Ege’nin yazları pek sakin olmayan bir köyünde, akşamın alacalı renklerinden soyut bir tablo yapmaya çalışırken dinlemiştim o şarkıyı. Söyleyen adam tanıdıktı, onu yıllardır dinliyorduk ama bizi yazdığı sözlere aşina kılan başka türlü bir ruh iklimi vardı. “Eksik bir şey mi var hayatımda” sorusuyla dalıp gitmek, aileden birinden mektup almaya benziyordu. Sonra, Kalksam duraktan dolmuş gibi/ Arka koltukta unutulmuş gibi/ Terliklerimle gelsem sana/ Sonunda aşkı bulmuş gibi diyordu. Öyle kendiliğinden mırıldanıyordu sanki. Onu dinleyip hatırlarımda kaybolduğum gece yazdıklarım, tesadüfen ilk kitabımın ilk yazısı oldu. Şimdi o yazıya bakarken o günkü halimi de görüyorum. “Şarkıyı, denizin yarılmış incir rengi olduğu uysal saatlerde, sonunda ne olacağınıza, ne aradığınıza, ne bulacağınıza aldırmadan dinlerseniz, sonunda o ‘aşkı’ bulmuş gibi hissedersiniz” yazmışım. Kim bilir neler düşünüyordum, içim dalgalanıyor muydu, hayallerim beni sağlam mı tutuyordu yoksa şarkıyı yazlık sinemadan ayaklarını sürüyerek dönen tasasız bir çocuk gibi mi dinliyordum, bilmiyorum. Ters dönmüş tek bir terliğe bakıp kendim için üzülmüş müydüm? Ne tuhaf, yazının zaman katmanları içinde yazanı kendine yabancılaştırarak değiştirmesini seviyorum.
İlk romanından beri dilinin yumuşak tınısını, sözcüklerinin ahenkli buluşmasını önemsediğim için kıpırtılı bir merakla takip ettiğim Hüsnü Arkan, beni yine uzun bir ‘iç yolculuğa’ çıkardı. O yolda çocuk olma fırsatını sonsuza kadar kaçırmış arkadaşlarımın iç çekişlerini duydum. İnanmadıklarının gölgesinde sırf öyle icap ettiği için öyle yaşayan ihtiyarları gördüm. Hayatını değiştirmekten ürküp ‘konforunun’ berbat sıkıntısına katlanmak zorunda kalan adamları teselli ettim. Bu ülkenin ‘iyileşeceğine’ samimiyetle inandığı için kendinden hiç düşünmeden vazgeçenlerle sohbet ettim. Derin hayalkırıklığının ortasında sahici olmayı beceren, hiç vazgeçmeyen, bir kadının ‘eksik aşk’ hikâyesiyle uyanıp gözlerimi dünyaya yeniden kocaman açtım. Başka bir kadına hayatına istediği gibi sahip çıkamadığı için kızdım. Ama bütün bunların ötesinde aynamda gençliğimin hatalarıyla yüzleştim. Uzun uzun çocukluğumun solgun yüzüne baktım. Biraz oyalandım oralarda. Çoktandır çekmecelerde kuru yapraklar misali çıtırdayan sepya aile fotoğraflarımda gezindim. Pişmanlıklarımı şefkatle okşadım. Tanrı’nın unuttuğunu sandığımız hikâyeleri, yazarların sezgileriyle kabaran anlatma coşkusuyla anlatmasına bir kez daha hayran oldum.
Toprak kokan bahçelerde...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta