Nerede kalmıştım... (Antoloji.com'da son yazı, son basamak )
...
Bugün yarın Kapı: Hayatımızın Öyküsü romanı inşallah kitap olacak. Son süreçlerde bu zor süreçlerde yanımda olan abiliğini esirgemeyen, yardımlarını esirgemeyen maddi manevi desteğini esirgemeyen başta Muammer abi #muammererkul olmak üzere yine silah arkadaşı ve can yoldaşı Yıldız hanım'a teşekkürleri bir borç bilirim...
...
Ankara Numune Hastanesi- 2014 Aralık ayı...
Babam mahpusluğunun 9. senesine girerken ondan gelen kötü haberler sebebiyle bende yanına gitmeye belki hesap sormaya gidiyordum. Ankara' da idim. Abim Kaya ne demişti babamız ölüm döşeğinde. Sen gitme sakın Bahadır kötü olursun. Öyle kötü durumdaki bakmaya yürek dayanmıyor. Kesik kesik... Zor nefes alıyor.
Gitmeye karar vermiştim.
Bu kaçınılmaz bir hesaplaşma olacaktı...
Ankara adliyesi ve Ankara' da mekik dokumalar bitmiş mahkum olduğu için görüşme evraklarını almıştım. Sayılı günleri kala babamla büyük randevu, günlerindeydim...
Kapısında jandarmalar vardı... Ve tuhaf olmuştm hayret.
Baş başa bıraktılar babamla.
Evet harbiden yüreğim kaldırmıyordu. Zor nefes alıyordu babam. Bir devir kapanma , kapatmak için anasızlığın hesabını yaşattığı kötü günleri ondan sormaya gelmiştim...
Ağlamaklı ağlamaklı baba diye dökülmelere başladım...
Ama insan babasını hiç öyle görmek zayıf görmek ister mi, Keşke kalksa tokat patlatsa ama böyle ölüme yatmasa, dinç olsada sorsam soracaklarımı. Yaklaşık 10 dakka konuştum zaten birazcık daha konuşsam Azrail ben olacaktım ben alacaktım babamın canını...
Beni duyduğunu biliyordum. Gözü ve eli ile duyuyorum işaretini almıştım...
....
Dışarı zor attım kendimi.Artık koyvermiştim kendimi. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum...Ömrümde böyle ağladığım bir günü hiç hatırlamıyorum...
Meğer 'Baba' baba imiş. Bende babaydım. Kendi babalığım ve kendi çocuklarıma sevgimi de bildiğimden beynimde çok başka düşünceler dönüyordu.
- Babaaaa babaaaa diyordum bize son kötülüğü de yaptın!!!
( Devamı: [email protected])
Her şey belki burada bitti ya da buradan sonra başladı!!!
04.12.2019
****
1. Kitabın Önsöz'ü için Muammer Erkul Bey'e ŞÜKRANLARIMLA...
Eldeki yara, veya
Dalı kırılan çocuklar
Keşke hiç acımasaydı canlar, hiç kanamasaydı tenler, hiç yanmasaydı yürekler.
Keşke kanlar ve gözyaşları, birbirine hiç karışmasaydı.
♥♥♥
Öyle acılar yaşanmış ki zaman içinde; bunların pek çoğu, daha da fazla yakmasın diye içimizi, sanki hiç olmamış gibi silinmiş zihinlerden veya bir daha hatırlanmaması için şahsî tedbirler alınmış.
Bazıları da…
Dikenleri içine büyüyen kestane gibi… Yahut, oklarını tersine giyinmiş bir kirpi gibi; acısı sırtında, acısı canında, acısı dilinde, acısı kaleminde olarak onlarca yıl hatıralarını da sürüklemiş peşi sıra.
♥♥♥
Bir çocuk için annenin kaybı;
Ayakları altındaki yeşil ve mavi ve pembe ve bütün güzel renkleri barındıran dünyanın kooskoca bir silgiyle silinmesi, yok edilmesi demektir!
Dünyası çalınmış bir çocuk için artık varlar; yokların yanında, yok kadar azdır!
Dünyası silinmiş çocuklar için artık sadece soğuk ve renksiz bir okyanus kalmıştır geriye. Bu kudurmuş sularda tutunacak bir tahta parçası bulmak dahi, güvenli limanlara yanaşacak transatlantik konforu demektir, elindeki dalı kırılmış yavrular için.
Dallar… Dallar kırılmasaydı, ahh…
Ve yürekler böyle yanmasaydı.
♥♥♥
Acısını, otuz yıl… Çeke çeke bu güne kadar taşıyabilmek;
Her insanın tahammül edemeyeceği bir çabayı da göstermiş olmak demektir.
Kolay değil…
Eldeki yara, yarası olmayana duvardaki delik gibi gelirmiş!
Evet, elin yarası bu.
El yarası ama, oturup ağlamasak bile dinleyip anlamak lazım. Anlarsak anlatırız ve yeni canların yanmasına, belki mani oluruz.
