6- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (altı)

İbrahim Arslan
1000

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

6- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (altı)

6- Kapı ‘Hayatımızın Öyküsü’
“Sevgiyle imtihan olur mu? ”
Olur mu Sahi? Olur… Gerçekten olur, olmasaydı ateşlerde yanar mıydı İbrahim Peygamberimiz? Olmasaydı kendi öz evladına, uzatmazdı değil mi bıçağı? Olmasaydı peygamberimiz, amcalarının hışmına uğramaz, yuvasından ayrılmazdı değil mi? Olmasaydı Mevlana’dan ayrılamazdı Şems… Yunus o odunları eğri büğrü getirirdi, kim bilir? Gül dalıp gitmezdi bir an… Ama imtihan işte, sevgide imtihan…
Koca koca yıllar akıyorken ömürden, hep bir boşluğa tutundu Kaya… Şefkat ve Sevgi ile saçlarını okşayanlar vardı, onun da hayallerinde… Onun da hayallerinde, gamzeli yanağına sevda busesi konduranlar vardı. Bekleyenler vardı, beklide yollarını… Hazan değildir ya, hep ömür dediğin...
- Öğrenci misiniz?
- Anlamadım!
- Ajandanız var da elinizde…
- Hayat okulunda okuyorum… Şiirlerim var içinde.
- Ben de yazarım.
-Öyle mi? Okumak isterim.
- Benim okumamı ister misiniz?
Güldü Kaya, uzattı ajandasını
- Buyurun Sevim Hanım.
- Nereden biliyorsunuz adımı?
Tekrar güldü, al al olan yanakları önemsemeden…
- Yazıyor ya…
- Yarın okurum yazdıklarınızı…
Aslında ne sevda dileniyordu, ne sevgi… Sadece ihtiyacı vardı biraz ilgiye... Şefkate ve sadece gittiği o markette başı kapalı diye onun kasasından ederdi, alış verişi. Habersizdi kendisine enişte denildiğinden. “Seninki pas vermedi. Ay ne kadar havalı adam” diye dalga geçilmesine alışmıştı Sevim ve o gün masum kalpten ilk adımını böyle sözlerle atmıştı.
Oysa öbür gün Kaya onun yazdıklarını okuduğunda zaten ona sırılsıklam âşık olmuştu.
1. Buluşma, bilgileri test.
2. Buluşma, hayattan beklentiler.
3. Buluşma, gel iste beni, yuvamızı beraber kuralım.
Bu kadar kolay yani… Ya kimim ben? Sen beni tanıyor musun sevgi? Sen aradığım ve beklediğimsin diye anlatır, Kaya.
- Ben bir katilin oğluyum, fitre ve zekâtlarla büyüdüm, ne malım var, ne evim… Belki de yok aslında bir kalpte yerim… Saatlerce anlatır… Şaşırır Sevim, ağzı açıktır... Kaya içinden “Oğlum, ne gerek vardı” der. Bu aradığın, bak mimiklere kalkıp gidecek şimdi ama tersi olur. Kalkar Sevim, “Beni bu perşembe iste” der.
İçinden geçirir Kaya, “Allah Allah, bana ödül mü? Ey Allah’ım bu kiminle gidecek, nereye gidecek ya bu adam? ”
….
Yüzükler parmağına takıldığında ve evi gezdiklerinde baş başa kalırlar, odasında. Kaya şaşkınlık ifadeleriyle konuşur.
- Ben inanamıyorum. Yalnız bu yüzük bu parmakla çıkacak. Bu kadar kolay oldu ama bu kadar olmamalı… Bir şeyler olacak, rüya mı bu? İnanamıyorum.
- İnan aşkım ne olur inan. Bu kadar kolay… Ben seninim seni asla bırakmayacağım.
