2- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (iki)

İbrahim Arslan
1000

ŞİİR


15

TAKİPÇİ

2- Kapı: ' Hayatımızın Öyküsü' (iki)

2- Kapı ‘Hayatımızın Öyküsü’

Sonraki günlerde neler neler yaşanmadı ki. Ama hatırladıklarımı
yazıyorum sadece. Ya da ablamdan abimden
duyduklarımı. Sadık abim çocuk yaşta hayata atılmış, Kaya
abim okuyacak: Ama nasıl? Başımızda bir eyce var, ne amcadan
hayır var ne haladan, ne dayıdan. Onların da çoluk
çocuğu var elbette. Bilhassa dayım kardeşi ölmüş ve bizler
de ona kardeşini hatırlatıyoruz. Gitmiş köyden çoluk- çocuğu
ile çarşıdan ev almış...
- Pekala anneni baban neden öldürsün. Üstelik beş çocuk
var ortada!
- Ben de yıllarca bu konuyu düşündüm. Bence en mantıklı
izahını buldum... Babama kalırsa işin içinde bir yığın
yılan var, yok komplo kurmuşlar da, yok içkisine ‘dev
deviren’ diye bir ilaç atmışlar da. Bizi kandırmaktı belki de
gayesi...
O gece evet babam zil- zurna sarhoştu... Ben dayıma
küfürlerini de duydum... Babamın demesine göre o gece
elinde bıçak sallayıp durmuş, yani düşmanları üzerine
üzerine geliyormuş da o gece bıçaktan anam almış nasibini
ama! Yani dev deviren ilacın etkisi varmış...
Ama asıl neden şu hayat kız: Babam bu olayların öncesinde
abim Sadik’ı hastanelik edercesine dövmüş, burnu filan
kanlar içinde kalmış abimin. Rahmetli anam da gitmiş
bunu jandarmaya şikayet etmiş... Tabi babamı almışlar, bir
kaç gece de nezarette tutmuşlar! Babam nezaretten çıkınca
dayımlar filan içki meclisini kurmuşlar, köyün öğretmeni
filan. İşte o gece babama diğerleri ‘senin karın seni nasıl
şikayet eder vs vs... Ben olsam şöyle- böyle yaparım tarzı
da lak lak ettiklerinde’ babam da bunu kafaya takmış... Yani
işin aslını bir tek Allah biliyor!
***
- BEYAZİD BUGÜNKÜ BÖLÜMÜ de yayına verdim...
- Okurken duygulanıyorum, yani yazdıklarımı yazarken
ayrı, okurken ayrı duygular içindeyim... Bazen hiç yazma
diyorum...
- Seni çok iyi anlıyorum... Sen bilirsin, sen ne dersen o...
Sanki karşım da idi... Sanki ne fesini, elini, yüreğini hissediyordum
arkadaşımın...
***
Devlet Baba!
Bahadır’ın anlamadığı bir şey vardı. Yaşları neden küçültülmüştü.
Kardeşiyle ikisi de neden daha küçük gösterilmeliydiler
ki? Annelerinin ölmesinden biraz zaman
geçmişti. Kapanması zor bir yara belkide kapanıyordu.
Acılarınızı unutmak istersiniz, hani çocukluğunuzu yaşamak
istersiniz. Yaşananların yaşanmamış olmasını istersiniz.
Hep duyduğunuz şeyleri artık duymamak istersiniz.
Kulağınızı kapatırsınız. Gözünüzü başka tarafa çevirirsiniz.
Yeniden doğmuş gibi olmak istersiniz. Ama insanlar
yok mu? Bunu da çok görüyorlardı.
- Sen kiminsin, sözüne muhatap olmak istemiyorlardı
artık. Cevap vermek istemiyorlardı. Deli Cavit’ in demek
yüreklerini kanatıyordu. Kimin olduğunu söylesen sonra
nedense insanların başka soruları gelirdi.
- Kaç yıl yedi baban? Gibi…
İnsanlar içinde dik görünmek isterdi Bahadır. Sonra
kendiyle yalnız başına kalınca gözyaşlarını tutamazdı. Bu
günlerde dua ediyordu hep. Eycemizi başımızdan alma,
çok yaşasın o… Askere gidip geleyim öyle ölsün. Çocukçaydı
belki ama, hayatta tutunduğunuz dalın kopması ne
demek bilir misiniz? Eycesi hala yaşıyorsa belki de bu dualarının
kabulündendir. Belki de yaratıcının da daha başka
hesapları vardır!