♥♥♥
Otuz yılda binlerce defa ümidin kapısını açıp, hüznün kapkara duvarına yüzünü çarptıktan sonra bu eseri vermiş aynı ananın iki yavrusunu tebrik etmek bana tuhaf geliyor.
Takdim satırlarımda şunu diyebiliyorum ancak:
Yaranızı hissetmeye çalışıyor ve acınızı paylaşıyorum.
Bütün kardeşlerinizle beraber sıcak ana kucağına cennette kavuşursunuz inşallah.
Muammer ERKUL
...
(İlk 8 BÖLÜM BİRİNCİ KİTAPTADIR, okumak isteyen için [email protected] meil adresinden ulaşabilirler)
9. BÖLÜM
27.10.2019 Pazar.
Çocuklar ile beraberdik. Beraber Karadeniz Pide/ Kdz. Ereğli'de pide yedik, sahilde yürüdük.
Parklarda beraberce salındık, ayrılık saati geldi çattı.
Ayrılık...
Ve kaçıncı kez ayrıldık bilmem.
İbrahim Arslan 50 liraya aldığı yeni ajandasından.
...
09.11.2019 bugün çocuklar saat 18:00' e kadar yanımda durdular. Sonra Garanti Bankasının
ordan Tuncay dayısı (öz dayıları değil ) aldı. Sabahta Sevgi yenge getirdi. Ve Sevgi yenge benle konuşmaktan kaçındı.
Hayret ya konuşsan ne olur konuşmasan ne?
İlk iş çiçekçiden yo yo yooo ilk iş pastaneden poğaça almak, ikinci işte çiçek almak oldu.
Hepsi bir tane seçti. Videolar çektin yine. Oyun oynadık. İdil'le ilk kez santranç oynadık. Köfte yaptım,
sabah onla doydular diyebilirim. Akşam yaptığım mantıdan fazla yiyen olmadı. Bu günlükte bu kadar.
İbrahim Arslan...
...
KAPI
YALNIZ BAHADIR/ İBRAHİM ARSLAN
Babam yıllara mahkum olmuştu. Birgün elime bana yazdığı mektup geçti, neler yazdığı aklımda değil. Ama deli günlerimde 'etek traşı' etmiş beni, bunu bile yazmıştı. İstesem diyordu İbrahim olurdu yerimde ( Bu 2. kitapta artık sadece gerçek isimler yazılacaktır- gerçek yerler ) . Bahadır'ın İbrahim ARSLAN OLDUĞUNU ZATEN İLK KİTAPTAN çıkarmıştınız. Artık gerçeği maskelemeye gerek yok!
Uzunca geçen yıllardan sonra bugün yazmaya başladım yine. Yeni bir ajanda almayı beklemişim. Sanki hep yazacakmışım da yazacak yer yokmuş. Aslında buna gülmedeyim, bu zamanda yazacak yer çok.
2008 yılında ki bu yıllara da kolay gelemedik tabii.
Bu yıllara gelinceye kadar da başımıza neler geldi neler... İnsan tek tek herşeyleri yazamıyor. Uzatmadım, çoğu kere kısadan geçtim herşeyleri, uzatsam o kitap samimiyetini kaybederdi.
Abdullah Gül dönemiydi sanıyorum. Bende o dönemde yine bir Gül dönemine girdim. Ömrümde çiçekler açmıştı... Bahar gelmişti ömrüme öyle mi? Lakin baharında yalancısı yok muydu? Ya da bitince kış mı gelecekti gene!!!
…
2011 Yılı ve bu güne kadar yazdığım öyküler gün yüzüne çıkıyor işte. Herşeyin bir vesilesi var,
Size anlatmaya da devam edeceğim bir yandan. Verdiğim hayatın içinden olan öykülerimle verdiğim aralar için beni mazur görün;
...
Öyküye devam ediyorum. Ama bu sefer tuhaf bir durum var. Ağlaya ağlaya yazmıyorum bu satırları. Sanırım ağlatan satırlara gelmedik. Ve ağlamak bitti de gül, gülmek mi geldi...
1988 yılı Ekim ayının 25'i doğumlu imiş. Gül...
2007 yılında hayatıma girdi. ' Hayat' oldu bana, yeşertti beni. Elimi tuttu, yüreğime değdi. Gözlerimi güldürdü. Gülmeyen bahtımı tersine çevirdi.
Olmaz zannederdim, oldu!
Çünkü güzeldi. Görücü usulü ile tanımıştım onu. Benim için kör- topal olsa kabul etmem gereken bir şıktı. Zira evlenmem kendi imkanlarım ile zordu... Onlar damat arıyorlardı, ben yuva, huzur!
...
Kör- topal ne Allahaşkına:))
Kız ay parçası çıkmıştı ve adı gibi güldü... Sene 2007 yılıydı ve Bahadır değil İbrahim yani ben yine hayatın bir kucağına oturuyordum... Bir tohum çatlıyordu içerimde. Olmaz şey başıma gelmışti. Demek çarpmakta olan bir kalbim varmış öylemi?