Her şey o kadar güzel ve ani oluyordu ki, dönüyordu dünya öylesine nazlı… Kaya içinde bin bir endişe, tereddüt inanamıyordu hayatının en güzel günlerini yaşıyordu. Aynı yöne baktığı bir eşten başka ne ister bir insan hayattan? Dertler aynı, çileler aynı, mutluluklar gözlerine bakarken aynı... Nazar değmezdi değil mi? Hep uzun süren yılların yorgunluğu dinerdi değil mi sevdanın koynunda? Ya bu kara bulutlar neden baharın çiçeklerinde, neden kuşlar sanki ağlar gibi şakıyordu peki?
O gün Sevim, ailesi ile birlikte Kaya’ları ziyarete gelip, düğün için son hazırlıklar konuşulacaktı.
- Ne yaptınız, kızıma alacağınız altınlar hazır mı? Çarşıdan da ev tutalım, kira falan fark etmez. Dayayıp döşeyelim aman bir tek eksik istemiyorum.
Deli Cavit umursamaz gözlerle bakıyordu balkondan, uzaklara... Yüzü neden gülmüyordu bu adamın sahi? Sirke içmişti tamam da su diye... Misafirlere sirke sunacak adam Deli Cavit olamazdı. Hele de hısım olacağı insanlara, onun adaşıydı hısmı…
- Bak Cavit Ağa, tamam çocuklar birbirini seviyor ama ben o altınları alamam. Benim öyle bir gücüm yok.
- Baba, ben alacağım onları dedi Kaya?
- Nasıl alacaksın Kaya?
- Bana bırak baba ben alacağım.
Onlar konuşurken Cavit Ağa
- Ben namaz kılayım, kıble ne tarafta…
Hemen seccade serildi odaya ve buyur edildi. Namazdan sonra,
- Hadi kalkın hanım, Cavit Ağa biz gidiyoruz.
Herkes şaşırmıştı buz gibi esti birden rüzgâr, şaşırdı Kaya… Ne oldu der gibi baktı… Allah’tan amcası vardı, araya girdi hemen. Gittiler mi bozulurdu söz ve akit.
- Ya nereye? Kaya alır her şeyi, merak etmeyin.
Demişti demesine ama… Çekip gitmişlerdi evinden, Kaya babasına baktı.
- Mutlu oldun mu baba? Ne istedim senden de yaptın? Bari buna engel olmasaydın. Mutluluğumu neden bozdun?
- Karşılayamazdık oğlum, beklentilerini. Nasıl yapacağız onca işi?
- Bana sordun mu baba, ilk defa bir şey yapacaktın benim için.
- Kendimizi rezil mi edelim? Sana kız mı yok!
- Yok baba yok, ben onu sevmiştim… Hem de çok… Sen ne yaptın ya! Ben alacaktım her şeyi benim hayatım bu…
Tartışmalar uzayıp gitse de... Kuşlar acı acı ötüyordu işte. Ve geriye döndüremeyecekti giden sevgiyi... Herkesin anası babası vardı ve her ana baba yavrusunun mutluluğunu istiyordu hayatta.
Öbür gün Oğlum bize gel diyen sesle umutlansa da Kaya biliyordu ki, takılan yüzük konacaktı önüne... Son bir dil dökmeyi denese de… Aslında o akşam babasına karşı konuşma tarzı üzmüş ve yaralamış meğerse kız babasını.
- Ya baba, bak baba diyorum sen öyle misin? O adam benim anamı öldürdü, daha başka nasıl davransaydım.
