kar yağıyor oynak bir havayı kollayarak
ömrümüze tanık bütün zamanlarına dünyanın
sesimizin bembeyaz bir sayfasına/ sonsuzluğa
akan günlerimizin çocuksu yalnızlığına
gri bir gökyüzünden ışıltılar sağılıyor
ardımızdaki ağıdın kilitli kapılarına.
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
dünya nüfusunun ne kadar sanatla ilgili bugün..diye bir soru sormak geldi içimden sonra vazgeçtim..çünkü dünya insanlarının sanata yüklediği anlam üzerinde anlaşmak günümüzde imkansıza yakın..
sosyolojik katmanlar o kadar arttı, o kadar çeşitlendi ki ..başdöndürücü iletişim imkanları yerel ve uluslarası arasındaki bağları yakınlaştırdığı kadar aynı zamanda yüzeyselleştiriyor da sanırım..uluslarası etkileşim ne kadar evrensel olabiliyor..yeryüzünde sığlık artıyorsa bunun etkileşimi de artacaktır elbet
sanat nedir sorusunda anlaşma olmuyorsa eğer günümüzün kaotik yapısında , şiir nedir sorusunda da algısal beraberlik olmayacaktır sonuçta..
aslında naci beyin sorusuna yaklaşmak için bir girizgah arıyorum..
diyelim ki sanat mevcut tüm bilgilerinize sığamadığınız bir yerden türeyen şeydir..mevcut zihin konforunuzun üstüne sıçramaya çalıştığınızda sanatsal bir etkinlik yapma arzusu içine gireriz..
böyle bir başlangıç ve referansla yola çıktığımızda mevcut bilgi konforu size batmaya başladığında bir sancı başlayacak demektir..
dolayısıyla , kamyoncu, dolmuşcu, tenis oyuncusu, balerin, imam, v.b v.b her kim ki kabına sığamıyor ve puslu ve sisli bir araştırma duygusu içine giriyorsa onun içinde sanat kıpırtısı başlamış oluyor..aralarındaki fark şu..zihinlerindeki sıçrama trampleni farklı yüksekliklerde..
suslu ve puslu sözcüğünü bilerek kullandım
ilim ve irfan kelimeleri arasındaki fark..bilgi deneyci(ampirist) ve aynı şartlar altında aynı sonuçları verme koşulundan dolayı donmuş bir yapıdır..
oysa irfan veya hikmet veya felsefe diyelim ..bu kavramlar içinde mevcut bilgi, yeni bilgi arayışında , atlama taşı olarak görülür..bilginin öncü güçleri , akıncı güçleri bu yüzden daima sanat olmuştur..
peki bizim bunca okulumuzda eğitim müfredatının büyük kısmı bilgisel midir, yoksa felsefe tabanlı mıdır
hayat nedir ? sorusu eğitimin içinde ele alınmaz bizde..insanlar günlük pratiklerinden ve ailerinin davranış reflekslerine sinmiş bir kaç nesil öncesi aşiret kurallarından edindikleri izlenimlerle cevap bulmaya çalışırlar yaşamak nedir sorusuna..felsefe bilgisi , üniversite sınavlarında bile etkisiz eleman değerindedir bugün..
sonuç olarak
sadece türk eğitim sisteminin sorunu da değildir bu durum
bir zamanlar ,kralların, padişahların, imparatorların sofrasında, sohbetinde başköşede yer bulan şair ve sanatkarların, bugün artık ,iktidar odaklarına slogan üretme veya sanatla ilgilenen dar bir kesimin oylarını almak amacıyla seçim zamanlarında , miting alanlarında , muktedir çevrelere yaklaşabildiklerini biliyoruz..
son olarak iktidar böylede geniş kesimlerin düşüncesi nasıl..
sanat , karın doyurmuyor..
obeziteden inim inleyen bir toplumun ne doymaz karnı varmış diyesi geliyor insanın ..
naci beyin sorusu hala açıkta kaldı ..farkındayım..
somut bir cevap olmasa da cevabın içinde soruya dair parçacıkların bulunduğunu düşünüyorum
saygılarımla..
İş zor Sinyali Hocam iş zor...
kitap okumayan,araştırmayan,kendini yetiştirmeyen onu bırakın,okuduğunu anlamayan,onu da bırakın kendi yazdığı şiir mi değil mi onu bile farkında olmayan ,'bilgisi olmadan fikri olan'toplumlardan iyi şairlerin yetişmesi oldukça düşük olasılıktır..
abartıyormuyum yoksa...
teorik her dönüştürme çabası nesnel bir sonuca ulaşmıyor maalesef..
mozaiğin özellikle yerinde sayarak imtihana boyun eğmiş olması biraz böyle açıklanabilir..
modernizm batıdan ithal edilmiş bir uygulama çoğunluk branşlarda..
toplum alışkanlıklarının ikamesi için yeterli görünmüyor gözüme..
meddah kültürü kökenli bir toplumda ne heceli ne hecesiz şiirin tam yerli yerine oturmadığını düşünüyorum..
mum devri olarak tanımladığım yıllar içinde oluşmuş gaz lambası kültürünün,diğer söyleyişle karagöz-hacivat kültürünün bir dönem daha türk şiirini etkileyeceği kuşkusuz..
ismail dümbüllü dümbülleşmesinin izleri de yaşatılmalıdır bir bakıma..karagöz hacivat kültürünün de..bu ayrı konu..
esas mesele bu tarzın büyük çoğunluk tarafından hala şiir olduğunun sanılmasıdır..
