Kara/kuru; iki kutu: 'yeter”

Yusuf İpekli
42

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Kara/kuru; iki kutu: 'yeter”

Kara/kuru iki sihirli kutu resmen çoluk çocuk, ana baba hepimizi esir etmeyi başardı maşallah. Bu kutuların biri 20. yüzyılın en harika buluşu da diyebileceğimiz televizyon, diğeri ise 21. yüzyılın daha başında muhteşem icat olmayı başaran ve hemen hepimizi yaşamına doğrudan giren bilgisayar.
Aslında bu sihirli kutuların ikisi de bir anlamda aptalca buluştur biliyor musunuz?
Anladım şaşırdınız amma sabrederseniz açıklayacağım.
İnsanı yok edip tüketme noktasına getiren, aile yaşamını felç eden, bizi bize yabancılaştıran, karı ile kocayı, etle tırnağı, atla arpayı ayırmayı başaran kara kuru iki kutunun marifetlerini, onları kimin, ne amaçla, esrar gibi, eroin gibi yaşamımıza pat diye soktuğunu anlatacağım.
Ha, siz bu kutulara aptalca dediğime bakmayın, benimkisi biraz kızgınlıktan biraz kırgınlıktan kaynaklı, bir sinirlilik halinden esinlenen bir duygunun dışa vurumu işte.
O zaman çağın buluşu da denen bilgisayarla başlayalım öyleyse… Yakın çağı bitirip yeni bir çağın, iletişim çağının başlamasına vesile olan o illet makineden başlayalım.
Bütün marifeti insanoğlunun verdiği komutu uygulamak okapalı kutu…
Biz de her şeyin modası vardır ya bilirsiniz. Komşunuz halı alır ertesi gün bütün köy, mahalle aynı halıya sahip olur. Körü körüne yaşayış, körü körüne özenti, körü körüne inanış işte…
O almış benim neyim eksik. Sen de var benim de olsun… Ayranı yok içmeye donsuz gider.ıçmaya misali.
Bilgisayar furyası, internetin büyülü rüyası o kadar yaygınlaştı ki… Aklı eren de ermeyen de, bilen de bilmeyen de bilgisayardan başka bir şeyden söz etmez olduk. Üstelik denetimsiz, üstelik kendi başına, üstelik körle yatanın şaşı kalkacağı biline biline…
İnternet denilen pis dünyada öyle cazip yayınlar var ki… Çocuksan bağımlılık yapan oyunlar, sapıksan her türlü porno, o arada özellikle çocuk pornosu, eğip büküp kırabileceğin silah, bıçak görüntüleri ve seni senden alıp bambaşka dünyalara, hülyalara götüren, geçici rahatlık verdiği sanılan süsler, sesler, görüntüler…
Karı ile kocanın birbirinden habersiz, kırkından sonra yeni aşık sevgililer gibi hatta aynı çatının iki farklı odasından birbirlerine yazdıkları çet sözleri… Hatta birbirlerine internetten saldıkları seksi fotoğraflardan sonra kopan kıyametin belleklerde estirdiği fırtınalar…
Anlamıyorum…
Bir ülke neden, hangi umar, çıkar için, nasıl kıyar da o tertemiz genç beyinlerin bu büyü ile yok olmasına izin verebilir. Neden bu ülkede her köşe başında bilinçli bilinçsiz, anlayan anlamayan herkesin sallapati olarak açtığı, işlettiği İNTERNET KÂFFELERE izin verilir ki…
Nasıl olur da faydası bir kıyıya konup sadece eğlence kısmı ön plana çıkarılır. Neden büyüsü revaçta olur, her ortama sokulur bu kutu anlamıyorum.
Gerçi dört kişilik küçücük bir memur ailesinde bile 5 - 6 telefon, 8 - 10 tane hat olduktan sonra…
Aslında bilgisayar yoluyla işlenen suçlar tespit edilmeli ve bu suçlara en ağır cezalar verilmelidir. Verilen bu cezalar kamuoyu ile de paylaşılmalıdır. Çünkü paylaşılan bu cezanın bir değeri olsun, caydırıcılığın da bir işlevi olabilsin.