...
Küçücük ateş yangın olur büyür de,
Yakan beni gözlerin olsun..
Yakan beni sözlerin olsun..
Ey ateş içimde büyüme...
Ateşte bazen soğuktur
İnsan gün gelir ateşte üşür-de,
Elini ver elime,beni
Bırakma bir ömür,yanımda üşüme...
Anlatamadığını anlatır,
Gül..aşığın haline üzülür de
Islandığımı anlamam...
Yağmur yağar da üstüme..
Diye gidiyordu ona yazdığım şiir, o ise içimde büyümüştü, kök salmıştı... Artık gündüzler onu düşünmekle, geceler onu düşünmekle geçiyordu. Artık kimseler yoktu da bir o vardı sadece... Tabii gül olanda diken olmaz mı? Olmaz olur mu.
- Bizim oralar tehlikeli, Diyordu, emin misin, istersen düşün. Düşünmeden yürüyordum ben...
14 Şubat günü saatlerce onu bekledim, gelemedi. Kdz. Ereğli halk kütüphanesi'ne gelecekti güya, öyle sözleşmiştik. Kütüphane güzel bir seçim değil miydi acaba sevgililer için... Ve yine 14 Şubat günüm (2008 yılı) sevgilisiz, sevgisiz geçiyordu, sevgilim varken, sevdiceğim varken. Akşam köyüme dönerken serviste ağlıyordum. Kimselerden utanmadan ağlıyordum. Yüzüm cama dönüktü. ALLAH'IM NEDEN? Neden bir isteğim de olmuyor, ben çok kötü müyüm? Izıcık bir mutlulkta bana çok mu, kötü kaderim çok kötüydü de ben kötü değildim ya, ya da ben çok mu kötüydüm...
Ve bu günkü öykünün devamından sonra inşallah kaldığım yerden anlatmaya devam edeceğim hayatımı,
Şunu bilin ki hayatımın son 10 yılı ilk 27 yılından daha beter acılara gebe idi. İlk KİTAPTA OKUDUĞUNUZ ACILAR buz dağının görünen yüzüymüş!
Cavit A SORRY Cafer'a hapiste idi. Analık ölmüştü. Yaşayacağı kadar yaşamıştı demek... Ölümü de babam elinden olmuştu...
Cafer'a hapiste ise dünya bahar aylarına girdi demekti bizim için! Oh be çiçekler varmış. Bilhassa güller, gül (GÜL!). Görüyordum, kokluyordum gülleri ve hatta hayatıma giriyordu. Hoş geldin! Demiştim... Ama aşk adamı yıpratan bir kelime. Ve yazara, şairie ise büyülü bir kelime. Yazdıklarımı aşk yazdırıyordu artık! Yazacağımsa bir dünya şiir, yazı ve öykü varmış. O öyküleri meğer 2. kitabımda 'Kapı' nın devamı olarak yazmakta varmış. Elinizde okuduğunuz bu kitap kuru ve ıslak yaşlı bir gözden süzülüp gelen bir kitaptır. Çok ağlamış bir adamın hayatta yaşadıklarıdır.
Ancak böyle diner efkarım benim,
Gözlerinde gidince yanımdan..
Geceler sabahlarım olur benim
Efkarım diner,yağmurdan ıslanınca..
Yağmurdan yağmur ıslanınca yüzümde...
Bu şiirin tam burada devamını da yazacağım. Çünkü kütüphaneden sonra bekletip gelmedikten sonra bu şiiri tam o tarihlerde tam o gecelerde yazmıştım...
Devamı;
Sen yine sözlerimde yalan ara,
Bende geceleri yıldızlar ararım sana..
Ayın koynunda uyurum...
Yabancı gibi olunca sen bana,
Yabancıdan yabancı olunca gözümde...
Hey gidi dünya,yetişemedim mi hızına
Hep aynı kavşaktan dönerken senle ben..
Güneş varmış,güneş ışığı,ben ışıksız...
Batarım..güneş batıdan batınca,batağımda
Ben bir çiçek gibi solarsam elinde..
Tutaman yıldızlar gibi kayıp gidersin,
Tutamam elini bile ayıp dersin..
Ayıpsa bu ayıp sana yetsin...
Yanağında senin olsun yasağında,
Yasak mı olur daha! ölürken önünde...
Bu sitemim senin gözlerine,
Baktığımda gözlerimi eritti benim,
Bırakıp giderim dedi..
Yakıp yakıp içimi,git haydi!
Sen durmadın gözlerin dursun sözünde...
Yüreğime sevda ektiğinden mi?
Gül bahçemde bir gül kokmaz..
Sen yanımda koktuğundan beri,
Bir bülbül bahçeme konmaz...
Ya ben neyim senin gönlünde...
Hicran,hüzün,hasret,nefret
Sen koy adımı susma söyle!
Acımam sana da kendime de..
Ben giderim..sen terkedip gitmeden
İstersen batı,istersen doğu yönünde..