Ama lafları kâr etmemiş ve yüzük çıkmıştı bir kez... Hediyem olsun demişti Kaya, nefes alamıyordu. Hızla çıktı evden…
Aslında sanıyordu ki, o yüzük çıkarken direnmemişti Sevim... Oysa kahrolası ön yargıları, onu sevgisinden uzaklaştırmıştı. O akşam eve bira şişeleriyle, gitti Kaya. Babasının ben tövbemi, geri aldım şarkılarına karşın odasında, kapkaranlık odasında haykırıyordu müziğin sesi “Seninle bir yuvamız olsun isterdim. Ellerin ellerimde kalsın isterdim. Senden başkasını nasıl severdim… Sen beni bir türlü anlamıyorsun”
Artık bu gece ve her geceden sonra Kaya kaybettiği sevgisine… Deli Cavit oğlunun kaybolan hayatına içiyordu. Böyle mi alıyordu hayattan intikamını? Sevgi dolu masum bir kalbi kırmanın bedelini, inandığı bütün değerlere ters düşerek ödüyordu Kaya! Kim bilir? Belki de yaşayacak daha çok sevda vardı önünde, biliyordu ki her sevdiği Sevim değildi. Her erkek gibi teselliyi içkide aramak, nereye kadar? Bu Kaya olamaz… Olmamalı, belki de geç değildir hiçbir şey için…
Çünkü nefes alıyorsan sebebi var!
***
“Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir. “
Şems-i Tebrizi
***
“ Darıldın mı bana? “
Allah’ım hikmetinden sual olunmaz. Bu kanepe de neyin nesi diye düşündü içinden Bahadır. Evin önüne kim koydu. İçi ıpılık olmuştu. Yani evinde her şey eksikti. Bu kanepe de ne güzel giderdi, evin önüne kadar gelmiş üstelik. Kapıyı açtı. Gazeteye baktım ilk önce. Bir de boş odaya. Yan komşum geldi yanıma o sıra. İlk defa görüyordum. İlk defa tanışıyorduk. Uzun boylu incecik bir cıngandı bu. Ama insan insandır. Yeter ki insan olsun. Patates kızartmış bana da getirmişti. Sevecen, içten bir yüzü vardı.
- Hemşerim senin eksiğin çok bakıyorumda…
- Evet. Nerdeyse hiçbir şeyim yok.
- Cama perde takarız ilkin, var bende…
- Kanepede mi senin abi?
- Topluyoruz işte eskileri falan.
- Satıyor musun?
Battaniyemi bile ondan aldım.İnanır mısınız? Ve televizyonda getirecekti. O gün 5 milyon verdim. 20 milyona televizyon varmış elinde. Dört ayak üzerine düştüm. Şofbenimi de taktırmıştım. Tüpümü… Kap kacak derken, ev bir şekle benzemişti. Yaptığım yemekleri komşumla paylaşıyor aldığım meyveleri çocuklara dağıtıyordum. Çocuklar sevmişti çevrede beni ilkin. Ne de olsa bekâr birini hemen sevmezlerdi. Ama içli dışlı olmuştuk kısa zamanda…
Sonradan 5 milyon daha verdim… 5 milyon daha… 5 milyon daha… Ama televizyon gelmiyordu. Keyfim beyde yoktu. Yani birde televizyon olsa…
Anladım ki bizim komşu, televizyonu benden başka daha başkalarına da satmış. Ama kızamadım. İlk defa kandırılıyordum. Helali hoş olsun dedim. Yol yordam bilmiyorsanız daha hayata tam tutunamamışsanız, küçücük mum ateşi o zaman size güneş gibi görünür. Helali hoş olsun. Zaten eşi de hamileydi. Ne yapsın adamcağız…
Zaman hızla geçiyordu. Kaya abim de biliyordu evimi. Bazen yanıma uğruyordu.
“Bekâr adamın hali nasıl olurdu ki abi. Ev haliyle dağınık olacak normal. Buna kızdıysan kızma! ”
İşte o gece evime bir geldim ki kanepede abim sinirli sinirli beni bekliyor. Eve de camdan girmiş üstelik. Saat gece on ikiyi bulmuş.
- Nerden geliyorsun oğlum?
- Dörtte birin yerinden abi…
- Dörtte bir ne lan…
- Arkadaşlarla oyuna dalmışız… Muhabbet falan, Batak, king.
Ne güzel dayak yedim abimden o gece. Ama bir sahiplenenim varmış. Başıboş değilmişim. Abim vuruyor, ben sesimi çıkarmıyordum. O vurdukça vuruyor. Ben ağlayamıyordum bile. Yani belki o kadar kötü bir şey yapmıyordum. Yani hataysa herkes hata yapar.
