Kalem Açacakları İle Açılırdı Çocukluğum ...

Adnan Şahin 2
295

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Kalem Açacakları İle Açılırdı Çocukluğumuz...

Çiğdem çiçekleriyle açar,
Kardan adamla üşür,
Uçurtmalarımızla uçar,
Topaçlarımızla döner,
Balık sırtlarıyla kayar,
Dokuz kiremitlerde kuş kovalar,
Küslüklerimizi saklambaçta saklar,
Kanlarımızı kaynaştırırdık,
Kan kardeşi yüreklerimizle,
Kenar mahallemizde cıvıldayarak,
Kalıbımızı basardık karlar üstüne,
Dil çıkararak gökyüzüne.

Sarı, pembe,
Kırmızı, beyaz,
Siyah, mavi,
Yeşil, turuncu,
Kalem açacakları ile,
Açılırdı çocukluğumuz,
Acılar denizine…

25.05.07

Adnan Şahin 2
Kayıt Tarihi : 25.5.2007 12:38:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


ZEYTİN GÖZLERİYLE GÜLÜMSER BİZE. Çocukluğumun kenar mahalleleri, cıvıl cıvıl çocuk sesleriyle şenlenirdi. Sokak kapılarının önünde oturan anneleri, komşularıyla laflarken bir yandan ellerinde ki işlerini yaparlar, çaktırmadan da güle oynaya cıvıldaşan çocuklarını göz ucuyla kontrol ederlerdi. Her mevsimin farklı oyunları olurdu, baharın çocuklara çağrıştırdığı; çiğdem çiçekleriydi. Karlar eriyip, güneş toprağı ısıtınca, kırlara, bayırlara koşup, sarı çiğdemleri ararlar, bulunca çocuk yürekleri, mutluluktan uçurtmaları gibi uçar ve mutlaka birer tane çiğdem çiçeklerini annelerine taşırlardı. ‘’leylek leylek havada, yumurtası tavada’’ tekerlemeleriyle leylekleri çağırırlar, leyleği havada görünce çok gezeceklerine, yerde görünce de, dudak büküp gezemeyeceklerine inanırlardı. Hıdrellezlerde, sabah erkenden horozlar bile ötmeden, manda bokunu örtmeden, höyüğe çıkılır, kızlı erkekli dümbelekler çalınır, ‘’yarimle biz bizbize, otururuz diz dize, ona çiçek yolladım akasyalar açarken’’ diye şarkılar, türkülerle bahar karşılanırdı. Akşama kadar, bir dünya çalı çırpı toplanır, lastikçiden patlak lastik araklanır ve ateşler yakılırdı. Yine dümbelekler eşliğinde anneler, ablalar,’’başın öne eğilmesin aldırma gönül aldırma’’ diye türküler çığırırken, en az üç defa herkesin ateşten atlaması sağlanır, günahlar ateşe bırakılır, ateşin yüksekliğine inat delikanlılar, genç kızlar saçlarını yakma pahasına ateşten geçerlerdi, sırattan geçer gibi. Ve her ne hikmetse o ateş gözlerini alır, saatlerce seyredalınırdı. Her mevsimin vazgeçilmez oyunu, futboldu. Tek kale, çift kale, altıda devre, on ikide biter, üç korner bir penaltı, fit (beraberlik) kalınca da, gol atan galip olurdu. Rüzgara karşı, rüzgarı arkasına alan plastik toplar, bir o yana, bir bu yana gider gelirdi, her mevsim. Karda oynanan topun en zevkli yanı kalecilik olurdu, Şumayer gibi uçulabilirdi çünkü. Dizlere kadar yağan karda koşturması, kollarını açıp, karın üstüne boş bir çuval gibi yatıp, kendi kalıbını kara bırakması başka olurdu. Hele ilk kar yağdığında, eller havaya dua eder gibi açılır, diller çıkarılır, dile gelen her damlanın tadı bambaşka güzel olurdu. Hep bir arada kardan adam yapmakta ayrı bir mutluluktu, simsiyah Seyitömer kömürüyle, gözleri, ağzı, düğmeleri yapılırdı, ağzının üstüne de, burun niyetine koca bir havuç kaklanır, başına fötr şapka, burnuna atkı ve mutlaka eline de bir çalı süpürgesi tutuşturulurdu. Kuşkusuz kara kışın en güzel oyunu, kızaktı. En hızlı kızak hep en önde kayardı, özenle hep beraber hoplambaç yapılır, saatlerce, durmadan, bıkmadan, yorulmadan kayılırdı. Kızağı olmayanlarla, kızaklar paylaşılır, ağabeyleri kızağa tek başına binemeyecek kadar küçük kardeşlerini kucaklarına alır, küçüklerde ağabeylerine sımsıkı sarılır, buğulanan nefesleri birbirine karışarak, mutluluk çığlıkları atılarak kayılırdı. Kızak faslı hava kararınca da devam eder, yatmaya gitmeden, kayılan yer kara buz olsun diye, kova kova sular taşınırdı. Ve tabii ki, soba başında sızlayan eller yüzünden ağlamadan da olmazdı. Yazın keyfi ise, demir gibi soğuk sularda yüzmekle geçerdi. Gruplar halinde ayrı ayrı her mahalleden çocuklar soğuk sularda yıkanmak için, yollara düşerler, kırlardan, bayırlardan adımlayarak, soğuk suda bir araya