştı şimdiye dek? .. Nasıl da dev dalgalarıyla kucağına almamıştı ya da silip süpürmemişti yüksek dağlarını; bembeyaz köpükleriyle baştanbaşa örtüp geçmemişti derin vadileri ile uçsuz bucaksız yaylalarını; üstelik tüm canlılarıyla birlikte yok oluncaya ve boğulmadık tek bir canlı bırakılmayıncaya dek… Ama ne de hak etmiştik böylesine büyük bir felaketi ya da ikinci ve en son Nuh Tufanı’nı…
Dağ köylerinde işlenen bunca suçlar; yakılan mermilerin boş kovanları, patlatılan dinamit lokumları; gariplerin gözyaşları, hurafenin kirli aptes suları, dökülen kanlar; yediği kaba idrarını yapan hainlerin sidiklerine varana dek, bunca kötülüklere nasıl da dayanabilmişti masum Karadeniz? Zulüm adına, kan, kin, nefret tohumu dâhil, bırakmıştık her ne melanet varsa küçücük su birikintilerine; akıtmıştık kahkaha salyalarımızı kirli dereler ile derin vadilerimize; hiç bilemedik ki, nereye gidiyor bu berbat sular? Bir sürü dağ köyünün lağımını, yayla derelerinin de kirli atığını; dozer kepçesi marifetiyle bulanık akan çamur deryasını; çürümüş ağaç köklerini içine sindiren Karadeniz’in kutsallığını;
Hiçbir zaman akıl erdiremedik, bilemedik ya da düşünemedik ve de hiç anlayamadık Karadeniz’e yaptığımız bunca zulmü… Denizimizin masumiyetini gerçektende algılayamadık ve İki gözünü birden nasıl oyduğumuzun hiç farkına bile varamadık. Böylece vah Karadeniz’imin çığlıklarına vah! bile diyemedik…
Ancak denizimizle barışmak için iş işten geçmiş değil; el uzatıp, af dileyip, can ciğer olma zamanımız gelmiştir artık…
Ve dimdik duruşumuzla dev dalgalara selam verir, alkış tutarız. İçimize çekeriz maviliklerin her tonunu birden… Binlerce kez başımızı kıyıdaki taşlarına çarparız, sonra da kızarır bozarır ve biraz da utanır sıkılır ama avazımız çıktığınca şöyle haykırırız;
“Mustafa Kemal’den başka heykeli dikilecek birisi varsa eğer, o da, Karadeniz’den başkası olmamalıdır” deriz…
Bizum coğrafyanun uşaklari sakın darilmasun ha… Bizlere narı Cehennem lazimdur, narı Cehennem… Coğrafyasına ihanetin bedeli, cayır cayır yanmakla ancak ödenir
Fırtına Deresi kitabımızdan…
Kayıt Tarihi : 2.4.2012 15:37:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Hilmi Sancak Dedeoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/04/02/karadeniz-kan-agliyor.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!