Aylıktan gelince hep nane şekeri getirirdi eyce, ona. Her
defasın da nane şekeri isterdi. Boş kaldı mı dağa oduna
giderlerdi. Diğer çocuklar top oynardı o dağa… Ablasına şiirler
yazıyordu. Hemen ona okuyordu yazdıklarını. Annesi
yoksa ablası vardı. Ablası da gururlanıyordu. Şiir yazmaya
işte bu yaşlarda başladı. Ama bir gün devlet babanın adamları
dayandı kapıya.
Ne olmuştu ki?
- Bahadır Ateş, Gülşen Ateş burada mı yaşıyor bacım…
- Burada yaşıyorlar ne olacak?
- Onları alacağız bacım. Devlet bakacak onlara. Babaları
öyle dilekçe vermiş…
- Biz bakamıyor muymuşuz kardeşlerimize. Hiçbir yere
bırakmam. Devletin ne işi olurmuş bizle.
- Babanız başvurmuş, yoksa bize ne.
- Babamız yok bizim. Kapıyı kapattı hırslıca.
Köylüler seyre gelmişti… Kapıyı tekrar çaldı adamlar.
Melike’nin arkasında Sadık vardı, eycesi vardı şimdi.
-Yoklar evde. Vermeyiz kardeşlerimizi. GİDİİİN! Size
gidin dendi. Kardeşlerimizi ölüm alır bizden ancak.
- Onlar küçükler devlet bakımına muhtaçlar ama.
Sadık:
- Yok ya. Biz ayrılmayız. Bizi ayıramazsınız. Kardeşlerimize biz bakarız gidin. Köylüler.
-Olmaz öyle şey. Bizler ne güne duruyoruz. İnsanlık öldü mü? Hem başlarında eyceleri var. Delikanlı da çalışıyor.
Sende bir şey söylesene eyce, gitsinler. Eyce o zaman coştu. Koca saplı bıçağı salladı elinde. Adamlar çaresiz birbirlerinin yüzüne baktılar. Hiç biri bu kardeşleri koparacak cesareti kendisinde bulamadı. Ablaları nasıldı öyle. Sanki bir aslan ha parçaladı, ha parçalayacak. Şaşırdılar, hayret ettiler.
Nihayetinde gittiler. Hayatla bir mücadeleden galip ayrılmışlardı. Bundan böyle daha bir sıkı sarıldılar birbirlerine. Babasına bir mektup yazdı o akşam Melike.
Bir bayram sabahıydı…
Beş kardeş bir arada uyudu, birlikte uyandı. Eyceleri hapisteki oğluna da bakıyordu. Yetimlerin yükü en çok ondaydı. O başlarında olmasa belki de dağılmışlardı.
Köyde yardımların adresi Ateş ailesiydi. Bir bayram sabahıydı. Ablası kardeşini güzelce giyindirmişti. Bahadır’ın bir şeye canı çok sıkılmıştı ama ablasına hiç bir şey diyememişti. Arkadaşlarıyla civar köyde bayram geziyorlardı. Bir akrabasına uğradılar. O zamanlar daha çok gezilirdi. Çocuklar nerdeyse her evde yemek yerdi. Bu ev ya ikinci ya üçüncü evdi oysa. Bayramda oyunlar oynanırdı. En güzel günler bayram günleriydi. Çocuklar eve girince ilk büyüklerin ellerini öperlerdi. Sonra bayram şekerinin yolu gözlenirdi. Bazıları birer ikişer tane alır, bazıları avuçlardı. O gittikleri evin akrabası da olan kadını Fatma Abla Bahadır’ın elinden tuttu. Bahadır hafif şaşırdı.
- Oğlum yok bişey çekinecek, sana kazak aldık, giy bakalım şunu… Biz akrabayız.
- Hayır olmaz, olmaz…
- Neden olmazmış, baksana çok güzel. Hem üstündekiler eskimiş.
- Olmaz giyemem işte, giymem!