- Bu hafta kütüphane açılacak… Ne zorluklarla buralara geldik. Sen benim Bahadır’ımsın lan. Herkes hata yapacak sen yapmayacaksın. Beni bir tek sen anlarsın anlarsan. Sana en ihtiyaç olduğum zamanlarda attın kendini buraya. Açılışımıza olsun gel.
- Darıldın mı bana… Çok mu dövdüm?
***
“Keşke görebilseler içimi…
Anlatabilsem inanırlar mı?
İletilmesi olanaksız bir şeyi iletmek açıklaması olanaksız bir şeyi açıklamak peşindeyim.”
Franz Kafka
“ Gelecek kuşaklar için bir adım... “
Uzun yıllar gönlü de yoruyor, bedeni de... Kaya’nın uçurum uçurum gözleri... Alkol bataklığına saplanıp, kalmış mutsuz ve huzursuz kimse ile konuşmuyor, yaşı yirmi üç. Hayatı sorguluyor ama çözüm bulamıyor. Bakıp bakıp aynaya, bu sen olamazsın diye sarhoş olup, yine de abdestli yatıyor…
İki kez görüşmüş Sevim’le… Sevim sabır istiyor ondan, son isyanla çekiyor kılıcı… Son buluşmada…
- Artık beni arama, ya ben seninim de, ya sana geldim de. Ama artık arama beni.
Ve bu son görüşmeden sonra işini de değiştirmiş. Köye gidip geliyor. Umudu, geleceği var çünkü herkesin çalışmak istediği yerde…
Ama gönül kırılgan ve savruk… Ve bu son görüşmeden iki hafta sonra iş arkadaşları seni bir bayan aradı diyorlar… Umursamaz tavırlar “Arayan gene arar” diyor. Yüreği sızlasa da aramıyor... Uzun yıllar atıyor kendini, esen yelin önüne Kaya…
Olmazlar olmuyor hayatında... Hep içinde hayaller ve arzular saplı kalıyor… Ve bir gün sevdiği kızın abisi tam da iş çıkışı yanına geliyor…
- Sevim sende mi? Bak ben engel olmadım mutluluğunuza... Ama sende ise söyle bilelim… Merak etmeyelim boşuna diyor… Kalbi sıkışıyor Kaya’nın. Elleri de titriyor, zelzele oluyor sanıyor.
- Kaçtı Sevim, seninle değil mi?
Abisinin feryadı yükseliyor... Yutkunuyor Kaya.
- Ben size sağlam emanet etmiştim…
Diyor Kaya, zoraki…
- Eyvah, keşke sana kaçsaydı.
***
Sarhoş geceler, umut ışığı girmesin diye kapalı perdeler arasında utanarak, hayattan nefes alıp vermeye devam ediyor Kaya… Sevdiği kadın başka kollarda mutlu mudur acaba? Her gün acı… Ne baharı tanıyor, ne yazı… Kader örüyor ağlarını demek ki sevgiden de gülmeyecek şansı...
- Bu akşam toplantı var, gençlerle toplantı yapacağız. Hani askerde anlattım ya sana. Sen de gel Kaya! Ya boş verme hayatı bu kadar sen de gel.
İdealisttir arkadaşı İbrahim, komşusudur. Askerde farklı yerlerde olmasına rağmen çarşılarda buluşup, köy nasıl kurtulur diye kafa yoran nadir insandır. Genç yaşta köyümün ekonomisi tarımı nasıl gelişler diye az proje anlatmamıştır ona.
- Olur, olur can dostum.
Anlattıkça anlatır İbrahim o akşam, köyün bütün gençleri oradadır. Aylardan ramazan. Kaya her kafadan çıkan seslerin arasında kaybolup gitmiş arkadaşını kırmamak için geldiği yerde… Ayın ramazan olduğunu da öğrenmiş Vay be! O kadar boşlamış kendi âlemini ne diyor bunlar ya! Kahvehane mi açacaklar şimdi de.
