Eski bir pınar kenarında oturmuş düşünürsün:
Nasıl da kurumuş akan sular,
nasıl da oyuk bırakmış sonra toprağı, kuruyan suyun buharı…
Oysa gece geç vakitlerde bombalar düşer
uzakta bir şehrin ücra köşelerine
ve orada kuruyan pınarlar artık gözyaşı pınarlarıdır…
Ağlarken, ne için ağladığını unutan kitlelerin seli
yeni bir oyuk oluşturur toprak üzerinde…
Yağmur, gözyaşından hep utanır…
Utanır onun duruluğundan, utanır durdurulamamasından…
Kalkıp bir şehirden başka bir şehre göçer uygarlıkların umutları…
Artık aktığı yerde duramayan pınarlar gibi,
gidip başka yerlerde akmaya uğraşırlar…
Bir çöl sessizliğidir herkesin gözlerinden okunan
ve bir çöl fırtınası herkesin beyninde yankılanan…
Unutma: Doğuya gittikçe çoğalır doğrular çoraklaşan topraklar kadar…
Yalnızlık insana çok şey hatırlatır;
korkuyu hatırlatır önce,
sonra sevgisizliği en ince ayrıntısına kadar tattırır.
Unutma: Doğuya gittikçe insan yalnızlaşır…
Orada susuzluktan kurumuş topraklarda
gözyaşlarıyla sulayarak umutlar yeşertilir…
Yeşeren umutlar cehennem sıcağında kurur; kül olur…
Bir isyandır artık herkesin gözlerinden okunan
ve umutsuzluk herkesin gözbebeklerini
kurumuş topraklar gibi çatırdatır…
Sonra, sabah olur… Güneş doğar, Güneş batar…
Eskimiş bir uygarlık daha kaybolur
tarihin tozlu sayfaları arasında…
Koskoca halkların suskun yüzünden yalnızlık okunur!
Bakır tas içinde, umutsuzluk ve gözyaşına bulanmış
petrol sunulur kapıya dayanan Tanrı Misafirleri’ne…
Çok uzaklardan gelen düşman işgal etmişken tüm şehri,
küçücük bir çocuk çıkar, askerlerin kanlı yüzüne tükürür…
Kayıt Tarihi : 7.2.2015 13:50:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!