- Ne demek giymiyormuşsun. Hediye oğlum. Kadın çok şaşırmıştı, ısrarlarına devam etti. Ama ne yaptıysa Bahadır’a kazağı giydiremediler. Nerden çıkmıştı şimdi bu kazak işi. Bahadır böyle bir şey olacağını ne bilsin, Üstelik kadın o kadar ısrarcı ki, kurtulamıyor da elinden. Son çare olarak,
- Olmaz giymiyorum, istemiyorum deyip hışımla çıkıp gitti evden. Mahallesinin yolunu tutmuştu erkenden. Arkadaşlarını da bırakmış kendi başına dönmüştü köyüne. Sırf o kazağı giymemek için. Sırf sabah ablasının giydirdiği kız atleti görünmesin diye…
Sadık çarşıda otelde çalışmaya başlamıştı. Otele Japonlar gelmiş onlarla fotoğrafları bile vardı. Ama ısınamamıştı bu işe, sevmiyordu. O yüzden fazla çalışmadı. Üstelik köyden uzaktı. Kaya liseye başlamıştı. Ona evden ayrılık görünmüştü. Dayısında kalıyordu çarşıda. Ağabeyinin yerine otelde çalışmaya başlamıştı Kaya. Ağabeyi köye yarım saatlik uzakta bir kasapta çalışıyordu. Kaya hem okuyor hem çalışıyordu. Aradan 4 yıl zaman geçmiş, bu zaman zarfında toparlanmışlardı. Hem de ne toparlanma. Evin üstüne kat çıkmışlar bugün- yarın üst kata taşınacaklardı.
Kaya ATEŞ…
Bu kapı öyküsü Bahadır kadar Kaya’nın da öyküsüdür. Hayatta bir kaya gibi kalabilecek miydi Kaya. Yoksa şartlar onu ufalayacak, pes mi edecekti… Annesinin olmasını istediği büyük adam olacak mıydı, ona verdiği sözü tutabilecek miydi? Hayat onu hangi kapılardan içeri sokacaktı.
Devamı 23.12 2013 Pazartesi Gününe
Yazan: Hayat
***
- Abin de dahil oluyor öyküye?
- Evet abimin yaşantısı, yaşadıkları belli başına öykü zaten!
- Bakalım okuyacağız...
- Sen okumak ve beni daha iyi anlamak zorundasın, ilk sen anlamalısın. Kafana takılanları sor. Beni, bizi bir kişi anlasın yetiyor...
***
‘Bu Öykü sadece benim üzerime yıkılmayacak kadar hepimizin. Ablamın, kız kardeşimin, iki abimin... Bu öykü de bir hayat hikayesi yok, beş hayat hikayesi var’
Bu öykü yazılmalıydı... Resmen dirilmiştik, küllerimizden tekrar doğmuştuk... Babam hapiste bizler varolma savaşı veriyorduk... Büyük ağabeyim (Sadık) S. Kasabasında bir kasapta çalışıyordu. Ve Kaya abim de hem okuyor, hem K. E ŞEHRİNDE Menekşe Otel’de çalışıyordu. Dayımın çarşıda evi vardı, onun yanında kalıyordu. Ben de okuyordum...
Rahmetli annem Kaya abimi okutmayı çok isterdi... Yemeyeceğim, yedireceğim / giymeyeceğim, giydireceğim ama seni okutacağım derdi... Okuyup büyük adam olacaktı abim. Annem ölünce abim de annemim bu arzusunu yerine getirmeyi çok istiyordu. Ama bakalım hem çalışıp, hem okuyabilecek miydi...
Evimizin üstüne kat çıkıyorduk. Annemin vefatından dört koca yıl geçmişti neredeyse... Bilhassa köylülerin yardımları çoktu... Ayakkabı verenleri mi ararsınız, bir kenara çekip istemeseniz bile bayramda seyranda para sıkıştıranları mı?
Ama çok şükür durumumuz iyiydi işte. Bir de giden geri gelse! Bugün annemimn ölümünden dile kolay 24 koca yıl geçmiş....
- Beyazıd olmak zormuş...
- Gülşen olmak, Sadık olmak, Melike olmak ve Kaya olmak, hayatta kaya gibi tutunmak çok zormuş... Ben o günleri hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor...
Kaya Ateş yazıyor... Öykünün buradan sonrasını abim yazıyor ve ben o günlerde Hayat arkadaşımla abimin yazdıklarını düzenliyor ve Milliyet Blog’da yayına veriyordum... (Bugün bile düzenliyorum)
***
Menekşe Otel
Kaya için şimdilik her şey güzel gidiyordu. Hayat normale dönmüş, acılar küllenmişti. Menekşe Otel’de çalışıyor ve çalışmayı seviyordu. Aynı zamanda okuyordu. Lisedeydi artık... Kardeşi Bahadır İmam Hatip’ e yazdırılmıştı. Orta ve Liseyi orada okuyacaktı.
