Kar Tutan Dalları Silkelemek

Ayşe Keskin
39

ŞİİR


7

TAKİPÇİ

Kar Tutan Dalları Silkelemek

20 - 24 Şubat- 2008 tarihleri arasında, ikincisi yapılan “Her Yönüyle Trabzon Etkinlikleri- 2” ye davet edildiğimizde Ada dergisi olarak “evet, geliyoruz “ dedik.
Ayrıca bireysel olarak çağrıldığım şiir dinletisindeki görevim dolayısıyla daha bir sorumlu hissettim kendimi bu yolculuk için.

Türkiye genelinde birden bastıran soğuğun ve gitmeden üç gün öncesi akşamdan başlayan rüzgâr ve karın ulaşıma etki edebileceği gerçeğiyle endişelensek de ne soğuk ne kar boran durdurabilirdi bizi ama kızımın yola çıkmadan bir gün öncesinde ani rahatsızlığı boynumu büktü açıkçası. Bu konuda en büyük desteği her zamanki gibi yine eşimden aldım. “Olur böyle şeyler. Arkada insan yok mu, gözün arkada kalmasın sen git! ” bu sözü benim için çok önemliydi ve doktora gitmemiz ilaçlara başlamamız ve kızımın geceyi sakin bir şekilde geçirmesi… Yola çıkacağım gün, havanın güzel olması da içimin yine kıpır kıpır olmasına yetmişti. Hazırlıkları tamamlayıp havaalanına doğru giderken iki gün içinde an an değişen havanın ve durumların insanın iç dünyasındaki iniş çıkışlara benzediğini düşündüm. Neticede her şey olacağına varıyordu işte. Dostlarla bir arada olacağımız birkaç günün sevinciyle uçağa bindim.. Küçük bavulumu bagaja vermedim. Yanıma aldım, onu üst bölümdeki yerine yerleştirdim. Koltuğa oturdum. Gittiğim gibi son provalarını yapacağımız ve saat dört civarında gerçekleşecek dinletimiz için elimdeki kâğıtlardaki şiirlere göz gezdirdim. Bir zaman sonra hostesin anonsu hepimizi heyecanlandırdı. Bir yolcu fenalaşmıştı ve doktor olup olmadığını soruyordu. Hemen bir önümdeki sağ taraftaki koltuklardan orta yaşlarda bir bayan kalktı, elindeki kitabı koltuğun üstüne bıraktı ve hastanın yanına gitti. Hastanın tansiyonu ölçüldü, aralarında konuşma geçti. Ve sakin bir şekilde yerine tekrar oturdu doktor hanım. Demek önemli bir şey yoktu. Herkes kendine dönmüştü yine. Gözlerimi kapattım. Yollar ve yolculuklara dair ne çok şey vardı belleğimde. Hepsini tek tek düşündüm. En mutlu edenini, en hüzünlü kılanı, en kırgın bırakanı, en çılgın olanı, en romantik, en bitmek bilmeyenini, çabuk bitenini… Çabuk biteni en kısa zaman içinde en uzun zaman geçişiydi. İnsan ömrünün çoğu yollarda geçiyordu. Bu kesindi ve bana göre insan kendini yolculuklarda buluyordu. Uçağın alçalmaya başladığını anons eden hostesin sesiyle gözlerimi açtım. Yanımdaki iki beyin volümü yüksek seslerini daha yeni yeni duyuyordum. Düşünceler yükselirken bazen en hafif ses bile rahatsızlık verir, bazen çok seste bile sessizliği yakalayabilir insan.

(bazen de kar tutan dalları silkelemek gerekir. Bilmiyorum saçlarımda ne zamandan beri kar var! ...Onları kızıl bir ufkun esintisine bıraktığımdan beri ben içimdekileri silkeliyorum.)

Biraz eğilince, koridor tarafından, yan koltukların arasından görünen pencerenin manzarasında kar dağları bembeyaz kapladığını fark ettim.. Birçok kişi de benim gibi karlı manzaraya bakıyordu. Ne düşünüyorlardı acaba? -Kar hep aynı kardı. Soğuktu, bir o kadar da cazip gelen beyazlığı… Peki neydi manzaralardaki karları birbirinden ayıran özellik? Dal üstünde olması, çatı üstünde olması mı? Toprak üstünde olması, yaprak üstünde olması mı? Peki saçların üzerinde olması nasıl bir çağrışım yapardı?
Neticede görünen dağın arkasındaki dağdağayı görme ihtimalimiz ne kadarsa o kadar görebiliyordum ben de düşüncelerle manzaraya bakan insanların dağını. Hele çığa yakalanmadan kara karışmak, cazibesine kapılıp beyaz vurgunu yememek adına dağlara fazla yanaşmamak gerekiyordu. Yine de düşünmeden edemedim –dağlar esas baharda kim bilir nasıl olurdu?