- Ben bir kahveye gidiyorum, okey oynuyor babam, öbüründe abim oynuyor lan rahat sigara bile içemiyorum
Diyor gençlerden birisi…
- Hiç olmazsa şöyle gençlerin rahat rahat okey oynayıp sigarasını içebileceği bir mekân açalım.
Kaya gülse mi, ağlasa mı? Kestiremiyor. Tıklım tıklım içerisi herkes iftardan sonra peş peşe yakmış sigaraları, duman altı olmuşlar...
- Sen ne diyorsun Kaya, onca yer gezdin sen ne diyorsun kardeş?
Diyerek soruyor İbrahim… Kaya ağır ağır seslerin kesilmesini bekliyor. Artık silkelenme saati gelmiş belli ki… O kadar da yabancılaşmış ki köyüne. Herkes merakla ona bakıyor, inadına susuyor Kaya ve inadına susmasını bekliyor herkesin artık tüm gözler ona çevrilmiş, merakla ona bakıyorlar.
- Hadi Kaya ne diyorsun? Doğru mu söylüyor bu gençler...
- Sen ne mezunusun?
Diye soruyor Kaya.
- Lise
- Ya sen?
Kaya tek tek soruyor herkese…
_ Koskoca köyde bir üniversite okuyan yok yani…
Diyor Kaya
- Ve siz diyorsunuz ki kahvehane açalım, ya arkadaşlar hadi biz okuyamadık, hadi bize destek olan olmadı.
- Dur orda diyor Pala… Lan sizi okuyacaklar diye sırtımda ortaokula giderken bir metre ırmaktan geçirdiğimi unutuyorsun Kaya!
- Evet abi.
Diye cevap veriyor Pala’ya İbrahim’in kardeşidir Pala... O günleri hatırlatmıştır, yürüyerek sabah 6.30 okumak için yola çıkıp, anca ders saatinde okula kavuştukları yılları…
- Ama o imkânlarla biz bu köyün lise mezunları olduk. Daha ilerisine gidemedik. Çünkü yol gösteren yoktu. Ama bizim açtığımız sınırdan gidememiş baksana hiçbir genç ve diyorlar ki kahvehane açalım. Bu mudur yerimiz yani imkânımız olsaydı okumaz mıydık? İbrahim, içimizde üniversite mezunu olsaydı bize yol gösterseydi. Yanlış tercihler yapar mıydık hayatta? Hani neden bir öğretmen, avukat, mühendis çıkartamamışız bu köyden…
Herkes dikkat kesilmiştir o anlattıkça…
- Cehaletimizi yok edeceğiz. Biz kaybolduk nesil olarak ama gelecek kuşakları kurtarabiliriz. Onlara ağabeylik yapabiliriz. Ama kahvehane açarak değil.
- Ya nasıl. Ne yapacağız oğlum? Meraklandırma Kaya desene ne yapalım?
İbrahim, destekler Kaya’yı…
- Kütüphane yapacağız. Çocuklarımıza bir miras bırakacağız. Okumanın ne demek olduğunu anlatacağız onlara. Ekmek artık aslanın ağzından midesine indi. Neden başarılı olup, okumaları gerektiğini anlatacağız ve örnek köy olacağız.
- Hadi oradan… Neyle ve nasıl olacak oğlum hayal kuruyorsun, uçma be?
- Sizden hiçbir şey istemiyorum! Sadece bir başkan seçelim bir komisyon kurup, muhtar, aza, kaymakam… Sivil toplum örgütleri, kim varsa bu dileğimizi anlatıp, işe koyulalım. Başkan seçelim çünkü başsız toplumlar yok olur. Komisyon kuralım çünkü birilerimiz şehirde bir şeyler anlatırken, diğerlerimiz köyü ve köylüyü ayaklandırsın ve bu ekibin başında İbrahim olsun! Herkes ona yaptıklarını anlatsın, akşama ve ne kadar yol aldığımızı neler yapacağımızı her akşam aramızda tartışalım.