Patronları iyi insandı. Kaya’yı kendi evladı gibi seviyordu Ali Bey. Kitap okuma alışkanlığını burada çalışırken kazandı. Ayda bir tane kitap okur, kitap alırdı. En iyi dost kitaplardı. Çalışanlarla arası abi- kardeş gibiydi. Ali Bey’in babası Ömer Bey hakkın rahmetine kavuşunca sanki babasını kaybetmiş gibi üzüldü Kaya. Oğlu Ali Bey ise oteli turizme kazandırmak ve yıldız almak için tefecilerle işbirliğine girinceye kadar her şey yolundaydı... Menekşe Otel artık şehrin ne kadar psikopatı ve mafyası varsa onun elindeydi.
Ali Bey çareler arıyor ama işin içinden çıkamıyordu… O kadar elinden çıkmıştı ki bir anda otel… İki arada kalıyor hep taviz veriyordu.
O akşam bütün mafyanın babası Özdemir Boran geliyordur… O gün herkes oradadır el pençe. Kaya onu görür, bakışırlar. İçten içe gıpta eder adama... Ve öbür gün Özdemir’in en yakınındaki adam,bir olaya karışır. Para yüzünden biriyle kavgaya tutuşmuştu. Özdemir Boran’ın adamı hiç acımadan bu kavga ettiği yine şehrin önemli yüzlerinden olan bu şahsı belinden tabancasını çıkartır vurur kavganın sonunda. Ve bunu gören tek kişi vardır, Kaya… Olay tenha bir yerde cereyan etmesine rağmen bir tanığı vardı şimdi. Onlara müdahale etmek istemiş ama olay çok hızlı gelişmişti. Ve gözlerinin önünde olmuştu tüm olay. Gözleri büyümüştü Kaya’nın, kalbi küt küt atıyordu. Bir şok halini yaşıyordu.
Neler olup bitmişti bir an denilecek zamanda… Gözlerinin önünde biri vurularak can veriyordu!
Silah sesine herkes ordaydı. Olayın tek tanığı Kaya... Polisler, ambulans GELMİŞ... Geceyi nezarette geçirmişti Kaya… Olayı anlattı ne gördüyse. Gece geç vakitlerde geldi uyku tutmuyordu... Gözlerinin önünde annesinden akan kanlar... Gözlerini açıyor karşısında beyninden kan akan kanlı şekilde son nefesini veren bir can... Okula geç kaldı... Öğretmenlerine arkadaşları o çalışıyor deyip anlatmışlar ailesiz olduğunu... Öğretmenleri artık ilk derse gelme Kaya demişler sen zaten çok zekisin… Ama o gurur yapmış hiç ders kaçırmamış sonraki günlerde.
Okul çıkışı yine otele gelir, bakar ki dışarıda iki yabancı kişi de onu bekliyordur. Seni Özdemir Bey bekler derler. Çaresizce bakar oradaki çalışanların yüzüne herkes boyun büker: - Git bari derler... Bir arabaya bindirilir. Sağında- solunda iki adam vardır.
Bir arabaya bindirilip şehir turuna çıkarılmıştı. Sağında- solunda iki adam vardı. Cinayeti işleyen adamsa arabada yoktu. Ön koltuktaki Özdemir olacak kişi konuşuyordu şimdi,
- Bak oğlum sen olayı görmüşsün. İfadeni de vermişsin... Ama Cinayeti yanındaki adam işledi tamam.
- Yok, abi o işlemedi. Cinayeti işleyen bu adam değildi.
- Sen gerisini karıştırma. Sana cinayeti bu işledi diyorum, sana ne dersem onu diyeceksin, der...
Bu arada yanındaki adamlarda kolunu sıkar... Onlara bakar Kaya...
- Cinayeti ben işledim, sen yanlış görmüşsün.
Aslında ne gördüğünü kimin, kimi öldürdüğünü çok iyi biliyordur Kaya, ama susar.