Yüzlerce,binlerce,milyonlarca karınca..
Beynimin içinde senden kırıntılar taşır,
Nemrut'a bir sinek bana sinekler,
Arılar yüreğimde bal yapar
Kuşlar yuva saçlarımın kökünde..
Biliyorum boşlukta yürüyoruz,
Biliyorum yoklukta-yoksullukta bize,
Duyguların var masum olmayan
Duyguların var,,...sinsice,şeytanca,kahpece
Ama biliyorum iyilik var özünde...
Ey! deryalar içinde bir küçük balık,
Sana mı kaldı koca dünya...
Ey! kocaman adamdaki küçücük yürek,
Bir kere de sevda için atsana...
Binlerce insanlar içinde ağlayan çocuk,
Ağlasana benim yerime de onada...
Sen gibi uçurtmamızı kaybettik..
O sağa gitti ben sola,
Tek gerçek vardı,O DA
Ne bendim ne sendin bu öyküde..bu ÖYKÜDE...
***
- Her daim yazacak şey bulursunuz siz, bitmez! ( Whatsapp )
DivanyoluY...
2019/ 28 Ekim
...
Bu öyküye başlamadan , yazmaya karar vermeden önce bu ajandaya yine iki şiir yazmıştım.
Önüne koydum gençliğimi,
Harcadın. Bari değdi mi?
Tamamını yazamayacağım. Birgün bu ajanda birilerinin eline geçer de tamamı şöyleymiş der belli mi olur.
...
Silerdim seni yüreğimden silerdim,
Seni siler başkasını dilerdim...
...
Yarın 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı. Kaya yani Yusuf Arslan Add Kdz. Ereğli başkanı idi. Demin Facebook'ta bir paylaşımını paylaştım. Abim tam bir Atatürk'çü ve Cumhuriyet aşığı idi. Merdivenleri bazen 10'ar onar çıkıyorduk, 100 basamak çıkıyorduk bazen. Ama düşüşümüz oluyor yine en başa dönüyorduk. 100 ÇIKSAK YÜZ İNİYORDUK. 1000 çıkacak olsak bin!
Ağabeyim farkında idim ki yükü iyi taşıyordu lakin şevki ilk günkü gibi değildi. Yaptığı bi dünya iyi işi vardı. Kaç okul boyanmıştı, kaç okuyana kurslar verilmişti. Kaç kere Ereğli sahillerinde Türk Bayrağı dalgalandırmış, eline aldığı mikrofonda Cumhuriyet'i savunmuş, Uğur Mumcu'yu yad etmişti. AĞABEYİM YORULMUŞTU. Saçları, kalbi ve bedeni.
O abimdi ama birşey vardı ki ben ondan daha çok yorulmuştum!!
Ve KDZ. Ereğli'de yine yeniden Adem başkan pardon pardon Sayın Halil POSBIYIK dönemi başlamıştı, sevgi hareketi kazanmıştı, millet hareketi kazanmıştı hem de eze eze...
1. Kitabımızı kendisine takdim ederken ona şöyle diyordum.
- Siz bana babamdan çok babalık yaptınız. Babamıda biliyorsunuz diyi mi? Ona da ekmeği siz vermiştiniz. Ama o ... Ellerini iki defa öptüm...
O da...
- Demek kitap yazdın ha... Vaaav afferin, afferin demişti. Bana da beş dakka ayırmıştı dopdolu zamanından. Zira Belediye'de biz onun yanında meğer çalışmıyormuşuz bunu da gözlemlemiştim. İlk İcraatları hep Ereğli haklarını savunmak olmuştu.
...
Şimdi Divanyolu Dergisinden tanıdığım Yıldız Hanıma hoş geldin deyin. Muammer abi kitap için beni ona yönlendirmişti. Bir kitabım çıksın istiyorduma am nereden başlayacağımı bilmiyordum. Yıldız Hanımla mail yolu ile nasıl yapıp yapamayacağımızı kitabın nasıl olması gerektiğini yazışıyorduk. Ve ona arada öykülerimden atıyordum!
Kimdi Yıldız? Yıldız çok şey demektir şüphesiz, yolsuz- yönsüz kalmışlara. Yıldız yolu gösterendir. Tıkansan, tıkanıklığı açandır. Yıldız, yıldızdır...!
Muammer abi ise benim için ay!dan da öte oldu. Belki güneş diyeyim. Bu 'Kapı' bir kitap olabilmişse onun iyiniyet ve bana inanmasından. Koşturması da bundan! Parasız da demekki bir mücadele verilebiliyormuş. İlla para değilmiş kapıyı açan anahtar! O kapı parasız da açılırmış... Bana ilkin dediğinde hakkı varmış; Yıldız orada, onunla yönünü bulursun... Deyip O'na havale ettikten sonra,
Muammer abim yıllardır hayatımda o güneşte olmasa şu dünyada beni ısıtacak birşeyler yok - ken tıkladım kapısını. O beni buyur etti. Dertlerim derdi oldu. Onu okuduk yıllardır, onun sevgi bahçesinde büyüdük. Ve o sevgi bahçesinde hep güzel çiçekler ve hep güzel insanlar var.