- Bir şartla kabul ederim. Benim yanımda sen olacaksın. Madem atıyorsun bizi maceraya, yardımcımsın.
Dedi İbrahim can dostu.
Kabul etti dedi Kaya ve hemen herkes cebinde ne varsa attı ortaya. Kira tutacaklar ve kütüphane açacaklardı. Gençlerdeki o coşkuyu uzun yıllar konuşacaktı o köy. Acaba başaracaklar mıydı?
Unutmalıydı Kaya, Sevim’i, sevdiklerini… Bir şeyler yapmalı ve unutmalıydı. İçinin sızısı neydi, neydi gözlerinin nemi?
O akşam ramazandı. Yarın sabah oruca kalkıp, yeni bir başlangıç yapmalıydı. Ve o akşam Rabbine açtı gece geç saate kadar ellerini, “Rabbim utandırma, sevmek senin rızan için olmalı. Ama ben bilemedim.”
***
“Kaç kitap okuyunca alim kaç diyar görünce gezgin kaç hezimetten sonra bezgin olurdu insan?
Kaç olunca çok kaçta kalınca azdı rakamlar? “
Mahrem - Elif Şafak
***
“Ya köprüler kurulacak yarınların şekli çizilecekti… Ya da batakta kalacaktı yarınlar!”
Günleri yoğun ve hızla geçiyordu... Kitaplar toplanıyordu, köy meraklı gözlerle onları takip ediyordu. Ama Muhtar oyalayıp duruyordu işte. Kaymakama çıkmışlardı, şevkle karşılamıştı ama… Sonuçta muhtarlarını muhatap kabul etmişti. Her sabah umutla doğranıyorlardı.
- Son kez kaymakama çıkalım. Yine olmazsa, başarısız olduğumuzu kabul edip, bırakalım bu işin ucunu. Zaten köyde kimse, bize yerini kiralamıyormuş.
Sıkıntıyla çıkmıştı İbrahim’den bu sözler…
Kaymakama çıkıp, gene topu muhtarlara atınca… Umutsuz adımlarla inmişlerdi.
- Bitti yapacak bir şey yok. Böyle mi bitecekti ya... Herkes bizden haber bekliyor. Ulan Kaya umutlandırmayacaktık milleti, ne diyeceğiz şimdi?
Üzgündü Kaya, bir o kadar da sıkıntılı. Doğruydu arkadaşlarını o sürüklemiş, sivil toplum örgütlerinden kitapları o toplatmış ve heyecanlandırmıştı. Herkesi kütüphane kuracaklarına inandırmıştı. Adımları sıkıntıyla atılıyordu... Hüzün vardı hepsinde… Oruçlu olmasalar, bir paket sigara içilirdi o anda…
- Hadi yürüyün gidiyoruz.
Dedi, aklına bir fikir gelmişti Kaya’nın...
- Nereye Kaya!
- Belediye Başkanına oğlum…
- Lan o koskoca Adem Aladağ Başkan... Onun yanına nasıl gideriz? O ülkeye mal olmuş bir adam almazlar bizi yanına… Hem bizim gibi köylülere, neden yardım etsin? Belediyeye dâhil değil ki hudutlarımız…
- Geç oğlum, o kadarına kafa yorma, ben onun kardeşiyle çalışıyorum... Bak nasıl alıyorlar bizi içeriye, o anlar bizim halimizden.

O gün, utana sıkıla çıkıp, merdivenlerden sekreterliğe gitmişlerdi, sekretere Başkanın ağabeysiyle çalıştıklarını anlatmıştı Kaya, Başkan Bey’le görüşmek istedikleri söylemişti. Sekreter sormuştu hemen.
- Randevunuz var mı?
- Yok, ama siz söyleyin bizi mutlaka kabul edecektir.
- Konu neydi, iş mi? Ah gençler bu kapıya her gün kaç kişi iş için geliyor.
- Bekleyin bakalım.