Bu düşünceler içimden geçerken çabucak yere değdi uçağın ayakları! ...
sarsıldı, ileri atıldı sonra durdu. Pilot, kapıları nerede açacağını biliyordu elbette. Pistte kardelen gibi açıldı, uçağın kocaman gövdesindeki kapıları.

Uçaktan indik. Çoğul yapılan bir yolculuk gibi gözüküyorsa da hepimiz bireysel yolculuğumuzu yapıyorduk. Tek başına başlanan ve biten yolculuklardandı bu da…Yerlerdeki karlar saflığını ve beyazlığını yitirmiş, is, pus derken öbek öbek buza yakın bir dönüşümle kenarlarda duruyordu.
Salona yöneldik sonra dış kapıda otobüsler yolcularını bekliyordu her zamanki gibi..
Yeni bir yolculuğa çıkmak demekti bu. Uzak mesafeden gelen için, şehir içindeki mesafeyi aynı saatte kat etmek sıkıcı da olsa, katlanmak gerekiyordu. Neticede varılacak bir yer ve dostlar vardı.

AKM’yi uzaktan gören biri için taş yapının soğuk varlığından başka içinde ne olabileceğini tahmin etmesi güçtür. En azından benim için öyleydi ilk gördüğümde. İçinde yaratılan sıcak ortamın, taş yığınının ruhsuzluğunu bir ölçüde alıyor olması dışında yerleşim alanının genişliğine ve konumuna uymayan bu yapının kültür ve sanat için barınak olarak adlandırılması ve hiçbir estetiğinin olmaması insanın canını sıksa da yine de hiç olmamasından iyidir düşüncesini de getiriyordu bir yandan insanın aklına. (Ne kadar doğru bir düşünce olduğu tartışılabilir tabii.)
Etkinliğin geçen seneden daha kalabalık olması, stantların hepsinin dolu olması, gelen ziyaretçilerin hafta içi olsa bile akın akın gelmesi sevindiriciydi. İlk gözüme çarpan şeylerdi bunlar. İçeri adımınızı attığınızdan itibaren küçük bir Trabzon’la karşılaşmak, tanıdık simalarla selamlaşmak yalnızlığımızı bir ölçüde giderdi. Dostlarla karşılaşmak özlemle sarılmak işin en keyifli ve duygusal tarafıydı. Yaşam dediğin an(ı) lar demeti. İçimizin bir tarafına biriken bu an(ı) lar olmazsa ne ileri gidebiliriz sorgusuz sualsiz, ne de bir anlam buluruz yaşamdan. Ada dergisi standında bizi bekleyen sevgili Serkan Türk’ün dışında, şair ve yazar, sevgili insan Aydın Afacan’ı görmek sürprizdi. ikinci senede de bizleri yalnız bırakmaması ve dostluk ve misafirperverliklerini esirgememiş olması beni duygulandırdı açıkçası.

Bir köşeye bıraktığım bavul ve paketlerim yol yorgunluğunu çıkara dursun benim için an(ı) lar da birikmeye başlamıştı içten içe.
Sevgili şair ve yazar Naime Erlaçin’in gelmesiyle daha bir sıcak oldu ortamımız. Belirtmeden geçemeyeceğim yüksek enerjisiyle bizlere her zaman ufuk açması yabana atılır bir duygu değildi.

Şiir dinletimiz için hazırlıklar tamamlandığında etkinliğin yapılacağı salon da yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Ayrıca ummadığımız dostları ve arkadaşlarımızı karşımızda bulmak keyifliydi. Salona sessizlik hâkim olduğunda yavaş yavaş içimizdeki sesler de dışarı taşmaya başlamıştı.

“En azından üç dil bileceksin” *

Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Üç Dil”* isimli şiiriyle başladık dinletiye. Şiirin büyülü dünyasında gezindikçe yüreklerin coşmaması da mümkün değildi.