Bunları yazarken ağlamıyordum ama öksürük boğazımı düğümlüyordu.
Bazı şeyleri tekrar yaşamak gibi oluyor yazması. Sizse o yaşanan günleri yaşamak istemiyorsunuz. Lakin yazabilmek için tekrar tekrar yaşamalısınız.
sonraları;
O İstanbul'dan ben Kdz. Ereğli'den beri arkadaşta olmaya, öyküyü okumaya, nasıl yapacağımıza, kitaplaştırmaya giden yolda ilk adımları beraberce atmaya başlamıştık. Eğer ki kitap çıkarsa bu yazmalarım artık ikincisi içindir. ( Kitap 2019 sonu 2020 başında çıkmıştı)
Vee
E mailine hergün bir öykü atıyordum, sırf beni daha iyi anlasın diye, yazarlığımı. Hepsini atamadım O'na öykülerimi ama bu kitapta sizler belkide hepsini okuyacaksınız?
Nasıl bir yazardı İbrahim ARSLAN…
…
18 Temmuz 2019 (gecesi)
Üç ay önce. Gecenin bir yarısı uykumdan uyandım. Öyle bir yağmur vardı ki dışarıda. Ve bende de öyle bir ateş vardu ki! Cayır cayır yanıyordum...
Allah'ım söndür beni derken kendimi yağmurun içine attığım gibi sokakta başladım yürümeye. Ta Ruhi Cöbekoğlu köprüsüne kadar. Orda merdivenlerde oturdum. Arada ayağa kalktım. Bakışlarımı göğe çevirdim. Ama bakmaya zorlanıyordum. Yüzüm, üstüm ıpıslak. Dilimde de bir dua vardı... Allah'ım söndür beni, söndür. Hızla üşümeye başlamıştım. Yakarışım ve niyazım bitmek bilmese de!
O vakitte bile kafelerde oturanlar vardı. Beni uzaktan birileri gördü mü bilemem. Bu deli demişlerdir kesin. Ayakkabılarım hep su içinde kalmıştı bende sırılsıklamdım. Sadece sönmek isteyen ve inadına da cayır cayır yanan biriydim. İnadına gök boşalıyordu. Ve inadına sönemiyordum. Ayakkabılarımı elime aldım ve evime yollandım. Kimse umrumda değil ve bende kendimin umrunda değildim... İhtimal ki yaratanım beni sönsün diye gökten yağmuru sicim gibi yağdırıyordu. Yağmurda ıslanmak hep en büyük zevklerimdendir.
Eve gelince bu halimi de resimledim. Ve tarihin de 18 Temmuz olduğunu bugün resimlerin ayrıntısında gördüm.
Neydi beni böyle yakan!
Neydi uykusuzluğuma çare,
Neydi bu buhran?
...
2008 Yılı Nisan ayında hiç kafamda bile kuramadığım hayalim gerçek olmuştu. Ben bile evlendiğime ve balayına gittiğime inanamıyordum. Düğünümde Posbıyık Başkan bile gelmiş köylüsüyle oyun oynamıştı. Bilmediğim- tatmadığım hislerdi bunlar. Ben siyahlar giymiş bir damat... Bu düğün benimdi. Gül'ümle evlenmiştim.
Onca şeye rağmen Gül'lerin evine damat gelmiş artık çok güzel bir evim, çok güzelde bir kadınım vardı. Cebime de 1500 lira koymuşlar balayına uğurlanmıştık, Ağva'ya...
…
Sahi bahar ayımıydı gelen...
Ya da ben koşar adım mutluluğa gidiyorum mu sanıyordum. Mutlu mu olacaktım...
Yoksa mutsuzluklara daha büyük mutsuzluklara ilk adım mıydı bu?
Yakacak mıydı beni...
Galiba, evet!
Yoksa o gün neden atıyordum temmuz ayında kendimi yağmurlara. Muhakkak ki yanıyordum.
Muhakkak ki şu yağmur suları sönmem içindi.
30.10.2019 ( Ajandamdamdan)
Devam edecek
…
Göklerimi gör,
Şimdi sensiz,
Sensiz yerlerimi gör,
Kuşlar küsmüş.
Çiçekler kör.
...
Bu şiirin adını ayrılığın icadını da sen yaptın koymuştum. Neden ayrılık gelir çalar kapını. 2019 yılının yedinci ayı. Ayrılmamızdan tam 3 buçuk yıl geçmiş. Ondan ve üç kızımdan ayrılmamdan...
Benim şu hayatta bir bahtsızlığım var. Zaten dünyaya 5-0 geride başlamışım. Her 0-0'ı yakaladığımda bir şeyler beni geri geri çekmiş ve yine yenik duruma düşmüşüm. Oysa evlenip mutluluğa kucak açtığımda ben hayata karşı 5-0 öne geçtim sanıyordum. Hayat benden nasıl bir intikam aldı da bu düşmek diğerlerine bile benzememişti. Artık ayağa kalkmak istemiyordum. Artık yorulmuştum düşmekten!