Özdemir Kaya’ya sorar annen nerde baban nerde. Anlatır Kaya mavi gözlü sarı bıyıklı herkesin el pençe durduğu Özdemir’e babasının hapiste olduğunu. Annesini öldürdüğünü... Özdemir der ki istersen babanı öldürteyim hemen. Diklenir Kaya ben kendi işimi kendim hallederim... Der. Özdemir tebessüm eder bak oğlum mert adamsın der, ama dün akşamdan beri emniyete çok para yedirdim. Vurulanın kardeşine çok para verdim... Sadece sen kaldın. Sen de beni anla. Bu vurmadı diyeceksin şu yanında gördüğün adam vurdu diyeceksin. Kaya şaşırır abi emniyet kardeşi de öyle mi diyecek? der... Evet, oğlum der zaten onlar ayarlı. Seninki formalite.
Kaya allak bullaktır... Evet der. Eğer emniyet ve kardeşi öyle diyorsa... Saflığını ilk bugün kaybedecekti Kaya. Şimdi söylediğini mahkemede de söyleyecekti,
- Tamam, bu öldürdü...
Şehir turu bitmişti. Kaya’yı bırakırken sonra adının Özdemir olduğunu öğrendiği kişi,
- Oğlum her türlü sıkıntında bundan böyle ilk beni bulacaksın, ilk ben koşacağım yanına. Kartını ve biraz para uzattı Kaya’ya. Telefon etmen yeterli unutma!
- Sağol, ama kirli paranı istemem, sıkışacağımı da sanmam ama kartın belki lazım olur.
Özdemir’e cezaevinden telefon gelmişti o akşam. Bunu sonraları öğrenecek olan Kaya babasına ilk defa muhabbet besledi. Özdemir’se babasına oğlunun emin ellerde ve serbest olduğuna yemin billâh etti. Namı vardı Deli Cavit’in. Ceza evine girmeden önce de vukuatları vardı. Olayı duymuştu oradan… Oğluna başka manada babalığını göstermişti.
...
Büyük adam olmak ne demek anne!
Kaya heyecanla bayramı bekliyordu. Artık okulu bitmiş üniversite sınavlarından mutlaka çok iyi bir puan ortalamasıyla avukat olmayı düşlediği büyük şehrin büyük okullarında okuyacaktı… Kim bilir...
Otelin hemen girişindeki resepsiyon da çalan telefon sesiyle irkildi…
- Alo
- Kaya sen misin?
- Evet, efendim
- Benim eve gel arkadaşlarının aylıklarını ve bayram paralarını vereceğim sen de köye gidersin sonra…
Demişti patronu Ali Bey... Nedense biraz huzursuz olmuştu... Ses tonundan.
- Hemen geliyorum.
Diyerek bir dolmuşa atlayıp doğruca patronun lüks evine doğru yola koyuldu... Yol boyunca kardeşlerine ne hediyeler alacağını düşlüyordu bayramda. Ablasına kitap, abisine pantolon... Küçük kardeşine ayakkabı ve sevgili Gülşen’nine oyuncaklar da alıp bayramlık kumanya almanın hesabıyla patronunun ziline bastı...
Kapıyı yarım açtı Ali Bey... Zarflar içinde herkesin adı ve para miktarı yazıyordu... Ama kendi zarfı yoktu... Mahzunlaştı birden... Dokunsalar ağlayacak gibi oldu...
- Bu da senin…
Diyerek 50 lira çıkardı Ali Bey... Cebinden zoraki...
“Ama “ dedi Kaya... Köye gidecektim bayrama... “ Yetmez mi? ” dedi Ali Bey… Bir 50 lira daha uzattı... Zarflara baktı Kaya ve miktarlarına... Yutkundu... Ona verdiklerinin en az 10 katı yazıyordu zarflarda... Hâlbuki o oteli evi gibi görmüş, her işi iş üşenmeden yapmıştı yıllardır. Her yerde… Herkes işi bırakıp, gittiğinde o ekmeğini yiyorum deyip daha bir fazla çalışmıştı... Arkadaşlarıyla beraber kaldıkları odaya okumasına rağmen onlar gibi, sekiz saatte işi bırakmamış en az on üç saat çalışmıştı tek hak edeyim, okuyor diye laf gelmesin arkamdan diye... Sendeledi...”Pe... Peki, Ali Bey” deyip, dolmuşa binmeden geldiği yolları yürüyerek tekrar kat etmeye başladı. Otelin yanındaki, deniz kenarındaki kayada durdu en son ve gözyaşları infilak etti dayanamayıp...