Şiirle birlikte içimizde tekrar tekrar tekrarlanan sözlerimiz vardı. -Sevdiğini söyleyecek sessizliğin… sevdiğin kadar sesin! ..
Cesaretle… Gerekirse baş koyacak toprağa, gerekirse yenilecek, yenilenecek, yeşereceksin. Evrence yaşamayı, evrence yaşlanmayı bileceksin.

Çok sayıdaki davetlinin güzel bakışları ve destekleyen alkışlarıyla kendi şiirlerimizle bitirdiğimiz dinletiyi hafızamızın bir tarafına koyduk. Sahneden indiğimizde bizde oldukça mutluyduk.

Akşam Naime hanımla eve doğru giderken iyice ağırlık çökmüştü üzerime. Ama hem yemeklerin hem de sohbetin lezzetiyle saatlerce masa başında oturduk. Şiirden, şairlerden edebiyat dünyasındaki gelişme ve olaylarından bahsetmek yeterli gelmişti yorgunluğumun geçmesi ve uykumun açılması için.

Naime Erlaçin’in rahmetli annesi Ayşe hanımın evinde misafir edildim. Bu vesileyle rahmetli babası şair Muzaffer Bulgulu’yu da anmadan geçemeyeceğim. Her tarafı köklü bir geçmişin izleriyle bezeli olan evde iki gece geçirdim. Kitaplara baktım, dokundum. Ayşe hanımın mutfak dolabını açtım. Çeşmesinde ellerimi yıkadım, banyosunu kullandım. Muzaffer beyin belki de en sevdiği koltukta oturdum. Çayımı içtim. Anılarım arasına giren bu iki gece benim için oldukça farklı bir zaman dilimiydi.
Şahin bey (Erlaçin) işe biraz daha geç gitme pahasına beni iki sabah AKM’ye taşıdı. Gerçek bir beyefendiyle kısa da olsa aynı yolda yolculuk yapmak keyifliydi. Ayrıca masa başı sohbetlerimizde görüş ve düşüncelerini (çok sık olmasa da) aktarması düşünce dünyama farklı renkleri yükledi. Sabır ve sevginin insanın olmazsa olmaz duyguları arasında olması gerektiği.. aklın ve hislerin kuvveti uzun ömürlü beraberlikler için en önemli unsur olduğunu kanıtlar gibiydi. Erlaçin çifti bunu başarmıştı işte..

Sayılı günler çabuk geçer derler. Son günde her sabah olduğu gibi yine erkenden kalktım. Bana iki gün kucağını açan sıcak yatağımı kapadım. Kahvaltımı yaptım. Bavulumu topladım. Kapının yanına koydum. Yolculuk için hazırdım. Odalara tekrar tekrar baktım. Bir yaşamı aynı çatı altında geçiren insanların hayattaki beklentilerinin, umutlarının, sevinçlerinin, üzüntülerinin zaman zaman ayrı düşebildiğini ama buluştukları hep bir son veya sonsuzluk olduğunu derinden hissettim.

Sonun ve sonsuzluğun yanında üç gün iki gece, insan ömrü için ne ifade ederdi ki. Anılar için özel olmasından gayrı. Bu günleri Ceviz sandığıma özenle koydum

Şahin Beyle AKM’ye doğru yola çıktığımızda güneşli bir Ankara bizi yolcu ediyordu. Soğuk ve puslu havanın, yerini kış güneşinin ısıtmayan ama en azından yüzlere neşeli gülücükler yerleştirmesiyle kardeşliğin, dostluğun, sevginin, insanlık için, gelecek için varlığını bu devinim içinde hissettirmesi demekti. Güneş doğduğu sürece umut, güneş battığı sürece doğum var demekti.

Dostlara özlemle sarılmak kadar vedalaşmak da yeni yepyeni gelecekte yeni gülümsemeler ve yeni umutlar getirecekti. En azından bunu istiyordum.

Havaalanına giden otobüslerin AKM’le karşı karşıya olması bir şanstı ama saat altı arabasına yetişmek için elimdeki bavul ve çantalarla koşturmak oldukça yordu ve nefesimi kesti. Otobüsün koltuğuna oturduğumda kalbimin atışları hâlâ dinmemişti. Bir müddet kendimi ve çevremi dinledim. Sonra gülümsedim. Dolu dolu bir o kadar da buruk buruk gülümsedim. İnsanın kendi ağırlığı kadar önemli bir ağırlık yoktu hayatta. Kendini taşıyorsa yüklendiği ufak tefek yükleri hayli hayli taşırdı. Taşıdığım yüklerden hiçbir zaman yüksünmedim, bilâkis taşıdığım yükler hep kendime inancımı ve güvenimi arttırdı.

