Kader Yolları Şiiri - O. Henry

O. Henry
3

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Kader Yolları

Aşk ışığım, kalbim kuvvetli
Kaderi arıyorum
Yollarda.
Bana uzatmazlar mı yardım elini?
Yakalamak, hükmetmek, şekillendirmek için Kaderimi.

David Miynot’un neşredilmemiş şiirlerinden

Şarkı sona ermişti. Güftesi David’in, müziği bir halk melodisinindi. Han salonundaki müşteriler şarkıyı candan alkışladılar, zira şarabın parasını genç şair vermiş­ ti. Sadece kasabanın noteri olan M. Papineau başını sallıyordu: okumuş bir adamdı ve diğerleri gibi içmemişti.
Dışarda gece ayazı David’in kafasından şarap dumanlarını sildi. O zaman, sabahleyin Yvonne’la kavga ettiklerini ve o gece evini terkedip etraflarını saran büyük dünyada şan ve şeref aramıya gitmeğe karar verdiğini hatırladı.
Kendi kendine: “ Şiirlerim bir gün gelip de herkesin dilinde dolaşmaya başlayınca, herhalde bugün söylediği acı kelimeleri hatırlar,” dedi.
Meyhanedekilerden başka bütün kasaba halkı yataklarında idiler. David odasına girerek birkaç parçadan ibaret olan eşyasını topladı. Bir sopanın ucuna asarak V»moydan uzaklaşan yolu takib» başladı.

Babasının ağılda uyuklayan koyunların yanından geç­ti - her gün çobanlık ettiği, kâğıt parçaları üstüne şiirlerini yazarken dağılmalarına müsaade ettiği koyunların Yvonne’un penceresinde ışık vardı, ânî bir zaaf karan­ ın sarsar gibi oldu. Belki de o ışık Yvonne’un üzüldüğü­ nü, uykusu kaçtığını gösteriyor, ve hattâ kimbilir sabah olunca... Ama, hayır! Kararı kat’î idi. Vemoy ona göre bir yer değildi. Orada onun fikirlerini paylaşacak bir kişi bile yoktu.
Çiftçi sabanı kadar dümdüz yol, ayışığı ile aydınlanmış kırın ortasında üç fersah kadar devam etti. Köyde bir yolun hiç değilse Parise kadar gittiğine inanılırdı; şair yürürken bu ismi sık sık tekrarlıyordu. David, Vernoy’dan hiçbir zaman bu kadar uzaklaşmamıştı.

SOLDAKİ YOL

Üç fersah kadar gittikten sonra yol birdenbire karıştı. Daha geniş bir yolla birleşmişti. David, birkaç dakika kararsız durduktan sonra soldaki yolu seçti.
Bu geniş yolun tozları arasında az evvel geçmiş bir arabanın tekerlek izleri görülüyordu. Bunun doğruluğu yarım saat sonra dik bir tepenin altındaki derenin çamurlarına batmış bir arabanın görünmesiyle sabit oldu. Arabacı ile seyisler bağırıyor, dizginleri çekiyorlardı. Yolun bir kenarında siyah elbiseli, iriyarı bir adam, ve uzun, ince bir pelerine sarınmış, narin bir kadın duruyordu.
David seyislerin gayretlerinde beceriksizliklerini okudu. Sessizce işin idaresini eline aldı. Seyislere gürültüyü kesip, kuvvetlerini bir de tekerleklerde denemelerini söyledi. Sadece alışkın sesi ile arabacı hayvanları harekete geçirmeye çalışıyordu.
David kuvvetli omuzu ile arabanın arkasına dayandı; araba bir hamlede kuru toprağa çıktı. Seyisler yerlerine oturdular. David bir dakika kadar tereddüt ederek durdu. îriyarı adam elini salladı, “ Siz arabaya gireceksiniz.” Sesi de kendi gibi kalındı, fakat alışkanlık ve uğraşma ile düzgünleştirilmişti. Böyle sese itaatten başka yapacak şey yoktur. Emrin ikinci defa tekrarlanması ile genç şairin tereddüdü kısa sürdü. David arabaya girince kadının arka tarafa oturduğunu gördü. O, tam karşı tarafa oturacaktı ki, ses yine ona arzusunu yaptırdı. “Hanımın yanma oturacaksınız.”

Adam bütün ağırlığı ile karşılarına çöktü. Araba tepeye çıkmaya başladı. Kadın sessizce köşesine büzülmüş­ tü. David onun yaşını tahmin edemiyordu, fakat elbisesinden gelen levanta kokusu, şaire esrar perdesinin altında güzelliği gizli olduğunu hayal ettirdi. îşte çoktandır özleyip durduğu bir macera idi bu. Fakat anahtarı onun elinde değildi; zira ketum yol arkadaşları yol müddetince bir daha konuşmadılar.

