___________bir avuç kömür için, bir ömür verenlere…
geçiyor, birer-birer, gözlerimin kıyısından
mavi yakalı yorgun işçiler, ağır ve bitkin
solgun hareli fenerleri
ve eprimiş baretleriyle
adları yok
düşleri yok
kimlikleri yok
granit kayaları tırnakla kazıyan parmakları yok
döşenmiş dinamitlerin ürperten sancısına benzer
bir adam boyu koridorlarda çarpışan boğuk sesleri
ve sirenler paydosları söyler, vardiyalarda gece
yan-yana, sırt-sırta, omuz omuza
kan ter içresinde çalışıp yorulanda
çömelip yalın sofralara, bağdaşlar kurulanda
sefertaslarında ne varsa, cömertçe serilerek
ağızlarında iri kömür lokmalar erirken usul
yağız genç
yorgun baba
ihtiyar dedelerin
dalıvermek hülyasına al-güneş yarınların
çarklarda bilenmiş kalbine yenik düşerek
ve anlamak, saklanılan çıplak gerçeği
ciğer çürüten onca eziyet
ve katlanılan bunca kahır
bir tutam mineral aşkınaymış, heyhat!
terlemiş sırtlarında yüksek tonajlı bir safra
nasırlı avuçlarında kazma, kürek ve levye
derince soluyarak küflenmiş nefesini
gün yirmi dört saat, z/amansız ecelin
güneşi ırak
yazgısı kara
hırçın denizlere emsal k/ömürden yarasıyla
sert iklim bir coğrafyanın som altın kıyısında
çelikten bilekleri, tunç-granit yüzleriyle
ışıyan gözbebekleri
ve kabil artığı sır kesikleriyle
ağarmış saçları rüzgar gülüdür eserken poyraz
ince potasında eritilmiş cevher rüyasıdır şavkı
pütürleşen ellerinde yırtık damarlar ki, tonlarca
kurumuş is yangını dudaklarında
kallavi bir küfür yuvalanır inceden
yoksul ırgatlar gibi bulantı gecelerden
çağcıl nemrut’lara sunmak için arz-ı endam…
dipsiz kuyuların tüyler ürperten kör karanlığında
tedirgin yüreklerin sessiz çığlığı var duyulmaz!
bir dolunay kaldırır göğün kurşuni peçesini
kül öpüşleri kondurarak sim yıldızlara
göçükte umutlar yiter, gökçe yarınlara dair
ispinoz sesleri karışırken boğuntulu havaya
usunda kadim öfkesi, köpürür cezbesinden
kasırga öncesi suskunluk sarmalından sıyrılıp
saçaklarına kurum yağan soma sokaklarında
kederli umutlara doğru yürürken pupa yelken
ruhum
alevler ortasında can çekişen emektar zonguldak!
sol yanımda bir tufeyli’nin keskin hançer sızısı
verem mi desem, tüberküloz mu, kavrulur içim
tılsımlı bir duadır zırhımız, boynumuza asılı
çilekeş anamızdan yadigâr, ipince muska
kuş uçmaz
firuze açmaz
gonca gül kokmaz yeraltında
yırtık potinlerle saltanat kurulmaz, bilinsin!
şerh düşülsün katlimize
aç kurtlar sofrasında varsın!
atılmış her fiske zulümdür, ben böyle bilirim!
siz gene de vurun beni sırtımdan, öldürün!
kabristana değil sakın, son vasiyetimdir!
‘kar uykusu’na yatmış sayısız ocaklarda
doksan iki kozlu’da
havza ölüm kuyuları’nda
milenyumu on geçe, karadon ve maraş’ta
kefensiz
soluksuz
ve buruk bir tebessümle ölümlere göz kırpan
onyüzbinlerce arkasız can feda yoldaşların
ayak uçlarına gömün beni, sessiz, s/edasız
günahsız bir seher vaktini vuruyorken saatler…
2014/
Alpaslan AkdağKayıt Tarihi : 9.12.2011 10:24:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
soma'da ve yer altında hayatını kaybeden tüm emekçi kardeşlerime...
Değerli dost bu okuduğum ürününüzü tüm grup dostlarımla paylaşmak için alıyor(izninle) yürekten kutluyor sevgilerimi yolluyorum..
Ama olsun. Ahmed Arif şiirine benzesin. Belki de onun için çok güzel şiir. Elbet şiir kopye değil. Şairin kendi öz şiiri. Günümüzde kendime özgü şiir yaratacağım diyerek şiir ucubeye çevrildi. Şiir olmaktan çıktı ve kitleler şiiri sevmez oldu. Bırakalım kitleleri şiiri yazanlar da şiir okumaz oldu. Çünkü şiir şiir olmaktan çıkartıldı. Anlamsız, duygusuz, ahenksiz soyut ve sıradan sözcükler yığınına dönüştürüldü. Ve bu durum modalaştırıldı. Şiir bu duruma getirilince herkes de şair kesildi.
Akdağın şiiri iyi ki Ahmed Arif kokuyor. Keşke herkesinki Akdağın ki gibi olsaydı. Ve bu yüzden Akdağın o upuzun şiirini su içer gibi okudum ve tekrar tekrar zevkle okuyorum. Mehmed Sarı
Yüreğiniz var olsun Şair'im.
Engin yüreğinizde sevgim yüklü saygılarımla derlediğim çiçeklerim.
Kaleminize, yüreğinize sağlık sayın Alpaslan Akdağ
TÜM YORUMLAR (9)