Havaalanına geldiğimizde bilet işlemlerini bitirip, geçiş işlemlerini de bitirdikten sonra çıkış yapacağımız kapının olduğu yere geldim. Dostluğunu ve güler yüzünü karşılaştığımız her zaman içinde, hiçbir zaman esirgemeyen Gazeteci Hasan Beşli beyi gördüm. Selam verdim. Yanına oturdum. Etkinlikle ilgili genel bir konuşmadan sonra söz, nerden dolaşıp geldiyse Trabzon’daki Zağanos köprüsünün altındaki yerleşim alanlarının yıkılmasıyla ortaya çıkan büyük bir alanın eskiden portakal bahçesi olduğu ve modernize edilerek şimdiki yeni haline dolayısıyla eski haline de döndüğünü söylemesi beni oldukça şaşırttı. Trabzon’un nefes alan nefes alınan yerlerinin ortaya çıkarılması güzeldi doğrusu. Bunca kıt arazisinin olması sebebiyle üst üstte yapılan binaların hem şehrin mimari görüntü açısından hem de ana nefeslerini kesmesi açısından bu kötü örneklerinin hızla artması, böylesi projelerin değeri bir kat daha artırıyordu.

Uçuş için hazırlıkların tamam olduğu anons edildiğinde, Hasan bey elimdeki bavulu aldı “olmaz” dediysem de aldı. Sonra “bende en azından sizin elinizdeki paketleri alayım” dediysem de bırakmadı. Genç bir gazeteci kardeşimiz yanaştı, bavulumu Hasan beyin elinden almak isteyip “ben taşıyayım ağabey” dediyse de uçağa kadar taşıdı Hasan Bey.

Ağırlığımı paylaşan, nefesime nefes katan değerli insanlara çok teşekkür ederim.

Uçağa bindiğimde yanına oturduğum genç bir bayan bebeğini emziriyordu. Bebek memeyi bıraktı gözlerime baktı bir an, sonra yine devam etti beslenmesine. Bebeğin eli annesinin memesi üstündeydi. Sıcacıktı, güvendeydi. Her şey ne kadar da doğaldı her şey ne kadar da olması gibiydi. Bu görüntü yaşadığım ama hayatın hırgüründen unutabildiğim güzelliklerdendi. Hatırlamak! .. Hayata ve geçmişe ait ne kadar olumsuz düşünce varsa bir anda içimden sıyrıldı.. Aktı gitti. Yine gülümsedim dolu dolu. Arada küçüğün, küçücük ayakları elimi ittiriyordu. Bu temas oldukça saf bir temastı. Oldukça mutlu etti beni. Umut denilen şey bu olmalıydı. Umut hep vardı. Ve mutlaka bir yerde yan yana düşüp bize dokunabiliyordu.

Bu dokunuş hayata dair en anlamlı dokunuştu.
Yolculuğumu kocaman, mutlu bir gülümsemeyle bitirdiğim.

Ayşe Keskin
Kayıt Tarihi : 28.2.2008 16:00:00
Hikayesi:


...

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Âşık Çağlari Muammer Çalar
    Âşık Çağlari Muammer Çalar

    Harikasınız
    Çok güzeldi yüreğinize sağlık
    Saygılar usta kaleminize.

    Yeni yılınız kutlu olsun, nice nice mutlu yıllara...'
    Karamanlı Âşık Çağlari

    Cevap Yaz
  • Ömer Faruk Toydemir
    Ömer Faruk Toydemir

    Umut denilen şey bu olmalıydı. Umut hep vardı. Ve mutlaka bir yerde yan yana düşüp bize dokunabiliyordu.!
    Evet umut hep olmalı ..!
    şiir gibi okuduğum bu yazının finali çok heyacan verici idi..! Umuda dair..!kutluyorum..!
    saygılarımla
    ömer faruk

    Cevap Yaz
  • Mehmet Kuvvet
    Mehmet Kuvvet

    dalları silkeleyince tutunamayıp düşen kar
    su olur yeniden yürür dallara...
    bu kez içten erişir,
    cansuyu olur yaşamına...bakınca
    hedefi olmasa da gözlerin...birileri daha var
    görmese de gözlerin...


    kutlarım.

    raptiyeli bir yazı...!

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (3)

Ayşe Keskin