Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında
Işıl ışıl yanan parlak yalaza,
Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi,
Kurabildi o korkunç simetrini?
Hangi uzak derinlerde, göklerde
Yandı senin ateşin gözlerinde?
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Devamını Oku
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
* Her Gece ve her Sabah
Doğar bazıları Acı'ya.
Her Sabah ve her Gece
Doğar bazıları tatlı Hazza.
Doğar bazıları tatlı Hazza,
Doğar bazıları Sonsuz Gece'ye.
Yönlediriliriz bir Yalan'a inanmaya
Göz'ün içinden görmediğimizde,
Ki bir Gece doğmuştur, can vermek için bir Gece'de,
Ruh uyurken Işık Huzmelerinde.
Tanrı belirir, ve Işıktır Tanrı
Gecenin içinde barınan o zavallı Ruhlara;
Ama bir İnsan Biçimi'ni sergiler
Gün'ün Diyarları'nda yaşayanlara.
William Blake
Yaratılışa hayranlık duygusuyla yazılmış bu şiir bende ilk önce Baudelaire hatırlattı ama sonra bir daha okudum değilmiş.
çeviri olmasına rağmen bu sayfaya asılan birçok şiirden daha güzel bir şiir çevirmene tebrikler.
Çeviride en zor şiir çevirisidir. Çevirmen bu şiirde bunu gayet iyi yapmış. Ahengi yakalayabilmiş olması müthiş.
Günün şiiri ,Orta değerde...(BENCE)
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Dingo'ya Taş...3
Şiir sanar bu dingo , acayip havlamayı...
Eylemiyle , başarır , yabani tavlamayı...
Fransa'dan buraya bir şeyler der anlamsız ;
Dingodur o , ne şiir bilir , ne hikmet avlamayı....
Bırakmalı bu kuduz , herkese hırlamayı...
Yönetim de sanki fırtına öncesi bir sessizlik var.Hayırdır inşaallah.:? ? ? :(
K A P L A N
El Kadir esmasının öyküsünü yazdım. El Muktedir ismine geldim. Birileri bu şiiri seçerek ve buraya asarak bana yardım etmiş. Aklıma neler gelmişti! Düşünüyordum, hangi yarattığından bahsedeceğimi, hangi yaratığındaki kudretini örnek olarak göstereceğimi... Bu şiir karşıma çıktı.
Gecenin bu saatinde... Bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmurun sesinin eşliğinde, şiir ormanından bir KAPLAN karşıma çıktı karşıma.
Bir kaplan! Hayvanlar âleminin en kuvvetli yaratıklarından... Krallıklarını ilan edenlerinden... Güçlü omuzlarını meydan okur gibi oynata oynata geliyordu. Yavaş, kendinden son derece emin adımlarla... Gözlerimin içine dikmişti gözlerini. Gözleri, gözlerimi yakıyordu. O kadar korkunç bakıyordu! Bakışları, gözlerimden geçip, beynimi eritecek gibiydi.
Allah, Kudret sıfatıyla tecelli etmiş, ona kuvvet ve kudret bahşetmişti. Ona verdiğinden bana da vermişti ama bedensel gücüm onunkiyle kıyaslanamazdı. Bir an acze düştüm.
Allah, insanı aciz yaratmıştı. Sığınma gereksinimi içindeydi. Başka yaratıklar karşısında bile acze düşüyor, gözle görülmez bir mikroba teslim oluveriyordu.
Yağmurlu bir Antalya gecesinde, dört sularında, tam teheccüt vakti, tefekküre davet edildim. Yağmur şakır şakır yağıyor, camları kamçılıyordu. Şiir ormanının gizemli uğultusuna kaplan kükreyişleri karışıyordu. Kulağımın dibinde William Blake konuşup duruyor, yarım yamalak Türkçesiyle şiir okuyordu. Dinlemediğimi zannederek kükrüyor, aslan kesiliyordu. Dinlediğimi söylüyor, anlatamıyordum. İnanmıyordu. Aynı şiiri ikinci defa okudu. İyice sinirlenmişti. Tepesinin tası atmış bir halde, hırıltıya benzer korkunç bir sesle gürledi:
“Anlat o zaman! Ne demek istedim ben? Anladıysan anlat! Seni dinliyorum!..”
“Tamam! Sakin olun, lütfen! Anlatacağım…” dedim. Başladım anlatmaya:
“Hey! Kaplan denen yaratık!
Nasıl bir kudret eli yarattı senin o korku salan varlığını? O nasıl bir Kadir-i Mutlaktır!.. Yaratılışındaki nasıl bir uyumdur! O ne mükemmel ahenk ve ne korkunç bir tasarım!..
