nasıl da akıyor bulut gökyüzünde,
bir başka kıtaya göçüyor olmalı
ve hüznünün fazlasını bırakıyor bu şehrin ahalisine
tepemizden terkedip giderken.
telaş yok caddede ıslananlarda
sükunetini bozmuyor kimse sağnağın altında
ve ben böyle havalarda seviyorum bu şehri
yakışıyor ıslak gözlerle bakmak bu şehre
eski model bir teypten yayılırken
eski model, oynak bir arabesk
fırtınaya teslim ettim çocukluğumu
küçük bir varoşluydum o zaman
üstüm kirli başım boş
insanın değiştiresi geliyordu
kıyafetleriyle dostluklarını
fırsatını bulan değiştiriyordu da
ki ben de değiştirdim.
içimde büyüyen boşluk düşümden büyük
hiç olmayacakmışsın ya da hep gidecekmişsin gibi büyük
eski hint filmlerini izleyip gözyaşına boğulur bir yanım
ayağımdaki şehrin kiridir,
pişmanlığım geride bir yerlerde kalmıştır
kalbimde bir yere ait olamamanın yenilgisi
yerin dibine girmek ister her yanım.
eski model oynak bir arabesk yayılır şehre doğru
konfeksiyon atölyeleri, tamirhaneler,
organize olamayan sanayi ve kalfadan şamarı yemiş çıraklar
yayılır şehre her bayram
ve her bayram gülen varoşlu gözlerin üstünü bir buğudur kapatır.
sınıf çatışması da diyenler var,
kader de,
oysa ki nedir eşit olmak;
ne düşünür ki tanrı sunduğu hayat hakkında
kaldırmak ister de gözlerdeki buğuyu
gücü mü yetmez patronlara bilinmez.
belki bu yüzden desteklemez devrim peşinde
evrim olanları.
o eski teypten yayılan oynak ama hüzünlü
oynak ama
isyankar...
oynak ama
oynanmayan parçalar
vururken damgasını hayatın tüm ayrıntılarına
çocukluğun,
gizli kalmış tarihin olur biraz da.
ki o tarih yetiştirir
hayata tutunamamış oynak arabesk bakışları..
sızılı bir arabeskle iyice hüzne veriyorum kendimi.
ve senin suskun yüzünden boşalan sağnağa
intihar ekliyorum sessiz harflerle.
soluğum kesiliyor konuşamıyorum yanında
hüznüme huzur karışıyor
sözlerle açtığın yaralardan hızla boşalıyor canım
ağır yaralıyım ve bir sevda türküsü diliyorum içimden
cenazeme dua diye
nafile...
göçün göçüğü altında ezilirken ayrıntılarım
detaya düşmeden aşık olmuştum gördüğüm bir çok şeye
belki en çok sana
koskoca şehrin içinde küçücük bir aşktı benimkisi
hissedemiyor,
gündelik acıların arasında kaybetmemeye çalışıyordum sadece.
sana anlatacağım ne varsa
denizin çalkantısı, kuşların cıvıltısı
ya da ne bileyim bir çocuğun kahkahası bile
intihara neden olur bazen
ya da her zaman.
eskiden kulağıma çalınmış tüm notalar
bir milat gibi dururken karşımda
hayat basamaklarını geçemediğimin farkındalığıyla gelen yıkımlarım
dostlarım
aşklarım
yalın halimi kucaklar.
kaşla göz arasında yitirirken yılları
zaman ezilir ayaklarımın altında
geçmiş kalitesiz bir kadeh şarap gibi
ekşimtrak bir tat olur boğazımda
yutkunamam.
oysa dolu dolu diye tanımlanırken
yaşamışlık denilen herşey
bir avuç cam kırığı olur
sıkışır ellerimin arasına
hayat hızla geçmiş haline gelirken
ve kanırtırken canımızı
biz aşkın şiddetine esir olmuş
kör ebe oynuyoduk intihar gölgesinde.
anne sözü dinlemiyor
aldatılan kadın oluyordun
bana bakıyor dinleniyordun
dertleşiyor, sırlarını veriyordun hafızama güvenip
bense tenindeki terde arıyordum huzuru
hangimizdik fahişe soramıyor
kaçırıyorduk gözlerimizi ruhlarımızdan
mevsim benliğini kaybederken
çınar yapraklarıyla birlikte uçuşur
sana yazamadığım son mektuplar...
kelimeler cümle olamazlarken kağıt üzerinde;
bizse hayat üzerinde
bir bütün oluşturamıyor
fakat umuyorduk.
yağmur durmuyor ve sana dokunacağım gece
yolda kalıyor
bana anlatacağın her şey
zamana takılıyor.
özlemediğimi söylüyor güç gösterisinde bulunuyorum
tanrıyı yalancı şahit gösteriyorum yapamadıklarıma
mevsim yok yere değişiyor dışarda
seni tanıdığım kışsa geçmedi hala
içimdeki kar fırtınası dinmedi
tenimdeki buz seni de üşütene dek
gelmeyeceğini bilerek bekledim seni
kapıma geldiğinde soğuktu gözlerin
ve elinde benden uzağa hazırlanmış bavulun
veda mektubu gibi dururken kapıda
bir iki damla yaşa sığdırdığım ömrüm
yanaklarımdan düşer isyankar
maphus anılarını
ve terke dönük projelerini
yüzündeki ağır suçlu taraflarımı
ağırlaşan göz kapaklarımla dinliyorum,
git hadi
proje olmasın yolculuk kafanda
yalnızca içinden akıp giden şeytana sat ruhunu
takıl şehri terkeden bulutun peşine
ben olamasam da sensiz
ölmesini bilirim nasıl olsa...
bir anlamı yok hayatın
geçerli sebepleri var yalnızca..
pranga gibi ağır sebepler....
bir ucu ayağına bağlı
bir ucu düşlerine...
git hadi
ardında bırakacağın şey olsa olsa
çoğullaşmayacak yalnızlıktır
alkolle yerini dolduramadığım
attığın her adımda ardında kalan sensizliğin boşluğunu
içime taşıyorum
kimse görmesin diye
acınacak bir delil bırakmamalı insan geride
Kayıt Tarihi : 17.8.2006 19:22:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Altuğ Altıntaş](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/08/17/kan-20.jpg)
içime taşıyorum
kimse görmesin diye
acınacak bir delil bırakmamalı insan geride
Ama yıllar sonra biri yaşama sevincini kaybetmiş birine rastlıyor geride bıraktığı dizeleri ele veriyor onu.
TÜM YORUMLAR (1)