9- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (dokuz)

İbrahim Arslan
1000

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

9- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (dokuz)

9- Kapı ‘Hayatımızın Öyküsü’
“Şafak doğan güneş”
Artık bitmeli bu öykü hayat. Sadece sana anlatmadım ama bitmeli artık. Yılları bir gün gibi anlatmanın sırası geldi. Sana anlattıkça rahatlamıştım. Üzerimden bir ton yük kalktı sanki. İyi ki tanımışım seni. Her ne kadar arkadaşlığımıza da nokta olacaksa bu öykünün sonu. Birbirimizi hiç tanımamış da olacaksak sen bir tarafında olacaksın hayatın, ben bir tarafında... Ya da tam anlatmadıklarımla ben kapının bir tarafında olacağım, sen bir tarafında. Bir gün görmek istermiydin beni. Aslında kanayan yerlerimi görmeni ne kadar çok isterdim. Uzadı uzayan yollar gibi. Koptu çoğu kere. Bazen yazmak istemediklerimi de yazdım. Kendimi zorladım buna. İstedim ki yaşananlar yaşandığı gibi yazılsın. Cesaret işiydi. Bazen elim gitmedi. Ve ne kadar isterdim şu öyküyü benle aynı acıları paylaşmış kardeşlerimin de bana yazarken destek vermelerini. Daha çok ayrıntı vermeyi, bazı detayları atlamamayı…
Ankara…
Askerliğim bitti bitecek. İçimde coşku da var, hüzün de. Bir yolculuğun daha sonuna gelmiştim. Yine kopacaktım başka bir hayat ağacının dalından. Albay veya Yarbay rütbeli bir komutana şiir okumuştum. Ne kadar çok beğenmişti.
- Asker bir daha ne zaman geleceksin bana şiir okumaya!
- Komutanım teskereme birkaç ay kaldı. Bilmem ki.
- Tamam, işte haftada bir kere gelip şiir oku o halde!
- Emredersiniz komutanım!
Bölükte lakabım deli çavuştu. Nedense öyle diyordu arkadaşlarım. Yanisi tam üzerine basmışlardı. Yiğidin iyisine deli demezler mi zaten. Hiç gocunmazdım. Komutanın emrini tutmadım. Şiir okumaya hiç gitmedim. Bu zaman diliminde aldığım haberse beni çok şaşırtmıştı. Babam evlenmişti. Artık dört kardeşim daha varmış. Yine durmuş, durmuş turnayı on ikiden vurmuştu babam. Mutlu olacaksa, içkiyi bırakacaksa neden olmasın. Ama ninemin onun için söylediği söz vardı. Ve çok doğruydu. “Köpek b.k yemeden vazgeçmez.” Yani bu sefer sözünü tut, içme, ne güzel torunların da var. Hayat sana güzel.
Teskere günüm gelmiş çatmıştı nihayet. Şafak doğan güneşti. Askerlik başlı başına bir hayat tecrübesidir. Sizleri askerlik günlerimle sıkmak istemedim ki sıkılmazdınız. Belki deli çavuşun askerliğini dinlemek bile isterdiniz…
***
Dervişler Köyü…
İşte yeni bir hayat var önümde. Her şeye bembeyaz bir sayfa... O beyaz sayfayı hayallerimle doldurabilecek miydim? Güzel bir yuva hayali kurar bu dakikadan sonra insan. Evin üst katında kalıyorum. Ninem ve Kaya abimle birlikte. Babam alt katta… Bir zamanlar annemle beraber yaşadıkları yerde bir aile olmuşlar. İki kardeşim var. Adil ve Merve… Diğer iki kardeşimi henüz tanımadım. İnanın bu kardeşlerimi çok sevdim. Onlara şiirlerimden okuyorum. Tam bir abi kardeş olduk. Analık deseniz babama bir liman diye sığınmış. Çok çile çekmiş. Görmediği gün kalmamış. Bildiğim bu kadar. Ona da anadan aşağı gitmiyorum. Ama annemin tahtına kim oturabilir ki. Sonuçta babamın evlenmesi bizim için de iyi. En azından hayat arkadaşı var. Yani içki meclislerinde biz çekmiyoruz kahrını. Analıksa kafayı denkleştirmiş babamla. Beraber içiyorlar. Ta ki o geceye kadar her şey iyi gidiyordu… O gece babam beni çağırmıştı… Kapısını çaldım babamların. İçkiliydi, bir büyük bitirmişti. Rukiye anama benim için çay demletmesini emretti. Tam karşısına oturdum babamın.
- Bahadır sen benim zihnimi çok yoruyorsun?