Oysa bizim memlekette çalan karlı, vuran karlı, yakan, yıkan karlı… Oysa bizim ülkede kimsenin kimseden haberi yok… Birileri istiyor biz de veriyoruz. Bizden taviz isteyenlerin usulüne, gaydasına bakmadan, polis gücüne, adalet yapısına, cezaevi koşullarına bakmadan birileri istiyor biz de habire veriyoruz. Oysa oralarda asker, polis güçlü ve yetkili, oysa oralarda adalet kısa zamanda adil tecelli ediyor, oysa oralarda cezaevleri adam gibi mahkûmlara adam akıllı dersler verebiliyor. Açıyoruz ütopik bir sevdanın etkisiyle limanları, havaalanlarını iki kuruşluk urumlara açabiliyoruz…
Avrupa Birliği…
Bütün bunlardan bize ne ki… Bizim kutumuz hazır. Oralardan, işte bize ithal adalet enjekte edenlerce üretilen bilgisayarlarımız köşe başlarındaki internet kâffelere yerleştirildi. Oyun var, savaş var, porno var, eğlence de var. Bir de daha Allah’ tan belanı mı istersin ki…
Bilgisayardan sonra bir diğer kutunun da televizyon olduğunu açıklamıştık.
Çünkü televizyon denilen kutuda yayımlanan deli saçması, program bozuntusu yayınların en azından pratikte ne denetimi var, ne de toplumu eğiten, öğreten, olumlu yönde davranış değişikliğine ön ayak olabilecek özelliği mevcut.
Çanak anten de moda ya şimdilerde…
Evinin içine 2000 civarında kanalı izleme olanağına sahip bir aile düşünün. Şifreli kanallar, test yayınında olanlar, sinyali kesilmiş olanlar, kumar kanalları, seks yayını yapan pornocular, paparazzi kanalları… Ve bu kanalların çocuklarımızdan alıp götürdüğü değerler. Bir çocuğu zehirlemek için, azar azar yok etmek için, kafasını, beynini başka yanlara kanalize etmek için televizyondan ve bilgisayardan başka bir şeye hacet var mı bilmiyorum.
Evir vur, çevir vur yani…
Nasıl olur da bu yayınlara izin verilir anlamıyorum. Nasıl olurda etkili ve yetkililer denetlemeden bu yayınları yaptırırlar. Bu yayınlardan kimin, ne çıkarı vardır asla anlayamam. Dünyada yeni ve genç nesline bu kadar düşman olan başka bir toplum var mı onu da anlamış ve tahlil edebilmiş değilim.
Eğitimciler, yanlış örneğin pekiştireç olacağı için sağlıklı örnek olmayacağını özellikle söylerler. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz anlayacağınız. Okullarda meydana gelen ufak tefek olayların ballandırılarak, döne döne birinci sırada flaş haber olarak yayımlanması yanı, yönü, çapı olmayan, gelecek kaygısı taşıyan, yaşamak için birilerini ezmek gerektiğine inanan gençleri olumsuzluklara öyle motive ediyor ki sormayın gitsin.
Televizyondan verilen bir olumsuz haberden hemen birkaç gün sonra benzer bir olay hatta daha vahim boyutlarda bir başka okulda, kurumda ortaya çıkmıyor mu? Göbeğe kadar indirilmiş kravatlar Hayat Bilgisinin eseri değil mi? Kurtlar Vadisinin bıçağı, Arka Sokakların sopası, bilmem şu dizinin silahı ile yapılan kavgalar yiğitlik göstergesi değil mi? İşte son zamanlarda Bin Bir Gece Masallarında geçtiği iddia edilen şu bir geceye 300 bin dolar daha hikâyesi dilden dile dolaşmıyor mu?
Gencini korumayan, gencini olumlu yöne kanalize edemeyen, gencine gelecek güvencesi veremeyen toplumlar korkarım ki yakın gelecekte önemli sorunlarla karşı karşıya kalırlar.
İşte sokakların durumu ortada…
Avrupa Birliği sevdası bütün değerlerimizi elimizden aldı.
Öğretmenin ne gizi kaldı, ne de izi… Polisin, askerin ne etkisi kaldı, ne de yetkisi. Aman efendin asker de, polis de yetkiyi pervasızca, acımasızca kullanmadı mı? Hatırlayınız işkenceler, dayaklar… Doğru doğru da pire için yorgan yakmak niye? Hesap sormak varken bu adam sendeci yaklaşımın gerekçesi ne?