Biraz zaman geçtikten sonra “Buyurun” diyen sesle irkildiler, aslında randevu vereceğine inanmıyordu Kaya. Yine de arkadaşlarının umutsuzluğunu kırmak istiyordu.
- Buyurun gençler hoş geldiniz.
Ses o kadar tok ve gürdü ki…
- Hoş bulduk Başkanım, nasılsınız?
Diyerek tokalaşıp, oturdular.
- Çay söyleyeyim mi? Ama siz oruçlusununuzdur…
- Evet Başkanım.
Hepsi birden aynı anda yanıt verdiler.
- Sizi dinliyorum.
Demişti Başkan, güleç bir sima ile…
- Başkanım biz, Dervişler Köyünün gençleriyiz. Köyümüze kütüphane kurmak istiyoruz. Bu maksatla gençlerle kapı kapı kitap topladık. Ve belli noktaya kadar geldik ama köy muhtarını ve kaymakamı aşamıyoruz. Topu birbirine atıp duruyorlar. Ne yapacağımız şaşırdık. Bizim gençlerin halinden anlasa anlasa Başkanımız anlar diye düşündük.
- İyi düşünmüşsünüz! Gençler sizi çok enerjik gördüm. İşte benim istediğim Atatürk gençliği. Bu memlekette bir şeyler yapmak isteyenleri, hep bu bürokrasi ve muhtarların gençleri kendilerine rakip görmesinden dolayı yapılmak istenenler yapılamıyor. Ben de köylü çocuğuyum. İftarlar oluyor mu köyünüzde akşamları?
- Oluyor Başkanım.
Demişlerdi… Başkan aynı soruyu, üç kez tekrarmıştı ama o kadar saflardı ki anlamıyorlardı bir türlü ne demek istediğini…
- Ulan keratalar Başkanınızı bir iftara davet edin bakalım. Neler yapacağız köyünüzde bakalım.
“Aman Allah’ım Adem Başkan köye gelecekti. Allah Allah dünya tersine dönüyordu demek… Günlerdir boşa mıydı o sıkıntılar? “ Diye düşünüyorlardı.
Bir gün sonraki akşam için sözleştiler, çünkü o akşam iftar İbrahim’ lerin evinde olacaktı, evleri camiye yakındı. Köye geldiklerinde olanları arkadaşlarına anlattılar. Büyükler öyle bir dalga geçmişlerdi ki, gülüyorlardı kıs kıs…
-Adem Aladağ gelecekmiş. Oğlum o kafa yapmıştır be… O koskoca Başkan hiç işi yok, bizim köye gelecek. Allah Allah!
“Kafa bulur muydu Başkan? “ Kaya içinden bu soruyu soruyordu sürekli...
Ve ertesi gün yağmur başlamıştı... hafif hafif yağıyordu yağmur… Hava sisliydi… Akşama ne yapacaklarını tartışıyorlardı…
- Ya gelmezse? Rezil olduk oğlum yandı gülüm keten helva! Daha bir şey de yapamayız bu köyde... Oğlum Kaya ara bir sekreteri geliyorlar mı?
- Daha erken oğlum akşama yakın ararız.
Akşam olacak mıydı, bilmiyordu Kaya. Sahi ne diyerek ikna edeceklerdi Başkanı... Her şey bir yana, Başkanın işi çıkıp gelmezse! Yalancılar diyeceklerdi belki… Ama kafasına koymuştu çoktan Kaya, cebinde bir paket sigarası, gönlünde dinmeyen sızısıyla köyün yol ayrımında Başkanı karşılama bahanesiyle bekleyecekti ve gelmezse sigarayla açıp, orucunu siyaset deyecek, siyasetçilere atacaktı suçu… “Gelmez miydi Adem Başkan? “ Hep bu soruyu sordu içinden o gün. Siyasetçi siyaset yapardı her daim öyle miydi?