Neden zihnini yoruyordum babamın…
Mehmet ŞAFAK
(Devam Edecek)
Kapı Devam Ediyor…
“…Ve gelmişti beklediğim adam”
Neden zihnini yoruyordum babamın? Çeşitli sebebleri var tabi ki. Askerden geleli belki beş, belki altı ay olmuştu. İşsizdim çalışmıyordum, her ne kadar baba parası yemesem de!
Ve evlilik… Önümde evlilik vardı. Yani ben artık babamdan beni evlendirmesini istiyordum.
- Ya baba tamam işsizim, ama çalışırım, daha askerden geleli ne kadar oldu, hemen iş mi bulunuyor?
Tam karşısında oturuyorum hiç sevmediğim adamın.
- Benle ayıkken niye konuşmuyorsun hem senden bir şey mi istiyorum? Sadece şu zıkkımı içme… Bir büyük bitirmişsin. Çay içelim
Buna benzer konuşmuştum. Ama onun kafasına tek bir düşünce kitlenmişti sanki.
Aklıma hastalığımın ilk evrelerinde onu öldürmek isteyişim gelmişti. Biraz da buna itilmiştim. Yani kendimi de, kardeşlerimi de kurtaracaktım bu illetten. Hastaydım nasılsa çıkardım. Babam işe giderken yattığım odayı kilitlemişti. Bende salona yatmış onu bekliyordum. Gece işten gelmesini... Yastığımın altında ekmek bıçağı vardı. Tam kapıyı açarken sokacaktım bıçağı. Gece ilerledikçe kafamda kurgular kuruyor soğuk soğuk terliyordum. Neden kilitlersin ki yatak odamı? Başarabilir miydim? Bir baba ki evlatlarının odasına bile pompalıyla sıkıyordu.
Ve gelmişti beklediğim adam. Kapısına gelmeden tam başımda durdu. Yatak odamın anahtarını başımın hizasında elinden bıraktı. Kendi kendime neler söyledim. Allah’ından bulsun dedim…
Odaya yengemle, ninem de geldi. Ninem içki şişesine bir tekme salladı. “Yetti artık be! ” Dedi. Bunca zaman ne bu, evlendin yine akıllanmadın. Bu arada babam zaten büyüğü bitirmiş, küçüğe başlamıştı. Artık iyice sarhoştu. Yanında durmak istemedim. Kaçar gibi üst kata odama gittim. Yatağımda ağlama nöbetine tutuldum. Dilimde yakarmalar, dua vardı. “Allah’ım, Allah’ım ne bu sınav.” Artık dayanamıyorum. Sudan sebeblerle dünyayı başımıza yıkıyordu her sefer. Ve direnemiyordum. Bir ara kulağıma alt kattaki konuşmalar geldi. Birkaç dakika sonra da yengem telefonda abimle konuşuyordu. Kaya abim o gece işteydi. Yatağımdan doğruldum. Yüzümü yıkamaya gidecektim ki yengem çocukları yüklenmiş. Evden gidecek… Abim evden kayınpederine git demiş. Vakitte epey ilerlemişti.
- Yenge sen ne yapıyorsun?
- Abin evden git dedi. Görmüyor musun babanı?
- Yenge sen evde dur. Ben yatıştırırım babamı. Bu vakitte evden mi gidilir?
Sonra alt kata gittim. Dış kapı açıktı. Analık koridordaydı. Beni görünce.
- Delirmiş bu, evi uçuracakmış. Bana Tüpü aç dedi.
“Deliyse delinin tımarhanesi var” der dururdu ninem. Gece üzerimize çöküyordu resmen. Baba, oğul karşı karşıyaydık.
- Çay demletiyorsun ama çayı bile içirtmiyorsun.
İlk sefer doldurulmuş bardak vardı masada. İçmemiştim. Ama şimdi soğuk soğuk içmiştim bu lafımdan sonra,
- Bahadır sen benim zihnim çok yoruyorsun oğlum, yorma.
- Ne yaptım ben sana ne? İşse, iş bulunur çalışırım. Çalışmaktan kaçmam. Yani daha yaşım kaç evlenirim de…
Babama ben tarla istiyormuşum, kız istiyormuşum gibi laflar geçmişler. Ve babam benden korkuyor muydu acaba? Sakinleşmiyordu ve bende sakinleşemiyordum artık. Yani yengemin filan çocuklarını yükleyip, evden gitmek istemesi filan neydi?