Sokakta güvenlik, iş yerinde güvenlik, çocukta saygı, büyükte sevgi, hoşgörü nerede şimdi? 78 kuşağı olan bizim nesil iyi bilir, 12 Eylülde terör belası vardı. Bu bela nedeniyle akşam eve sağ salim dönmek büyük marifet gerektirirdi. Şimdilerde ise internet ve televizyon yüzünden hortlayan çeteler nedeniyle çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız sokağa çıkamaz oldular.
Okul yolu çok korkunç.
Çarşı, pazar kapkaç rezaleti ile dolu.
Bütün bunlar olurken de herkes seyirci. Toplumsal tepkiden eser bile yok. Polisin yaptırımı maalesef ki… Adam sendecilik aldı başını gidiyor.
Al şu Avrupa Birliğini başına çal şimdi. Avrupacılar amaçlarına ulaştılar. Soğuk savaşta kazanan taraf onlar şimdi. Çünkü onlar bizi, yiğit ve yürekli gençlerimizi zehirlemeyi başardılar.
Ah Şu Avrupa Birliği Masalı dediğimizde kızanlar, diş bileyenler duyun şimdi, anlarsınız ya, nasılsınız?
Binlerce sapığın yaratılmasına ön ayak olan televizyon ve bilgisayar bu bir feryattır. Bu feryada kulak vermelisiniz. Yazıktır bu millet büyük bir millettir. Bu büyük milletin evlatlarını yok etmeyin emi.
Siz de harekete geçin artık etkili ve yetkililer. Madem dün Avrupa Birliği hayaliyle yok ettiğiniz, tahrip ettiğiniz yasalarımızı değiştirirken kimi suçları cezasız ortada bıraktınız, televizyon ve bilgisayar teknolojisinin ortaya çıkardığı yeni suçları aklınıza bile getirmeyip havada koydunuz, aklınız başınıza gelsin gayri. Suçları tanımlayın artık. Suça karşılık en ağır cezayı verin artık. İnsan hakkı, izzeti nefis safsatalarını atın artık çöp sepetlerine. 17 aylık sabiye tecavüz etme sapıklığını gösteren caniyi cezaevinde beslemenin anlamı nedir ki… O rezil 30 sene yatıp çıkınca adam mı olacak ki şimdi onu benim vergimden ayrılan payla besleyeceksiniz. Hakkımı asla helal etmiyorum bilesiniz.
Madem insan hakkı neden gelişmiş ülkelerde elektrikli sandalye, gaz odaları ya da zehirli iğneler vardır ki… Ya da neden biz de yok ki bu uygulamalar.
Ve şimdi tam da bu günlerde yol ayrımındayız. Ya kara/kuru iki kutunun tutsağı olacağız ya da o kara/kuru iki kutu bizim tutsağımız olacak.
Ya Kurtuluş Savaşını verirken, onca düşmanı denize dökerken ihtiyacımız olmayan Avrupa Birliğine kayıtsız teslim olacağız ya da aklımız başımıza gelecek. Ya onca devrimi gerçekleştirdiğimiz ruhla kafa tutacağız emperyalizme ya da emperyalistler ocağımıza incir ağacı dikecekler. Ya tek yumruk, tek beden, tek ruh olup bu memlekete sahip çıkacağız veya körpecik beyinlerin sahiplerini, dolayısıyla eşsiz memleketimizi kaderine terk edeceğiz.
Önerim ise; ana babaların çocuklarına sahip çıkmalarıdır. Gerekli yasal önlemleri almak bir başka öneridir. Bu önlemlerle birlikte, “Kutuları adam gibi açalım, çocuklara bolca sevgi saçalım.” sözünden hareketle ve nasıl başarılabilecekse aynı çatı altında yaşayan annenin eski kocasından olan çocuklarından, babanın eski karısından doğan çocuklarından, bunların yanında anne ve babanın yeni evliliklerinden meydana gelen çocuklarından kara/kuru iki kutu esirgense bile sevgiyi esirgememek en doğru yol olacaktır.
Bir de dünyayı minnacık hale getiren bu “Kara/kuru iki kutu: Yeter.” sloganıyla açılacak kampanyalara destek olmak…
Var mısınız?

Yusuf İpekli
Kayıt Tarihi : 2.7.2007 15:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Yusuf İpekli