Güneşin gövdesinde uyumaktır seni sevmek, aylardan Ekim
Ruhumun saçaklarında hüzün, dişlenmiş meyveler gibiyim
Kınından çıkmayı dileyen bıçağım kimi, özlemdir hedefim
İnfilak etmeyi dileyen bir mermidir sana sevdalı yüreğim
İnancımın sonsuz denizlerine yüreği delik bir gemiyle açılıp, senli yarınların ellerini birleştirdim aşkın kanamalı küreklerinde. Her düşün zincirlerine tutunan bir yosundu zaman, ben sende kalmaya vurgun, seni yaşamaya sevdalı bir adam iken. Her bahar dallar yeniliyordu kendini, sürgün korkularımın aksine arı çiçekten balını, kuzu memeden azığını alıyordu. Yıllar döngüsünü seçerken ben aşkın tezgâhlarında aşkı satıyordum.
Gölgeler biriktiriyordum oysa sana. Dişlenmiş meyveler gibi çürümeyi bekliyordu gülüşlerim. Ağular sakladığım o sevda mendilini dudaklarımdan uzak tutuyor, adı silik, kimliği yitik bir aşkın alev tarlalarında kendimden çok, o antik varlığını arıyordum.
Hep aynı terazinin kefesinde sallanmıştım oysa umut pazarlarında, dar bir odanın içinde yalpalayarak yürüyen aşk mahkûmları gibi seni sevdikten sonra hep sana saklamıştım kendimi. Hazan yapraklarıyla ısınıyordum uzun kış gecelerinde, haberleri çok fazla izlemiyor, uyanınca ismini unutacağım bir filmin karelerinde olmak için erkenden uykulara dalıyordum.
Mecburi istikametti sana uzanan yol. Tozlu bir geçmişin rafına en sevdiğin çiçekleri yerleştirmek için önce zamanın kaba tozlarını temizlemek gerekiyordu ve ben uçkun bir yüreğin yamalı mintanlarından utanarak bunu yapamıyordum. Kimi kınından çıkmayı dileyen bir bıçak, kimi de namluda infilak etmeyi düşleyen bir mermi gibi kendi hedefimi ne yapsam seçemiyordum.
İsyanlar biriktiriyordum avuç içlerimde. Özlemlerin fiyakalı vitrinlerinden varlığına en muhteşem hediyeler paketliyordum. Yokluğunun sık destelerinde seni karıyordu ellerim ve bekleyişlerin şans kartlarından çıkmayınca sen, küfürler serpiyordum hiç okşayamadığım tanrıça yüzüne. Tuhaf bir dil sürçmesiydi seni zikretmek. İşte o anlarda gözlerindeki devasa şaşkınlığa anlamlar arıyordum.
Her sabah yeni bir yüzdü aynada baktığım. Her sabah hızla tükenen bir ömrün lirik damlalarıydı yüzümü yıkadığım. Gölgendi hep sularla denizlere karışan. Aynı hızla indiğim merdivenler kimi kirli, kimi temizdi ve ben aynı hazla nefesleyemiyordum hayatı. Gece kanamalarından uyanmış insanlar pencerelere yaslanarak güneşi izlerken hep ‘abidik-gubidik’ bir yaşamın son kertesini ne zaman okşayacaklarını merak ediyorlardı.
Neden her merhabanın kertiğinde bir hoşça kal vardı! Neden apar topar buluşmaların haz yıldızı o paylaşım masasında unutulurdu! Noktalarla tümlenen, virgüllerle ayrılan ve soru işaretleriyle mimlenen bu hayatın kahır duraklarında beklesem gelir miydin! Her şölende, senin için ağzıma götürdüğüm her lokmada ve bir pastil gibi çiğnediğim yokluk sorgularıyla sen daha ne kadar olmayacak, ne kadar seni içimde arayacaktım bilmiyordum! .
Seni yazdıkça, yüreğimdeki aşkını anlatmaya çalıştıkça bir başka menzile çekilmeye çalışılıyordum ben. Hayatın farklı kollarının da olduğunu söylüyordu seni okuyanlar ve beni yorumlayanlar. Ben bu üç kapılı hanın bekleyiş duvarlarına yaslanmış seni karalıyordum yıllardır bu duvarlara. Silinmiş ve çalınmış her sözün yerine yenisini yazıyordum. İnadına harcanmış günlerin karanlık dehlizlerinde kokuna yürümek, yangınlı yüreğimin paslı oluklarından sevgini yudumlamayı çok, ama çok seviyordum.
Mevsimler yine sensizliğe, yine Aralık bırakılan umutların zemherisine götürüyordu beni. Dudaklarımdaki ölüm sessizliğine bile aldırmıyordun oysa. Her ikimiz de birbirimize ‘sen gelmez oldun’u çalıyorduk, ama ikimiz de çığlığımızı birbirimize gelecek kadar içten duyamıyorduk. Hislerimizi kemiriyordu durmadan bekleyişleri seçtiğimiz gerçeğimiz, tükenmiyordu ne kadar istesek de birbirimize serzenişlerimiz. Kimi çıldırma noktasındaydık, kimi de çocuksu kahkahalarla biçare ruhumuzu kandırarak günleri tüketiyorduk.
Aynı ayarda olduğumuz anlarda her şey tamamdı nedense. Denizlerimiz taşınca, umutlarımızın zembereği boşalınca kıyılarımız gelgitlerle sallanıyor ve biz bir aşkın destelerini yeniden, yeni baştan karıştırıyorduk. Öfkemizin kasırgaları kesilmeyince iki gölge gibi karanlığımıza sokuluyor, hicranlı gönlümüzü sanal okşayışlarla avutuyorduk. Hiçbir sevi, hiçbir sevgi gösterisi bizi tatmin etmiyordu aslında, biz kendi saraylarımızın çıplak duvarlarında sessiz ayinlerle sevişmeleri seviyorduk.
Daralmış göğsümüzün argın tülbentlerinde pıhtıya durmuştu aşkın gözyaşları. İç sesimizin çoğalmaları azalmış, sevda dağlarımızda karlar birikmişti. Yılların sürgünleri ovalarımızı artık yeşillendirmeyince göçlere vurmuştuk aşkımızı. Usumuzun o kanamalı günlüklerini birbirini sevenlere bırakıp bu düşler coğrafyasından çok uzaklara çekip gitmiştik.
Selahattin YetginKayıt Tarihi : 11.10.2012 13:00:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Selahattin Yetgin](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/10/11/kahirli-bir-bekleyistir-ask.jpg)
Ruhumun saçaklarında hüzün, dişlenmiş meyveler gibiyim
Kınından çıkmayı dileyen bıçağım kimi, özlemdir hedefim
İnfilak etmeyi dileyen bir mermidir sana sevdalı yüreğim
Harika bir giriş ve içeriği duygu yüklü. Yüreğinizde ki fırtınalar elbet bir gün diner. Yüreğinize, kaleminize sağlık. Sevgiyle...
TÜM YORUMLAR (3)