Sonbahar...
Bu da bahardı. Şimdi ömrümde bu da bahardı. Bahardan sonra gelen son bahardı. Kışı da ya görürüm ya görmem.
Şimdi yine 2008 yılına döneyim...
O Gül'le nişanlanmıştık, nişandan sonrası düğündü. Nisan ayında düğünüm varı. Herşey ne hızla gelişiyordu. Her anımda onla olmak istiyodum. Onsuz durmayı başaramıyordum...
Kdz. Ereğli'de Net Reklam diye bir reklamcıda çalışmaya başlamıştım ilk iş!
Elimde bir çanta. Bir ay gibi sürede işin eğitim kısmını geçmiştim. İş yaparsam, gayretim görülürse asgari ücret ve sigortam yapılacaktı... Günde bir yığın firma dolaşıyor, ufak- tefekte işler alıyordum. Bi gün çarşıda Gül'ün annesine dek geldim. Tabii hemen ondan Gül' ü sordum. Bana Vakıfbank'ta işi olduğunu söyledi. Daha durur muydum yanında. Hemen topukladım...
Gözlerim onu arıyor, ondan başkasını aramıyordu. 1. kat, 2. kat, 3. kat her tarafı didik didik etmiştim de bankanın, yoktu. Kalbim yeisle çarpmaya başlamıştı. İçimdeki ateş bir anda sönüvermişti. Koştur koştur yine annesine yollandım, elimde çantam! Talihe bakın ki kolayca buldum annesini. Gül'ün Vakıfbank'ta değil Ziraat Bankası'nda olduğunu söylemişti bu sefer. Yanlış demiş, meğer. Olsun... dedim... Ve yine Gül'le aldım soluğu iki nefeste vardım Ziraat'e. Nihayetinde onu da buldum. Homur homurdum...Yanında soluklanamıyor işi- gücü unutmuştum. Kızcağızın da kafasını ütülüyordum! Başımdan ne geçmişse ona geçiyordum. Annesi- teyzesi ile hep beraber Falım Pide'ye geçmiştik. Ve ben yine hararetli, ateşim sönmüyordu belki de onla baş başa kalmak isteyip kalamadığım için olsa gerek!
Tanıdık burası biraz yavaş diyorlar. Biraz sessiz... Tamam olmuş bitmiş işte büyütme! Ama olur mu? Tam lokanta önüne çıktığımızda Gül'de parmağından yüzüğü atıverdi...
- Buraya kadar! Yetti bee!
Aha dünya başıma yıkılmıştı, aha yıkılmıştım...
Yerde yüzüğünü aramam ayrı bir gariplik ve küçük düşürücü bir durumdu! Amma düşmüştüm düşeceğim kadar.
Lakin yüzüğü atar nişandan vazgeçersin, ama insanca. Elimin içine koyuverirsin yüzüğü anlarım, atmak ne oluyor!
Yollar ayrılmıştı...!
Yol ilk burada mı ayrılmıştı?
…
Bu günün de öyküsünü sıcağı sıcağına okudunuz!!
Daha bu öyküleri yazmaya bile başlamamıştım üstelik!
Demekki bunları yazabilmem için evli olmam gerekiyordu ve oysa yüzük parmaktan atılmıştı...
İlk işim Kaya abime durumu anlatmak oldu. Abi bitti dedim, bitirdiler!
Rüya bitmişti veya rüyadaydım hala. Balık denizde ise boğulmaktan korkar mı. Hem balıktım, hem denizdeydim hem de boğuluyordum...
Abim sakin olmamı, böyle şeylerin yaşanabileceğini -Ve şimdi bir kutu çikolata al ve çiçek almamı söyledi. Git kapılarına bırak dedi... E bunları yapacak kadar param da yok ki... Abimden biraz harçlık alıp dediği gibi yaptım. Belki son paramı dediklerine harcıyordum. Acı bir durum! Maddiyat yolumu eşkiya gibi kestikçe kesiyor, güç bela yol alıyordum!
Çayırlı- Gebedoğan arabasının kalkmasına daha vardı bende beklememek için Yunuslu arabasına bindim. Elimde çiçekler, gül ortasında. Sanırsınız ki kız istemeye gidiyorum. Ama kendim ana- baba ve kimsem yok...
İstikamet İmranlar' dı. Arabada iken abim aradı geri dön o iş bitmiş dedi. Ama asla çıktığım bir yoldan sonu ne olursa olsun dönmedim ki ben!
- Herşey bitmiş... Geri dönüş yok dedi benim de yoktu geri dönüşüm artık.
- Bitsin abi bitsin mühim değil ama tatlı bitsin! Kucağımdaki çikolataları kastederek böyle demiştim...