Kadim zamanlarda, şiir ve usul arasında mutlak bir münasbet vardı..batıda, bizde, doğuda,afrikada japonyada mısırda iranda v.b v.b
kafiye yapmak ,aliterasyon yapmak, dize sayılarının şiirde belli sayıda ve tekrarlarla yapılması , dizelerdeki hece sayılarının eşit olması ,eşit hece sayılarında eşit ses özelliklerinin olması gibi kurallardan biri veya birden fazlası , klasik zamanlarda ,üç aşağı beş yukarı tüm dünya şiirinde mevcuttu ...mesela biz divan edebiyatında sadece hece sayısını eşitlemekle yetinmiyor altalata mısralarda bu hece sayılarını uzun veya kısa oluşlarını da eşitliyorduk..
mesela japonlar bizim divan edebiyatımızla çakışan uzun bir dönem içerisinde , bizim manilerdeki veya rubailerdeki kısalık içinde haikular yazmışlar ve çok sıkı bir disiplin kullanmışlar ölçüde..üç dizeli bu şiirlerin ilk dizesi 5 ikincisi 7 ve üçüncüsü yine 5 heceden oluşuyormuş..
Şiirde vezin (ölçü ) ve mısra dizilim kurallarına ait disiplinden modernleşme ile birlikte uzaklaşılmaya başlanmış ve tabiatıyla modernleşmenin doğduğu yer olan batıda başlamış ilkin bu uzaklaşma
binlerce yıllık yerleşik kıymet hükümlerinin sarsıntı geçirmesinin başlangıcını yani modernizmin sosyal yapıyı değiştirmesinin başlangıcını, rönesans ve reform olarak alanlar olduğu gibi burada oluşan felsefenin tecessüm eden ilk evladı buharlı makinayla başlatanlar da vardır..Bu dönem ilkin kalıpta bir değişiklik yapmasa da şiirin muhtevasında (içeriğinde)sosyal yapıdan yansıyan yeni değer yargılarına doğru değiştiği malumdur..mesela ziya paşanın terkib i bent şiiri aruzdur ama muhteva açısından klasik divan ile ilişkisi yoktur ..
Bütün dünyada olduğu üzere , cumhuriyet dönemi ile birlikte artık modernleşme , kentleşme hatta kentin kendi içinde yepyeni anlamlara hızla yönelmesi sözkonusudur.. bu esnada her hızlı değişim döneminde oluşan kaotik yapı insanlık bilincinde anaforlar oluşturmuş ve bu savrulmalar şiirin kurulu biçimsel düzenini ve aynı zamanda anlam içindeki yerleşik temalarıbı karmakarışık etmiştir..Şiir her şeye rağmen, isyandan türemesine rağmen i arzulanan bir dünyaya özlemi ve bunun düzenini de kurmak ister ..kaosla çalkalanan zihnin yepyeni bir düzen (kozmos)arzusu elbette bu savrulan şiirin içinde de bir gizli, bir puslu düzeni barındırmasına yol açar..ancak yeni şiir aslında tam bir dinamik kaostur artık..
Kaos dönemlerinde, tasnif zorlaşır..tektipleşen global kültüre karşın , iletişim sayesinde en otantik etnik kültürler bile kolay vitrifiye edilebilmektedir..
modernleşme ve teknolojik gelişmeler önceleri tektipleşmeyi çoğaltırken, iletişim olanaklarının ve araştırma hızının artması nedeniyle bu defa ayrışma ve farklılaşma hızlanmıştır..Bu nedenle şimdilerde ötekileşme kavgasının ötekini tanıma çabasıyla aşılması gayretleri artmaktadır
Kısacası artık toplumsal kültür , uygun oranlarda karışım ve işlemle '' aşureyi'' keşfetme çabasındadır..mozaik kültürden mayalanmış kültüre geçiş çabasıdır bu..
bütün bunları neden söylüyorum..
her şiir için, ama her şiir için buradaki okuyucu yapısındaki farklılaşma bana bunları düşündürdü..
.şiirden alabildiklerimiz veya şiirin bize dokunabilmesi çocukluktan itibaren beslendiğimiz kültürle alakalıdır..
ve kültürel beslenme alanlarımız artık yüzyılımızda , hiç bir yüzyılda olmadığı kadar heterojendir..
Bu kaos var olmaya devam edecektir dolayısıyla burada..