Ve vücudumdaki kanımı donduran küfürü etti o sıra babam. Kulaklarıma dayıma ettiği küfürler aynen yine geldi. O geceye döndüm. Ok gibi fırladım yerimden. Gözlerim hep ona kilitliydi ayrıca. Biliyordum sırtında filan bıçak taşıdığını temkinliydim. Hareketlerini hep gözetiyordum…
- Ben Allah’ıma küfrettirmem
Dediğimde babam da yerinden kalkmış ve sırtındaki bıçağı bana çekmişti. Saniyeler içinde oluyordu her şey. Babamın kolundan yakalamıştım. Ama analık da “Yandım anam” demişti. Tıpkı annem gibi… Kulağıma bu ses geldiğinde şok oldum. Çünkü gözüm babamın üzerindeydi hep ama analık nerden çıkmıştı. O da bizi mi gözetiyordu. Babama diz çöktürmüştüm. Elindeki bıçağı bırakmasını söyledim,
- Bak analık yandım anam, dedi. Bırak bıçağı ona bakayım.
Babama sözlerim tesir etmiş olacak ki bıçağı bıraktı. Bende kolunu bıraktım. Ve başladım gecenin içinde koşmaya. Araba bulmalıydım. Yakın komşumuz da vardı. Akrabaydı, kapısını tıkladım. Kimse ses vermeyince amcaoğlunun evine koştum. O Allah’tan hemen seri hareketlerle davrandı. Ben tekrar eve koştum. Bu arada Sadık abimde uyanmıştı. Bu vakte kadar uyutan neydi peki onu? Amcaoğlu arabayı çektiğinde alelacele arabaya bindirdik analığı. Abim gidiyordu hastaneye. Araba ne yazık kamyonetti. Ve anca öne en fazla üç kişi alıyordu. Bu arada babam da evdeydi. Ama kimsede evde duracak cesaret yoktu. Yengemleri filan amcamlara bırakıyordum.
Devamı salı günü...
***

04.08.2012/ Cumartesi.
Mübarek Ramazan ayı içerisindeyiz. Ezan okunalı bir saat oldu. Ve namazımı henüz kılmadım… Devamı Salı günü dediğim günden bugün aylar geçmiş. Nedense kapıyı kapatmışım daha kapanmadan. İçimdeki yaralar kapanmaz derdim. Kapanmıştı…
Lakin ben hayatımızı kaleme aldıkça bir de baktım ki her yaram tekrar kanıyor, haliyle kanadıkça da acı çekiyor insan…
O günün sabahı yeni yeni oluyordu. Olay yerine jandarmalar intikal etmişti. Babam jandarma arabasıyla ben köyün muhtarının arabasıyla gidiyorduk. Jandarma arabasını takip ediyorduk. Bir ara muhtar bana,
- Bak Bahadır baban belediye’de çalışıyor, iyi güzel geçiminiz var, olmuş bir olay…
Benim kafam haliyle o anda bazı şeyleri düşünemeyecek kadar dolu. Ama görüyordum ki bazıları senin yerine de düşünüyor! O an pek anlamadım bu adam ne demek istiyordu. Bir tarafta analık hastaneye gitmiş ve dilim duada.
- Allah’ım ne olur annemi aldın bizden. Analığı bize bağışla. Bize ikinci bir acı yaşatma. Allah’ım yaşasın, güç ver.
- Baban aylıklı sen boş geziyorsun, yani.
Diyordu muhtar…
- Sen ne demek istiyorsun muhtar. Ben yalan söyleyemem… Ne yani…
***
Jandarmada ifadelerimizi vermiştik. Şimdi öykünün bu kısmında gülüyorum. Aslında gülünecek değil ağlanılacak halimiz var. Ama sinirlerim bozuk. Saatler önce bana bıçak çekmiş babamla şu an aynı avludayız! Aramızda bir metre yok… Ama ayık babam, sarhoş değil. Ve zararsız! ! Tüm zararları hep sarhoşken vermiş bu zamana kadar. Ayıkken nedense korkmuyorum ondan.
Onun da kafası analıkta. Analığı anamdan çok severken belki de nasıl bu duruma düştük. Nasıl?..
Bu arada şehrin hastanesi ilin hastanesine sevk etmiş. Analık yaşıyordu ama kan lazımdı. Ve durumu çok kritikti.
Kaya abim burnundan soluyordu. Gece işteydi ve apar topar gelmişti, koşuşturuyordu. Kan mücadelesi veriliyordu! Köyde, şehirde herkes seferberdi.
Akşam köydeydik. İfadelerimizi almışlar ve babamı da salmışlardı. Analık yaşam mücadelesine devam ediyordu.
Her şeyi olduğu gibi anlatıyorum. Olay babamın demesine göre ekmek bıçağıyla olmuştu. Bana telkiniyle bende öyle diyecektim! Ama değildi gerçek böyle, ekmek bıçağı değildi. Yalan da söylemedim.