Yunuslu'da inince üzerimde ceket- kravat elimde çiçeklerle İmranlar Köyüne doğru yürüyerek yol almaya başladım. Kualağımda Gül'ü ilk tanıdığımda mahallemde çocukların ettiği lakırtı vardı.
-Damat ya bu, damat!
Allah'ım boş yere söyletmedi ya o zaman bunu çocuklara, dedim. Millet halime bakıp durum anlamaya çalışıyordu. Akşam da olmak üzereydi. Bir arabaya el attım, durdu. Yürüme bitmiş ama gün bitmek bilmiyordu...
Sudan da çıkmıştım şimdi, şimdi susuzluktan da boğuluyordum!
Bi yarım saat kadar sonra ilk iş komşuları Rabia ablalara gitmek oldu. Durumu özet geçtim.
-Kötü olmuş dediler. Ve Gül'deki damardan bahsettiler. İşin zor dediler. Olsun dedim...
- NE yazıldıysa o olsun!
...
Bir hayalet gibi evlerinin önüne vardım. Çikolataları ve çiçekleri kimseler görmeden kapılarına bırakıverdim... Sonrada kendi köyüme yollandım! Ferdi Tayfur'dan şarkı bağıra bağıra...
Bir zamanlar
sıcak eller
dolaşırdı
saçlarımda
öpücükler
eksilmezdi
yanaklarımda
annem
vardı
yanımda
babamda!
...
Babam nerdeydi sahi, ne işi vardı mapusta! Başımızda olsa baş olsa iyi değil miydi?
...
Ben üzerime düşen rolü oynamıştım.
Yola devam edip etmemek onlara kalmıştı...
( Devamı 14 Şubat 2020' de)
***
Sözler birer ok. Hedef ne sevgili mi sevilen mi?
Kim anladı seni. Kimse çözemedi insan denen bulmacayı.
Leyla Kanat
Susuyorum... İstediğin gibi.!
02.08.2011
İlk defa sevgilim olmuştu. Ve bu benim ilk sevgililer günü'mdü. Kütüphanede beklemiştim onu ve gelmemişti. Yıl 2008 yılıydı. Köy servisinde çocuklar gibi ağlamıştım. Kafam cama dönük... Şu şubat'ın bir günü de benim olsun. Ya da şu Kasım ayının bir günü... Nisan'ın. Mayıs'ın. Bir mayıs'ta anneme ağlamayayım bende ona hediyeler alayım, alabileyim...
Olsun...
Neyse...
27 Nisan 2008'de evlendik. O benimdi artık. O en yakınımdaydı. Balayına Ağva'ya gittik. Ve balayının üçüncü günü ilk vukuat. Ben boşanacağım diye tutturdu.
suları akmayan
nehirler bendedir...
çiçek açmayan tarlalar,
bendedir..
benim gökyüzümde hep
yağmur yağar,
hiç güneş açmaz..
baharı bilmem ben,
kış yaşamaktan...
kış değil karakışlar bendedir
bu hor bakışlar sana değil
banadır..
yüreğimde hiç gül açmadı ki?
soldurdum diyeyim...
beni taş kalpli de sanma
ağlamasını da bilirim..
yalnız senin kadar
güzel değilim ki,
senin gibi güzel ağlıyım...
kupkuru akarsulardan,
akan sular bendedir..
dupduru sulardan
sana yağan
yağmur bendedir..
...
Bu şiirin adı Balayı hatırası idi ilk adı... Dayısı ne demişti... Kulağımda çınladı 'üç yıl evli kalın iyi... ' 'Ben ne yaptım dedim'. Ama o üç yıl demişti, üç gün ne ya! Bu üçüncü günde boşanmak istedi. Oyun mu sanıyor evliliği... Etme eyleme Gül'üm, gülüm o! Etme beni bülbül eyleme!
Elinde kağıt kalem balayında şiir yazan kaç kişi vardır ben gibi...
Birgün benden ayrılacağı hissi bu günlerde kalbimi kemirmeye başlamıştı. Ne kadar gidebilirsem o kadar gitmeye çalışacaktım.
Babam cezaevinde idi. Evlendiğimi biliyor ve o günlerde de hep yanına geleceğimizi el öpeceğiz diye bekliyor. Ne de olsa baba ya.Doğrusu benimse babam hiç umurumda değildi. Babalar öyle kenara atılmalı mıydı? Baba hakkı gündemimde değildi ki... Ben 6 yaşımdan beri baba hakkı konusunda pek kalbimi müteessir hissetmedim! Babam yaşıyordu. Ve bekliyordu! Abim de gelecekler demiş. Hani öf dese diyorlar ya ne derse desin o beni tutmaz bana öyle geliyordu.
Affedesim yoktu onu...
Gelini olacağı kızı bir kez getirmiştim görüşmeye almamışlardı sonra onlar gitmiş ben kalmıştım tek. Öğleden sonra babamla görüşmüştüm. Değişmediğini gözlemlemiştim o zaman. Ve bir kez olsun pişmanlık mektubu gelmemişti! İnsan tüm yaşanılanlardan sonra tamire hiç uğraşmaz mı! Hep kaybetmeye mi oynar. İşte o görüşme sondu benim için, bu kadar!