Büyük adam olmak ne demek ana dedi… Duyuyor musun beni? Hani sen bana hep öyle derdin olamadım ana… Olmadım bak... En çok ben çalışırım en az parayı bana verirler... Ben bunun için mi okuyorum ana…
Hani yemeyip yedirecek, giymeyip giydirecektin ana... Neredesin? Alın terimle emeğimle oynuyorlar ve sesimi çıkartamıyorum, sadece büyük adam olayım diye… Sana layık olayım diye, okuyayım diye... Hep takdirlerle getirdim karnemi ana... Bak üniversite beni bekliyor... Büyük adam olacağım... ama nasıl kim bakacak bana? ... Kardeşlerime kim bakacak ana? ...
Dalgalar duyun beni... Ses verin... haksız mıyım? ... Bu kapıda, ben kalmadım mı? En son… Karşımda ne zorluklar vardı... Sesimi çıkardım mı? Hatırlıyor musun? Özdemir yardımcısını buraya bırakmıştı, gözümün önünde bıçaklamıştı onu, gâvur Ali’yi hatırlıyor musun? Ben direndim, herkes işi bıraktı tuvalet temizledim... Bulaşık yıkadım... Hatırlıyor musun? ... Badi gard Himmet Abi’yi, şef Hasan Kayar nasıl bıçakladı? Para yüzünden... Ben ellerimle hastaneye taşıdım sesimi mi çıkardım, ah mı ettim be Ali Bey, neden? ... Herkese aylıklarını veriyorsun da, herkesten fazla çalışan bana bunu mu layık gördün? ... Hani ipotek bırakmıştın oteli toramanlara... Herkes kaçtı ben kaçmadım... Hem okudum, hem çok çalıştım adam gibi... Bu muydu, emeğimin karşılığı?
Vazgeçtim artık ana... Vazgeçtim. Ben büyük adam olmayacağım... Okumayacağım ana… Şahit olun dalgalar... Pes etmedim ama artık bayramdan sonra bu otelde çalışmayacağım... Hani gariban diye acıyorlardı ya bana… Çalışmamı kimse görmüyordu ya... Artık değerimi bilenlerin yanında çalışacağım… Ama okul yok ana... Ben artık kardeşlerime bakacağım... Affet ana, affet... Kimseye el açmayacağım... Duyun beni dalgalar duyun...
Hayatında bundan sonra verdiği bu karardan pişman olacak mıydı Kaya?
...
Yıl 1995 olmuştu...
Sadık Ateş askerde,
Melike Ateş evlendi…
Kaya bir karar aşamasında…
Uykusuz geçen günler… Bu şehir onu boğuyor. Zaten köyünden kardeşlerinden ayrı… Daha uzaklarda daha çok para, kariyer, deneyim var. Antalya’daki kursa ne yapıp edip gitmeli… Kardeşleri bağlıyor elini bu sefer. Önüne dikiliyor Bahadır, “ Gitme abi… Abi bir babam hapiste bak, bir babam da askere gitti… Şimdi babam sensin.” Boyundan büyük laflar etmişti o akşam Bahadır, ablasından dönerlerken. Ne cevap vereceğini sapıtmıştı Kaya... Sanki içini okumuştu kardeşi, bizimle kal diyordu… Ama bu ayrılık yaşanmalıydı. Onları kimseye muhtaç etmemek için... Onlar kendisi gibi borçla büyümemeliydiler. Bütün köye bütün şehre borçlu gibi hissediyordu kendisini. “Köye de bu şehre de borcumu ödeyeceğim. Allah’ım bana yol göster. Alın terimle geleyim geleceksem bir yerlere”
95 Yılı daha nelere gebe… Biz şimdi bir kaç yıl öncesindeyiz.
Gazetenin bir tanesi o gün kola ve Tommiks veriyordu. Çizgi romanları ne çok severdi Bahadır. Abisinin de çizgi roman arşivi vardı neredeyse... Zagor’lar, Mister No’lar vs. Yüzbaşı Tommiks’i o da severdi. Kutu kola kardeşleri içindi. Erkenden bayinin yolunu tuttu. Bir T. Gazetesi ekleriyle birlikte, parasını da uzatmıştı. Ama önüne üç Tommiks, üç kola koydu adam, üç gazeteyle birlikte…
-Şey amca, ben bir gazete parası verdim.
Bayii sahibi adam yüzüne güldü…
-Aferin oğlum dalgınlık ve yoğunluk işte!