gelirler, su savaşları yaparak, yüzmeyi öğrenmeye çalışırlardı. En tatlısı da, yorulup acıktıktan sonra, sadece bir donla bir kenarda oturup, ekmek arası domates, peynir, salata falan yemesiydi. Evden kaçak yüzmeye gelenler ise, akşam evde sorguya çekilir, esmerleşen kollara tırnakla çizgi çekilir, beyaz bir çizgi olursa, yüzmeye gittikleri anlaşılırdı. Sonbahar okul habercisiydi, önlükler, çantalar, kalemler, defterler, unutuldukları yerlerden çıkarılır, hazırlıklar başlardı. Teneffüsler de, okuldan sonra, tatilde, bayramda, her fırsatta oyunlar, çocuksuz kalmazdı. Rengarenk misketlerle, (bilya, pate de denirdi) tek kuyu, beş kuyu, baş oynanırdı. En iyi nişancılar, hatta misketi ikiye yaranlar, en çok pateleri üterler, böbürlenerek kazandıkları bilyalarının sayılarını sık sık hatırlatırlardı. Ama o sayılar durmadan değişir, bir gün en çok misketi olanın, ertesi güne bazen hiç misketi kalmayabilirdi. Arada sırada pate kavgaları olur, ütülen mızıkçılık yapar,’’ver benim patelerimi’’ diye zırlayınca da, topluca gülmek için bahane olurdu. Saklambaç, toplu saklambaç, dokuz kiremit, tumba, mors, topaç diğer adıyla fırça döndürme, artis, çivi çakma, sapan, yayla ok atma, (ok atma oyunu, bazen tatsızlığa neden olurdu, sazlıktan yapılan okların uçuna gazoz kapağı sıkıştırılır, ucu sivriltilir, havaya en yükseğe kimin ki çıkacak diye bakınırken, hedefini şaşıran ok, bazen kafaları da yarardı.) uçurtma sıçancık uçurma, ebelembeç, körebe, evcilik, beş taş, isim şehir hayvan, ip atlama, lale belkıs içeriye gel kız, küçük ev lora ingıls lora ingıls karolin karolin, kıs kıs kıs, birdirbir, uzuneşek, güvercin takla, yakar top, yağ satarım bal satarım gibi bir sürü oyun çocukluğumun en güzel anılarıydı. Severdik birbirimizi, kan kardeşi olmak için parmaklarımızı kanatır, kanlarımızı kaynaştırırdık. Her yaştan arkadaşımız olur, tüm mahallenin çocukları kardeş olurduk. Beş yaşlarında hafif pepe bir Mehmet’imiz vardı, bir iki yaşlarında çok korktuğu için bir şeyden, neredeyse hiç konuşmaz, zoru zoruna konuşunca da pepelerdi. Gözümüzün içine içine bakar ve zeytin gözleriyle çok güzel gülerdi. Hepimiz Mehmet’i çok severdik, mahalle bakkalından çekirdek, gofret, bon bon şekeri falan alınınca, önce Mehmet’e verilirdi. Kendi yaşıtlarından üç dört arkadaşıyla gezer, sessiz sessiz oynardı. En sevdiği şey, kalem açacaklarıydı, Mehmet’in. Sarı, pembe, turuncu, mavi, kırmızı, siyah, yeşil, beyaz bir çok kalem açacağını çebin de, mutlaka bir ikisini de değiştire değiştire elinde taşırdı. Her hafta içi bir gün öğleden sonra, Tarzan çizgi filmini seyrederdik, coşkuyla. Yine bir hafta içi öğleden sonra, bütün mahallenin çocukları, sokakları sessizliğe çalarak çekilmiştik televizyonlu evlere, ormanlar kralını seyretmeye ki, birden acı haberi duymuştuk çığlıklar içinde. Yine tüm sokaklar dolmuştu, fakat bu sefer çocuk ağlaşmaları ile birlikte. Ormanlar kralını yalnız bırakıp televizyon çalışır halde, olay yerine koşmuştuk bütün mahalle. Mehmet ve arkadaşları, asfaltı, tren yolunu geçip kanal boyuna, kurbişlere bakmaya gitmişler, dönerlerken geriye, tren yolunu geçmişler, çift yolun birini aşmışlar, ikinci yolun tam ortasında, yolun bitmesine beş altı adım kala, düşürmüş Mehmet kalem açacaklarını yere, ezdirmemek için açacaklarını dönmüş geriye, ezdirmemiş yine de ama küçücük bedenini bırakmış, rengarenk açacaklarını düşürdüğü yere. O günden sonraysa, ormanlar kralı hiçte kral gibi gelmemişti bizlere. O gün bu gündür, aradan yirmi sekiz yıl geçtiği halde, Tarzan la ilgili bir şey görünce, gazete kağıtlarının altında bıraktığımız Mehmet’imiz, zeytin gözleriyle uzaklardan gülümser bize… 25.05.07

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe

    Kalem açacakları ile açılırdı çocukluklarımız ve boynumuza ortasını delerek ve ip geçirerek astığımız silgilerle de silinip kapanıyordu . Ve üzerine kalıbımızı bastığımız karlar gibi yok oluyordu ...Sevgiler, kutlarım şiirinizi

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)