Kadına dair sorunların çözümü için öncelikle kadının kadınlıkla yüzleşmesi, kadınlığı ve kadın sorunlarını sorgulaması, kadınca özeleştiri yapması ve kadınca insani çözümler yaratması yada bulması gerekiyor... Niye mi? Çünkü kadın önce kendisine inebilmeli, kendisini sorgulayabilmeli ki kendine ve hayata dair yanlışları ve eksikleri görüp düzeltebilsin, giderebilsin, en azından bunlara karşı olası çözümler arayabilsin... Ve yine kendine ve hayata dair doğruları ve olması gerekenleri görüp çoğaltabilsin, yerine getirebilsin... Yıkıcılıktan uzak bir şekilde, en yapıcı haliyle hayatı ve kendisini eleştirebilsin... Değişebilsin, gelişebilsin... Değişirken değiştirebilsin, gelişirken geliştirebilsin...
Kadınların yaşadığı sorunlarının temelini ve sebebini tümden hayata, yaşam koşullarına ve erkeklere yüklemek yanlış olur... Çünkü kadınların yaşadığı sorunların bir kısmı yine kadından kaynaklanıyor, kadınların kimisi bunları gönüllü olarak kabulleniyorlar, hatta kendileri istiyorlar... Kimisi bunları doğal bir akış, hayatın değiştirilemez gerçeği olarak görüyorlar, çünkü öyle öğretiliyorlar, öyle yetiştiriliyorlar... Sorgulama gereği duymadan yaşıyorlar bunları... Kimisi ise baskıyla mecburen kabul etmek zorunda bırakılıyor... Bu baskılardan ise gerek kişisel pasiflikleri, gerek ürkmüş korkuları, gerek özgüven eksikliği, gerek sindirilmişlikleri, gerek ekonomik özgürlükten yoksun oluşları nedeniyle kurtulamıyorlar...
Bazı kadınlar ya kendi istek ve tercihlerinden dolayı, yada bazen babalarının yada eşlerinin istekleri veya baskılarına boyun eğerek eve yada dar bir çevreye sığdırıyorlar yaşamlarını.... Duvarlarını kendileri yada çevresindekiler ören bu kadınlar genellikle hayatlarını erkeklere bağlı yada bağımlı olarak geçiriyorlar... Hatta bu kadınların çoğu erkeğin yanında değil arkasında durmayı bir erdem olarak görüyorlar... Kimilerince domestik kadınlar diye adlandırılan bu kadınlar kendilerinden habersiz hatta kendilerinden kaçışta olan, kendilerine güvensiz olan kadınlardır genelde... Ekonomik özgürlüklerini kazanamamış, yada kazanmasına fırsat verilmemiş, ve sosyal- kültürel gelişimlerini ya kendilerinden, ya yaşam koşullarından yada çevrelerindeki kişilerden dolayı tamamlayamamış kadınlardır... Eğitim ve yaşam alanları daraltılan bu kadınların çoğunun sorunları doğumlarından itibaren başlar.... Ailesi içerinde baskı gören bu kadınlar baba- abi- kardeş baskısından kaçmak, kurtulmak için çareyi evlenmekte buluyorlar... Çoğu zaman sevmeden,istemeden... Baba - abi etkisinden çıkıp koca etkisine giriyorlar bu kez... Kocalarında da aradığı huzuru bulamayınca da bu kez tüm umudunu oğullarına bağlıyorlar... Hep birilerinin kanatları altına sığınmaya çalışıyorlar en yumuşak deyimle... Yada birilerini, genellikle hayatlarındaki erkekleri, baba- erkek kardeş- koca, kendilerinden üstün tutup, onların korunaklı yada korkutucu güvenliklerine sığınmaya çalışıyorlar... Ayrıca bu tarz kadınlar genel olarak kendi gerçeklerine yada hayatlarındaki sorunlara isyan etseler bile çocukları arasında kız- erkek ayrımı yaparak, ‘ erkek egemen, kız- kadın pasif yaşam’ ı çocuklarının bilinçaltlarına ve hayatlarına yine kendileri yerleştiriyorlar onları yetiştirirken... Böylelikle bu kısır döngüyü ileriki nesillere aktarıyorlar...
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
Kadını kadınca yorumlayan yüreğine sağlık derim ancak bu toplumda Kadın gibi kadın olmak emek ister hatta hatta biraz deli olmak gerek diyorum.Duyguların bir dem yarı yolda kaldığı sorgulayan değil sorgulanan bir toplumda yaşadığımızın bilincide yazan yüreğini alkışlıyorum canım Fundacığım başarılarının devamını dilerim.
Güzel bir deneme...Beğeniyle okudum...Saygılarımla...
