Soğuk bir kış gecesi tüm çıplaklığıyla seriliyordu gecenin üstüne.Uzaklardan gelen baykuş sesleri ince ince diliyordu geceyi.Bacalardan tüten dumanlar,yer yer ışığı sönmemiş evler hayat kıpırtısıydı bu baygın kış gecesinin.Şehir soluk almıyor,karın yeryüzüne süzülüşünü izliyordu.Sokak lambaları hayranlık duyuyordu göklerden süzülen bembeyaz meleklere.Az önce geçmiş bir adamın ayak izleri belli belirsiz dizilmişti kaldırım kenarlarına.Işığı sönmemiş evlerin birinden gelen aşüfte bir kahkaha,gecenin sessizliğine avare kurşunlar gibi dağılıyordu.Uzaktan bakınca ölü bir masal gibiydi şehir.
Azönce karların üzerine izlerini sepeleyen bitkin adam zor duruyordu ayakta.Ha agayret! bir yalpalayışla uzandı kapının koluna.Nafile bir çabanın,havlu atmadan önceki son hamlesiydi bu.Kalkamadı yığıldığı yerden.Oysa kapıyı açıp içeri girebilse,uzanabilse tahta yatağına belki dirilirdi elleri.Alın teriyle nasır tutan elleri.O eller daha minicik bir körpeyken, çok uzaklardan gelip konmuştu bu şehre.Ne çocukluğundan gençliğine akıp giden derenin hışırtısını unutmuştu bu yaban elde,ne haylaz yaylaların tirşesini...Dibine düşen töngellerin ninnisini uyuttu gurbetin beşiğinde...Ne oyuncak arabalar,ne futbol topu,ne tomurcuk bilyeler...Tek hayali kurşun kalemlerle dolu bir kalem kutusuydu.Şefkat tarlası elleri kazma sapını indirirken karaelmasın kalbine,kokulu silgilerin kirpiklerine tutundu.Yüreğini kırpıp kırpıp yamadığı bohçalama hayata kin tutmadı bildiğimce.Kopardığı her parçayı bembeyaz satırların üzerinde kara elmasların dansı saydı.Bir madencinin hüzün alfabesinde.
Üç beş yumurta ve birkaç tekerlek sucuğun kalbindeydi hayat.Bu kadar yalındı simyası huzurun.
-Gelişimden daha sessiz olur benim gidişim,bakın görün! diyordu,güneşi soyunup karanlığı giyindiği her maden sabahında.
Ve ekliyordu:
-Bir temiz ismim kalsın bu zindanda!
Karanlık ve kader...Sanki biri kocasıydı insanın biri kuması...
-Bir insanın çocuklarından başka kimi var ki, diye başlayan şiirler yazıyordu hergün içinden.
-Mürekkep yalasam kesin şiir terzisi olurdum, diyordu gözgöze geldiği hayatın tevriyesine.Kara bir elmasın yalnızlığını dikiyordu kendi çokluğuna.
-İğneyi batırdın,canımı yaktırdın! diye diye inliyordu maden.Ve madenci potporik bir senfoniyi gıdıklıyordu küfürün ipek kollarında.Karanlığın duvarlarına siniyordu fısıltısı:
-Şşşşt! biliyor musunuz, hayat beni madenci sanıyor,madenci sanıyoooor!
Işığı sönmemiş evlerin birinden gelen aşüfte bir kahkaha, gecenin sessizliğine avare kurşunlar gibi dağılıyordu.Uzaktan bakınca ölü bir masal gibiydi şehir.Kalkamıyordu yığıldığı yerden.
-Yok! ...diyordu.Yok yok yook! Şimdi değil! Güneş doğsun üstüme,üstüme ışıkları dökülsün.çocuklarım...güneşlerim...İçeri bir girebilsem...bir uzanabilsem tahta yatağıma belki dirilir ellerim...diye diye akıyordu gözlerinden hayat.
İniyordu madenin utangaç kepenkleri.Ve son kez elma kokulu köyünü örtünüp, usulca son nefesini üflüyordu gecenin ceplerinden...
Kayıt Tarihi : 10.4.2012 17:28:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Nurcan Usta Diriker](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/04/10/kara-incilerin-dansi.jpg)
uğradığım sayfanızda,
Bu güzel çalışma ile karşılaştım.
Tebrik ederim
Yaşayacaklarınız,
Yaşadıklarınızdan daha renkli,
Daha hareketli,
daha bereketli
Geçmesi temennisi ile
Doğum gününüzü tebrik eder
Sağlık
Afiyet
Başarı dolu bir ömür
Yüce Rabbimden niyaz ederim
(Doğum günü için yazmış olduğum beyit.
Seviyorum işte seni isterse kainat duysun.
Seninle tanıştığım gün benim doğum günüm olsun.)
Osman ERDOĞMUŞ
SAKARYA
TÜM YORUMLAR (1)