-Ne demek amca…
O kadar mutluydu ki... O gün akşama kadar okumuştu. Ama kolayı öğlen kuru ekmek yemiş, içmemişti. Köye, kolayı seven ablası ve kardeşine getirecekti. Bunun için ayırmıştı onu. Sanki dünyalar onundu. Eve bir şey getirecek olmanın huzuru vardı üzerinde… Öğleden sonra üç ders daha yaptılar ve arkadaşlarıyla okuldan terminale kadar yürümek için çıktılar. Bahadır’ın elinde sıkı sıkı tuttuğu poşeti… Okulun önünde beklemiyordu, hâlbuki köy arabası okulun önünden geçerdi fakat gelmesine iki saat vardı. Kırk dakikası terminale kadar yürümekle geçerdi. Bazen pazartesi ve Cuma günleri köye erken giderdi. Yolcu arabaları onu alırdı ve para almazlardı…
Yolda bazen arkadaşları bakkaldan bir şeyler alırlardı, ama o çoğu kez alamazdı. Bir ekmek parası kadar olurdu cebinde, onunla bir ekmek alır, evde kendisine sabah yemek yapar, o ekmeğin yarısını doldurur, öğle öğünlerinde onu yerdi. Fazla para, fazla harçlık istemedi bu yüzden. Bazen biriken harçlıklarından ailesine en ummadık zamanlarda verir, bazen de terminale kadar dolmuşa binerdi, binde bir…
Terminale geldiğinde, elindeki poşetten kolanın düşmüş olduğunu gördü. İçi cız etti. Ah be Bahadır, sen niye içmedin ki bu kolayı, sanki her gün kola mı içiyorsun. Vermiş işte gazete, içseydin ne olurdu, kim ne söylerdi sana? Neler geldi, neler geçti felekten, bilemedim deve geçmiş elekten… Evet, kendisini bir deve gibi hissediyordu, ama daha elekten geçmemişti. İlerde Necip Fazıl’ın Çile’ sini okuyacak. Kendi şiirlerini hiç ezberlemeyecek ama onun şiirlerinden birçoğunu ezberleyecekti. Abisi sayesinde hiç kitaplara para vermemişti, sadece Tommiks’e vermişti…
Ve Melike, bugün eycesi onu odunla dövmeye kalkmıştı, hem de ne için… Tarladan gelmişti, Gülşen ağlıyordu.
-Ablacığım Eycem…
-Ne olmuş eyceme.
- Eycem var ya annemin hatırası tabakları babama göndermiş.
Annesinin tek hatırası tabaklar… O kadar sinirlendi ki eycesine çıkıştı, amca kızı da geldi o esnada. Eyce ondan güç bulmuş olacak, elindeki odunla vurmaya başladı Melike’ ye. Ama annesi gibi ezilmeyecekti Melike. Annesi can havliyle kıvranırken neden perdeleri çekip kimse yardıma gelmemişti. Eycesi neden gelmemişti o gece. Oğluna neden vurmamıştı bu odunu. Elinden aldı odunu eycesinin. Sesini çıkardı ve o da ona vurdu.
- Artık ezemeyeceksiniz bizi, artık ağlatamayacaksınız.
Melike kardeşlerini yine de eycesine bıraktı. Sevmeden, aşkı yaşamadan alelacele evlendi. Kaderini yeni bir başlangıçla çizecek, mutluluğu kovalayacaktı. En zoru kardeşlerini bırakma kararıydı. Ama evlenmeli yuvasını kurmalıydı. Kardeşleri o olmadan da ayakta duracak güçleri vardı. Ama Sadık’ı da askere uğurlamak…
95 Yılı Kaya Antalya’ ya gitti…
Kasım ayı yine geldi. Gökten kar toprağa yine indi.
Köy beyazlara büründü… Köy yine soğudu. Kar çocukları sevindirir ancak hangi çocukları...Sobasında odunu kömürü olanı, evinde annesi- babası olanı. Eycesiyle iyi ki dağa oduna gitmişti, bak nasıl yakıyorlardı şimdi, ya gitmeseydi, soğuğa teslim olacaklardı. Çocukluklarını tam yaşamasalarda o günlerde mutluydular. Ayrılsalar da hep beraberdiler. Birbirlerini hisseder, duyarlardı. Ta ki...
***
- Ta ki... Yine Bahadır mı olacak sonraki bölümde!
- Sonra ki bölümde okursun! Olmaz mı!

İbrahim Arslan
Kayıt Tarihi : 22.1.2015 15:09:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!