Damat gitmek ise meğer göründüğü kadar - al gülüm, ver gülüm değilmiş. Ehliyet almıştık evlenince alamaz diye, beraber almıştık. Arabamız yoktu ama ehliyetlerimiz vardı ikimizinde. Bende araba merakı da hiç yoktu zaten!
...
Küçücük ateş yangın olur büyürde!
Ömrüm boyunca hiç yalancı olmadım. Hep doğru oldum... İncineceğimi, rencide olacağımı, yerin 7 kat dibine geçeceğimi bilsem bhile yalanın hayatımda yeri yoktu...
2009 Ekim ayında Belediye'de işe başladım... İş sorunu da hallolmuştu, evlilik yaramıştı ve küçük kızım bereket getirmişti. İdil Melek yağmurlu bir günde haziran ayında doğmuştu. Annesi şu hediyeyi isterim diye önceden demişti. O gün o hediye için koşturmuştum. Ve hemşireye rica etmiş, ne olur Gül bu hediyeyi odasında görsün demiştim. Bilseniz baba olacağım diye içim içime sığmıyordu. Sahi kızım dünyaya sağlıklı şekilde geldiğinde kenara çekilip ağlamak nedendi... Mutluluğun başka boyutu idi bunlar! Bu sefer başka nedenlerden ağlıyordum -mutluluktan.
Evlenmem jet gibi olmuştu ve şimdi yuvamızda birde meleğimiz vardı. Doğdum doğalı en güzel günüm eşimden muştuyu aldığımda ve kızımın doğduğunda olmuştu.
(Devam edecek)
İbrahim Arslan
Kayıt Tarihi : 4.12.2019 17:51:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Eldeki yara, veya Dalı kırılan çocuklar Keşke hiç acımasaydı canlar, hiç kanamasaydı tenler, hiç yanmasaydı yürekler. Keşke kanlar ve gözyaşları, birbirine hiç karışmasaydı. ♥♥♥ Öyle acılar yaşanmış ki zaman içinde; bunların pek çoğu, daha da fazla yakmasın diye içimizi, sanki hiç olmamış gibi silinmiş zihinlerden veya bir daha hatırlanmaması için şahsî tedbirler alınmış. Bazıları da… Dikenleri içine büyüyen kestane gibi… Yahut, oklarını tersine giyinmiş bir kirpi gibi; acısı sırtında, acısı canında, acısı dilinde, acısı kaleminde olarak onlarca yıl hatıralarını da sürüklemiş peşi sıra. ♥♥♥ Bir çocuk için annenin kaybı; Ayakları altındaki yeşil ve mavi ve pembe ve bütün güzel renkleri barındıran dünyanın kooskoca bir silgiyle silinmesi, yok edilmesi demektir! Dünyası çalınmış bir çocuk için artık varlar; yokların yanında, yok kadar azdır! Dünyası silinmiş çocuklar için artık sadece soğuk ve renksiz bir okyanus kalmıştır geriye. Bu kudurmuş sularda tutunacak bir tahta parçası bulmak dahi, güvenli limanlara yanaşacak transatlantik konforu demektir, elindeki dalı kırılmış yavrular için. Dallar… Dallar kırılmasaydı, ahh… Ve yürekler böyle yanmasaydı. ♥♥♥ Acısını, otuz yıl… Çeke çeke bu güne kadar taşıyabilmek; Her insanın tahammül edemeyeceği bir çabayı da göstermiş olmak demektir. Kolay değil… Eldeki yara, yarası olmayana duvardaki delik gibi gelirmiş! Evet, elin yarası bu. El yarası ama, oturup ağlamasak bile dinleyip anlamak lazım. Anlarsak anlatırız ve yeni canların yanmasına, belki mani oluruz. ♥♥♥ Otuz yılda binlerce defa ümidin kapısını açıp, hüznün kapkara duvarına yüzünü çarptıktan sonra bu eseri vermiş aynı ananın iki yavrusunu tebrik etmek bana tuhaf geliyor. Takdim satırlarımda şunu diyebiliyorum ancak: Yaranızı hissetmeye çalışıyor ve acınızı paylaşıyorum. Bütün kardeşlerinizle beraber sıcak ana kucağına cennette kavuşursunuz inşallah.
![İbrahim Arslan](https://www.antoloji.com/i/siir/2019/12/04/kapi-hayatimizin-oykusu-10-1000.jpg)
teşekkürler... bu satırlarda devamı ve birgün 2. si çıkartabilirsem oralarda anlatabileeceğim... insanlar okumaktan ne zamana kadar kaçacak bakalım. Oku emri günde yüz kere insanı bulmalı, vurmalı. 'Bir de sadece kendini okuyanlar var, hayatı okuyamayanlar ise acınası.
TÜM YORUMLAR (2)