“Aman Allah’ım… Telefonun telleri de kopuk. Ya ben ne yapacağım. Gelecek mi bu Başkan? ”
Yudum yudum sıkıntı içiyordu, akşama doğru Kaya.
- Hadi arkadaşlar, Başkanı yol ayrımında karşılayalım.
- Geliyor değil mi Kaya?
- Bakalım işte dün geleceğim demedi mi oğlum? İnanacağız, teller de kopuk telefonda… Biz gelecekmiş gibi hareket edelim. Gelmezse işi çıkmış deriz.
Sislerin arasından bir siren duyulmuştu ve döne döne geliyordu makam aracı.
Arabanın içinde sevinç oluşmuştu tabi…
- Döndür oğlum arabayı… Önden gidelim, yolu göster.
- Eyvah bu araba çamura neden battı Muhammed. Lan oğlum başkan geçti.
Durmuştu araba, şoför yanlarına doğru geliyordu...
- Nereye gideceğimizi söyleyin?
- Telefonlarınıza ulaşamadık, bastık geldik sizi karşılamaya...
Diye cevap vermişti Kaya, pencere arasından…
- Bize bir arkadaş verin, siz gelirsiniz arkadan…
O araba nasıl dönmüştü ve nasıl çıkmıştı o bataktan, çamurdan...
İmam bile şöyle diyecekti o geceden sonra “Vallahi arkamdakinin Başkan olduğuna hâlâ inanamıyorum! ”
Ve iftar yapılıp, sohbete sıra gelmişti, ev hınca hınç doluydu. O kadar kalabalıktı ki, köy sanki İbrahim’in evindeydi. Aslında herkes seyretmeye gelmişti.
Başkan Adem Aladağ konuşmaya başlamıştı iftardan sonra.
- Kaya Bey, yedik, içtik... Özlemişiz köy sofrasında yemek yemeyi ama biz buraya neden geldik?
Arkadaşlarına seslenmişti hemen Kaya…
- Arkadaşlar, bir koli kitap getirin.
Kalabalık yarılmış ve bir koli kitap gelmişti Kaya’nın önüne…
- Sevgili Başkanım, öncelikle davetimizi kırmayıp, köyümüze teşrif ettiğiniz için biz gençler adına size sonsuz teşekkür ederim.
Detaylı olarak anlattı niyetlerini Kaya... Anlattıkça kameralar çekiyor, gazeteciler yazıyordu. En sonunda son bir hamle yaparak ve çakmağını çıkartıp, ateşdi...
- Bu köylü bize kütüphane yeri bile vermedi. Hâlbuki biz çocuklarımızı okutmak istiyoruz. Başka da bir dileğimiz yok. Yavrularımız okusunlar büyük adam olsunlar. Çok şey mi istedik Başkanım? Madem kimse bize inanmıyor, siz de inanmıyorsanız ben huzurunuzda bu kitapları yakıyorum!
Artık çakmak yanmıştı… Kararlı gözlerle bakıyordu Kaya ve eline bir kitap aldı… Önünde geleceği vardı küçücük çocukların. Ya kitaplar yanacak, cehalet içinde kalacaktı yarınlar… Ya birileri cehalete yumruk vurup, dur diyecekti. Ya köprüler kurulacaktı, yarınların şekli çizilecekti… Ya batakta kalacaktı yarınlar!
Herkes tedirgindi… Kısacık o an, bir an değildi sadece, o köyün talihini değiştirecek andı. Ve saat gibi uzundu o an! O anların adı, bir memleket düşleyip, gerekenin yapılacağına dair ilk kararlı adımların adıydı aynı zamanda…
Not: Bu hikaye yaşamış gerçek bir hayatı konu almaktadır. Köyün ve Belediye Başkanının isimleri değiştirilerek yazılmıştır.
...
“Cehaletle deha arasındaki gerçek fark nedir biliyor musunuz? Dehanın sınırları var cehaletinse hiçbir sınırı yoktur.”
Whoopi Goldberg

İbrahim Arslan
Kayıt Tarihi : 22.1.2015 15:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!