Geceyi köyde geçirdik. Herkes bilseniz ne huzursuzdu. Yengemler amcamda kalmışlardı. Stresli bekleyiş devam ediyordu. Babamın kaçma tehlikesi de ve her şeyden önce olan olmuş deyip birilerini daha öldürme tehlikesi vardı. Herkes gibi, bizim gibi köy de tetikteydi… Ama analığın yaşamasını babam bizden daha çok istiyordu, buna da eminim. Babam sevmişti onu. Birkaç mutlu zaman yaşamıştı onunla. O gece onu öldürmek kastıyla değil beni öldürmek niyetiyle bıçağı savurmuştu. Ama ölümün kime geleceği nasıl geleceği belli olmuyor. Nasıl oldu da analık bıçaklanmıştı inanın bende tam bilemiyorum. İşin bu boyuta geleceğini o an hiç düşünemiyorsunuz! Ve analık öleceğine ben ölseydim. Ben anama kavuşmayı çok isterdim. O gece hiç yaşanmasaydı. Analığın çocukları yıllar önce bizim yaşadıklarımızı yaşamasaydı. Anasız kalmasalardı. Bu gecenin içindeydim ben. Neler yapsam bu gecenin içinden kendimi çıkaramam.
En başta annemin öldüğü gecenin de içindeydim. Onu son kez ben görmüştüm yaşarken. Beni öpmüştü, koklamıştı. Ve o anları hiç unutmamıştım…
Savcılıkta da ifadelerimizi verdik. Ve ben her şeyi bir kez daha anlattım. Analık ölmüştü. Yaşam mücadelesini kazanamamıştı. Ve ölmüştü bir kez daha şu dünyada yaşamayasıya…
Babamın elinden olmuştu ölümü. Ama bu bıçakla değil!
- Bu bıçak mı deyince savcı,
- Hayır, dedim. Bu değildi… Kırmızı ustura tarzı bir bıçaktı deyip bıçağı tarif ettim…
Ya tarif ettiğim bıçak evde bulunmazsa. Bıçağı saklamışlardı oysa. Yani yıllar önce annemi öldüren hançerin de saklandığı gibi. Kim bilir ne yapmıştı o hançeri ninem. Bu hala gizdir! Hala bunu ninemden başkası bilmez. Zira çok da değerliymiş hançer. Ninemin ırmağa attığı söylenir, ama sanmam.
Korktuğum olmadı. Babam kuzu kuzu jandarmalara bahsini ettiğim bıçağı gösterdi. Saklandığı yerden bu sefer çıktı bıçak. Belki de bu doğruluğumun mükafatı oldu. Yalan söyleyen biri olsam hiç düşünmeden bana gösterilen bıçağa bu diyecek belki de babam daha az ceza alacaktı.
Sonra mahkemeye çıktık. Ninemin de ifadesi alındı. O gece dedi hakim,
- Siz de o gece gelinle bir ara yanlarına inmişsiniz, doğru mu?
Evet inmişti. Babamın rakı şişesine tekme vurmuş, beddualar etmişti ninem. Ama ninem, tam tersini diyordu! Oğlunu koruyordu, ihtimal ki korkusundan… İşi yaşlılığına veriyor hiçbir şey hatırlamadığını söylüyordu. Aslında her şeyi çok iyi biliyordu. O an ninemi dinlerken beynimden vurulmuşa döndüm. Bizleri hiç mi sevmedin. Korkunun ecele faydası var mı ninem. Sana öldükten sonra neden yalan ifade verdin diye sormayacaklar mı?
Yengemin ifadesiyle birlikte babama yirmi yıl hapis cezası verildi. Önceki yaptıkları da hep önüne gelmişti.
Hak ettiğini, layığını buldu mu derseniz. Bence o hapiste yeterli cezasını çekmiş olmayacak. Aslında sadece iki cana değil, bizlere de kıydı o. Bunun için de ayrı ayrı yatmalı değil mi? Ama iyi ki bazı cezalar ahrete kalıyor. Şayet annem, analık yapışmazsa yakasından bende yapışmam, onlar affederse ben de affederim. Bu dünya da bir ailem olmadı, ahrette olmasını umuyorum.
***
GÜL DEVRİ…
Bütün bu yaşananlardan sonra hayata yeniden başlıyordum Hayat!
Önümüzde göreceğimiz güzel günlerde varmış. İşte bundan sonra ki hayatım ayrı bir dönemeçtir. Herkesin hayatında bir iyi bir kötü taraf olur mu?
Bunu bilemem ama benim oldu. Ben hayatımın bundan sonraki yıllarına Gül devri diyorum. İlginçtir Türkiye’de bu dönemde Gül devrine girmişti. Bugün eşim Gül ile 4. yılımızı doldurmuştuk. Ve önümüzdeki günler bize 3. çocuğumuzu muştulamıştı.
HAYATA daha sıkı bağlıyım. Hep bundan önce anama kavuşmak,ölmek isterdim ama görecek birkaç güzel gün varmış…
0 4. 08. 2012
Son

İbrahim Arslan
Kayıt Tarihi : 22.1.2015 15:30:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!