ANTALYA'DAN TAM PUANIM İLE TAKDİR DUYGULARIMI BİLDİRMEK İSTİYORUM.....................selamlar,saygılar.halil şakir taşçıoğlu
bana göre güncelligini yitirmeyecek bir konuyu ele almissiniz sevgili Funda..sizi okumaktan sevinc duydum...sevgilerimle
Funda Kızımın bu güzel yazısı beni aşmış bulunuyor. Buna rağmen kabul buyurursa bazı paragraflar için görüş ve önerilerimi yazmak isterim;
Paragraf-2; Burada sözü edilen sorunlar için örnek verilse iyi olur;
Paragraf-3; Burada anlatılanlar kesinlikle doğru. Ancak bunların çoğu geleneklerimizden gelmektedir. Ben çocukluğumla günümüz arasında geçen sürede şunu görüyorum ki geleneklere bağımlılık giderek terk edilmektedir. Bunu şöyle açıklayabilirim;
Doğu Karadeniz’in yeşil fındık bahçelerinde bir ataerki aile düzeninde geçti çocukluğum. Yalnızca kadınlar değil, çocuklar da ikinci sınıf birey statüsündeydi o sıralar. Bir yandan köy evlerinde mısır ekmeği pişirilirken bir yandan da bakkaldan/fırından somun ekmekleri alınırdı. Somun ekmeklerini evin yetişkin erkekleri yerdi. Biz çocuklar da mısır ekmeği yerdik. Asla lezzetli olmazdı somun ekmeği kadar. Bakkaldan eve getirinceye kadar kıyısından köşesinden tırtıklardık somun ekmeğini…
Bir genle bir genç kız ne kelime, yetişkin bir hanımefendi ile yeni yetme bir delikanlının hoş-peşi yalnızca tokalaşma ile sınırlı kalır, yanaklardan öpülemezdi.
70’li yıllardaki bir TV programında Rana Alagöz şarkılarından sonra liseli öğrencilerin sevgi yağmurlarına tutulmuştu. Sanırım 25-30 yaşlarındaydı. Kız öğrenciler çiçekler veriyor, her bir çiçeği aldıktan sonra yanaklarından öpüyordu Rana Alagöz. Bir de erkek öğrenci çiçek vermişti. Rana Hanım çiçeği alınca birden irkilmişti ve yanağına uzanacakken yalnızca tokalaşmıştı.
Günümüzde çok şaşırdığım gelişmeler oluyor köylerimizde. Gittiğimde şaşırıyorum çünkü gençler artık yanak yanağa öpüştüğü gibi çocukluğumda bile yalnızca el ele tokalaştığım yaşıtlarım şimdi sarılıp kucaklıyor.
Günümüzde kadın, sorunlardan kurtulmuş mudur? Tabi ki hayır. Ve geleneklerin kendiliğinden terk edilmesi de tabidir ki beklenemez. bir şeyler yapılmalıdır. Ben bunları anlatmışsam, halkımızın gelenekleri terk etme eyiliminin olduğunu anımsatmaktır amacım.
Sözün tam daha çok yol alınmalıdır.
Paragraf-5; Başka birilerine hoş veya iyi görünme isteği yazık ki erkekler olsun, kadınlar olsun en zayıf yanıdır insanların. Yazık ki ihtiyaçtan çok “onda var bende neden yok” düşüncesiyle harcamalar yapılmaktadır.
Sevgiler....
Kadir Tozlu
Bence bu eleştiri değil hayatın ta kendisi olmuş........sevgiler
*
sosyal yaşam kolay değişmez zorlukları binbir türlüdür birde eğitim doğru olmazsa kişi evvela kendisini,sonra toplumu ve ahenk içinde bir parçası olmayı beceremezse bir şekilde suda sürüklenen bir cubuk gibi istemeden sürüklenir su onu nereye korsa orada durur ve nihayet yaşamı son blur ancak yaratıcı bireyi sadece birey olarak sorumlu tuttuğunu söylüyor o halde birey sorumluluğunu azami ölçüde üstlenmeli ki kimliğini ve kişiliğini muhafaza etsin başka değişle (kınayıcının kıamasından korkmadan) hayata tutunmak gerek kişi bulunduğu yerde,coğrafyada bunu yapamaz ise yer yüzü çok geniştir kendini olduğu gibi ifade edeceği bir yer mutlaka vardır ve bunun ölçüsü başkalarının hukukunu aşmamakla mümkündür sevgili funda . saygılarımla.
Funda cığım, yine gerçek olaylar penceresinden gördüklerini anlatmışsın..evet bunlar doğru yaşananlar gerçek, fakat bu tamamen karekterlerle ilgili bir mevzuu bence..kadın erkek olarak ayırmamak lazım..bir çok erkekte aynı durumu yaşayabiliyor..bu yaşananlar ne tahsil ne mekan nede zaman tanımıyor.. her kesimde buna benzer olayları görmek mümkün..karşı çıkmaya yada çıkılmaya izin vermeyen tek sey KAREKTER bence..selam ve sevgilerimle
Bu şiir ile ilgili 9 tane yorum bulunmakta