Gecenin karanlığında bir çift ateş parçası gibi parlayan gözlerindeki yangın, cehennemi bir ateşten mi? O ateşi gözlerine kim yerleştirdi? Öyle bir ateş ki yedi kat yerin altına nüfuz eder! O yangının alevleri hangi kanatlara güvenerek yedi kat göğe yükselmeye kalktı? O alev kanatlarını boşlukta tutmaya kadir olan hangi el?
Çelik kirişlerden oluşan yüreğindeki kuvvetli kasları, nasıl omuzlara sahip bir güç bükerek şekil verdi ki o atmaya başladığı zaman, son derece güçlü kollar ve ayaklar kazandırdı. Hangi çekiçle yapıldı demirden bedenin? Nasıl bir zincir, nasıl bir DNA, vücudunu oluşturan! Beynin, hangi ocakta pişerek şekillenip işlev kazandı? O demir pençeler, hangi örste şekillendi ki onlar, ölüm korkularını kavramaya yeltenirler. Korktuğun anda ölümü kavramaya uzanır, savunmaya geçerler.
Kuzuyu yaratan mı yarattı seni de? O sevimli, munis varlığı… Yaratılışınızda benzerlik olsa da onunla ne kadar zıt karakterlerdesiniz! Şimşekler çakmaya, yıldırımlar düşmeye başlayınca ve yıldızların gözlerinden yaşlar boşanıp, gökyüzü sulanınca, seni Yaratan, eserini seyrederek gülümser mi?
Ey, kaplan denen yaratık! Gecelerde, ormanlar içinde parlayan, alev saçan varlık! Ey, korkunç ışıltı! Nasıl bir kudret eli yarattı seni, sendeki bu korkunç ahengi?
Allah, Muktedir’dir. Her şeye Kadir’dir. Ne mutlu size! Geç de olsa anlamışsınız. Mezarlığa park etmeden önce farkı fark etmişsiniz. Umarım imanınızı kurtarabilmişsinizdir. Hava nasıl oralarda? Yanıyor musunuz, donuyor musunuz? Asayiş berkemal mi?”
Bir de baktım ki uyumuş kalmış! Ben masal mı anlatmıştım? Yoksa uyuyup kalan ben miydim? Bir rüya mı görmüştüm? Yağmurlu bir gecede, karanlık bir ormanda, kaplan avına mı çıkmıştım? Aman Allah’ım! Bu nasıl işti?
Haydi çocuklar, iyi uykular, tatlı rüyalar! Masal burada bitti. Gökten üç elma düştü. Biri William Blake’in, biri benim, diğeri de sizlerin olsun! Ne yapalım, artık paylaşırsınız.
Mutluluklar…
Onur BİLGE
baskı rejimi yoktur ülkemde!..yalan söylüyor bunlar!..e yani azıcık bir ceza verilmiş 3 yumurta ile yakalanan üniversite öğrencisine!..ah be çocuğum, yumurtaları pişirmek için aldım falan deseydin ya!.üstüne yatıp,civciv çıkartacaktım deseydin ya!.annem kek yapmak için istemişti deseydin ya!..deseydin de,onlar bildiğini okuyacaktı yine;biliyorum!.
ne baskısı bu!..baskı falan yok!..ne var peki peki..üç yumurtaya 11 yıl!...iyi ki daha çok yumurta ile yakalanmadın çocuğum!.ya bir koli olsaydı yumurtalar..siddin sene hapisteydin yeminle!..
bağırasım geliyor,bağırasım...
'Kuzuyu halk eden mi halk etti seni?'
halk olmasaydık,nasıl dönüşecektik koyuna!..iyi ki doğduk!..iyi ki kuzu olduk,koyun olduk...şişek,fişek olduk!..çayırları,ormanları yağmalanan topraklarda otlaya otlaya yaşadık gittik işte!..
'o yaylanın çimenine
kuzu yayılır,kuzu '
türküsünü bile söyledik 'me' sesimizle!..biz söyledik,ağaçlar oynadı!..ağaç dediklerimin kim olduğunu anlayın gayri!.hepsi tomruk beh!.hızara vurup mezar tahtası yapacaksın onlardan ki;mezarımızı kazanlar da onlardır yine...
şiire gelice: Tuğlu'ya teşekkür ederim meği için ve derim ki,yabancı şairler iyi şiir yazamıyor...aferin bizim şairlere!..
bu rada bu Kaplan,başka bir 'kaplan' olmasın sakın!düşündüm sadece..
herkese saygılarımla...
Anlamlı bir şiir ilk bakışta.
Eşeleyince ne çıkar göreceğiz vesselam.
Bu şiir ile ilgili 32 tane yorum bulunmakta