Gibi şeyler düşündüm işte şiir dolayısıyla
Bu şiir kaosu deforme ederek olgunlaştıran bir dönemin örneklerindendir diyorum
...onun öğrencisi yok ki, tin ayini ustası
...ama gel görki Tin çıkarma ayinlerinde hep göz çıkarıp kafa kırdığından ayinlerine de pek katılan yok. şuan sinek avlıyor.
Ahmet Özer
Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve edbiyat fakültesiÖğretim görevlisidir. Kıyı Dergisi editörüdür. Bir çok dalda etkinlikleri olan kitap yazan dergiler çıkaran ve daha sürü meşgale arasında şiir yazmaya nasıl zaman bulabiliyor şaşırıyorum.
Dost bir insandır. Adamdır. Vefalıdır.Zaman zaman görüşürüz kendisiyle.
Öğretmenler yadedildiğinde her zaman saygı ile anacağım ilk kişi O'dur ONU SEVİYORUM. O BENİM HAMSİKÖY ORTAOKULU TÜRKÇE ÖĞRETMENİMDİR.
( Öğrencilerinden senin de sevenin varmı Pehlül?
Konu tanıdık ancak anlatım karışık. Virgül kullanmak varken kesme işaretinin sıkça kullanımındaki manayı kavrayamadım.Benzetmeler, mecazlar güzel ama aşırıya kaçılmış gibi anlamı karıştırmış. Gerçekten benim de çocukluk çağıma hükmeden bir doğa olayıydı 'kar yağışı'. Bu nedenle zevkle okumaya çalıştım. Sağolsun yazan eller!
...ULVİZİYA ağabey; işte tamda benim size anlatmak istediğim şey budur.
...yazdığın zaman Rıza Tevfik ve Neyzen Tevfik gibi yazacaksın ki düşmanların dahi sinirlerinden Kızıl PARMAKLARINI ısırsınlar. şiir diye derme çarpma dörtlük yazmayacaksın. dün bunu belirtmek istedim boşu boşuna bana saldırdın.
Olur mu ya ?
Gel oğul yerinme felâketine
Yanmayınca , cevher kal olur mu ya ?
Acıma boş geçen şu zahmetine ;
Çile çekmeyince hal olur mu ya ?
Bir avuç arpaymış diyetin senin ;
Bilinmedi yazık , kıymetin senin ;
Ne işe yaradı niyetin senin ?
Bal demekle ağız bal olur mu ya ?
Kemankeş değilsin ; ne ok atarsın
Yabani dikensin göze batarsın
Ebcedi bilmezsin hikmet satarsın
Elif ba , ba cim , cim dal olur mu ya ?
Ömrün heder oldu : kitap okudun
Bir tutam aklını dolaba kodun
İpliğin çürükmüş ne bez dokudun
Paçavra parçası şal olur mu ya ?
Ne umdun küçükten hatta büyükten
Gün doğar mı sandın , odada yükten
Çıyanlar yuvası kuru kütükten ,
Filiz türeyip te dal olur mu ya ?
Hak dedin , bakmadın dosta , hatıra
Bismillah yazılı yağlı satıra
Böyle bir uğursuz sersem katıra ,
Karpuz kabuğundan nal olur mu ya ?
Onlar deryaya pösteki sermiş
Dağ , deniz aşarak murada ermiş
Yüzme bilmiyenler çayda gebermiş
Çamaşır teknesi sal olur mu ya ?
Sen Turan ilini engin mi sandın
Zaloğlu Rüstemi dengin mi sandın ?
Hey müflis kendini zengin mi sandın ?
Tatlı mâlihülya mâl olur mu ya ?
Boş yere başını hülyâya salma
Abdestsiz , ağzına Fatiha alma
İmrenip baktığın o kızıl elma ,
Güneş görmedikça al olur mu ya ?
(Küp)ünde pekmezin tortuymuş meğer
(uçan ,turna) dedin , martıymış meğer
(Yarın bayram)dedin , Yortuymuş meğer
Böyle çingenece fal olur mu ya ?
Hey Rıza âlemi kastın ,kavurdun
Saçma düzdün ama hikmet savurdun
Kâh çivisine , kâh nalına vurdun
Yabani katıra nal olur mu ya ...?
Rıza Tevfik Bölükbaşı
Âti Gazetesi: 4.2.1918
Kılıktan kılığa girip gelsen de
Yüzlerce binlerce isim versen de
Şiven ele verir köftehor seni
Ulvi Ziya beyin hicvi ensende :))
Mevsiminde yağarsa; yağmur güzel kar güzel
Haziranda Temmuzda; elbette ki, har güzel
Bunlar birer nimetse; yapmak gerek şükrünü;
Kim yaparsa o şeyi; ahiret'te kar güzel.
Bütün gönül dostlarına ve şair'e gönül dolusu selamlar.
Bu şiir ile ilgili 23 tane yorum bulunmakta