Bir saat sonra David pencereden bakınca arabanın bir şehire girmiş olduğunu gördü. Sonra kapalı ve karanlık bir evin önünde durdular ve seyis inerek kapıyı sabırsızca yumruklamıya başladı. Yukardan bir pencere açılarak, takkeli bir baş uzandı.
“ Ne cüretle gecenin bu saatinde namuslu insanları rahatsız ediyorsunuz? Evim kapanalı saatler oldu. Zaten vakit de kârlı müşterilerin gelmesi için çok geç. Haydi gidin buradan.”
Seyis bağırdı, “Monsenyör Marki dö Beaupertuys’e derhal kapıyı açın.”
Yukardaki ses, “A h! ” diye haykırdı. “Binlerce pardon, lord hazretleri, bilmiyordum -vakit o kadar geç ki evim lord hazretlerinin emrine amadedir.”
İçerden kilit sesi duyuldu ve kapı ardına kadar a- çıldı. Silver Flagon’un sahibi yarı giyinik, elinde şamdanı, endişe ve soğuktan titreyerek eşikte duruyordu.
David markinin arkasından indi. “ Bayana yardım et,” diye emredilmişti. Şair itaat etti. Kadının inişine yardım ederken avucu içindeki küçücük elin titrediğini hissetti. Sonra bir emir daha geldi, “ içeri girin.”
Hanın büyük yemek salonuna girdiler, içerde boydan boya tahta bir masa uzanıyordu. Adam masanın bir ucuna oturdu. Kadın yorgun bir tavırla duvar dibinde bir iskemleye çöktü. David, ayakta, nasıl müsaade isteyip yoluna devam edeceğini düşünüyordu.
Hancı yerlere eğilerek, “Lord hazretleri,” dedi. “Bu şerefi bahşedeceğinizi bilseydim, size çok şeyler hazırlatır dı m. F-ff-fakat şarap var, soğuk et var, b-b-beîki de./’
Marki tombul elinin beyaz parmaklarını kendine has bir tavırla açarak, “ Mum,” dedi.
“P-peki, lord hazretleri.” Yarım düzine kadar mum getirip, yakarak masanın üstüne koydu. “ Eğer efendimiz hususî bir Burgonya şarabı tatmayı arzu buyururlarsa... bir fıçı...” Marki parmaklarını açarak, “Mum,” dedi. “ Derhal lord hazretleri... şimdi getiriyorum efendim.”
Salonda birkaç düzine mum daha yandı. Markinin büyük cüssesi iskemlesinden taşıyordu. Boğaz ve bileklerindeki bembeyaz dantellerden maada tepesinden tırnağına kadar siyahlar giyinmişti. Hattâ kılıcının kabzası ile kını bile simsiyahtı. Yüzünde alaycı bir gurur ifadesi vardı. Yukarıya kıvrılmış bıyıklarının uçları neredeyse gözlerine değecekti.
Kadın hiç kımıldamadan oturuyordu. David, onun dokunaklı bir güzelliğe sahip genç bir kız olduğunu gördü. Markinin gürleyen sesi onu bu bikes güzelliğin tema­ şasından uyandırdı.
“Adın ne, necisin? ’’
“David Mignot. Şairim.”
Markinin bıyıkları gözlerine daha ziyade yaklaştı.
“Neyle geçinirsin? ”
“Ayni zamanda çobanım. Babamın sürülerine bakarım,” diye David cevap verdi. Başını dimdik tutuyordu ama yanakları kızarmıştı.

“O halde iyi dinle şair ve çoban efendi. Bu akşam talihin çok açıkmış. Bu hanım benim yeğenim. Matmazel Lucie de Varennes’dir. Asil bir aile kızıdır, ve senede on bin frank şahsî geliri vardır. Güzelliğini ise işte kendin görüyorsun. Eğer hoşuna gittiyse derhal senin karın olacaktır. Sözümü kesmeden dinle. Bu gece onu evvelden vâdetmiş bulunduğum nişanlısı Kont de Villenaur’un şatosuna götürdüm. Misafirler gelmiş, rahip bekliyordu; asil ve zengin bir insanla'evlenmesi için herşey tamamdı. Mihrabın önünde bu hanım, birdenbire dişi bir peor par gibi bana döndü ve beni zalimlikle itham etti, ve orada aptallaşan rahibin gözü önünde onun için verdiğim sö­ zü bozdu. Ben de o anda, şatodan çıktığımız zaman ister prens, ister hırsız olsun ilk rastlayacağım adamla onu evlendireceğime söz verdim. Sen, çoban, işte bu adamsın. Matmazel bu akşam mutlaka biriyle evlenecek. Sen olmazsan bir başkası. Karar vermek için on dakikan var. Beni suallerle kızdırma. On dakika, çoban. Geçmeye başladı bile.’’

Markiz beyaz parmakları ile masanın üstüne vuruyordu. Beklemenin perdesi arkasına çekildi. Sanki bü­ yük bir ev muhtemel bir taarruza karşı kapı ve pencerelerini kapatmıştı. David konuşacaktı ama, adamın bu tavrı cesaretini kırdı. Kadının iskemlesine doğru giderek selâm verdi.

“Matmazel,” dedi. Bu kadar zerafet ve güzellik kar­ şısında kelimelerin böyle kolaylıkla akmasına şaşmıştı. “ Çobanlık ettiğimi söylediğimi duydunuz. Bazı zamanlar şair olduğumu tahayyül ederim. Eğer güzele hayran olmak, güzeli korumak şairliğin bir imtihanı ise, bu tahayyülüm şimdi kat kat kuvvetlendi. Size bir yardımda bulunabilir miyim, matmazel? ”

Kız alçak bir sesle: “Mösyö,” dedi. “Namuslu ve kibar bir kimseye benziyorsunuz. Bu adam benim amcamdır, babamın kardeşi ve dünyada yegâne akrabam. O, annemi severdi, anneme benzediğim için de benden nefret ediyor. Hayatımı dehşet içersinde geçirtti. Bana bakan nazarlarından korkuyorum, bugüne kadar ona itaatsizlik göstermeye cesaret edememiştim. Fakat bu gece beni benden üç misli yaşlı bir adamla evlendirmeye kalktı. Hiddetini sizin üstünüze çektiğim için affmızı rica ederim. Tabiî ki size zorlayarak yaptırmak istediği bu işi reddedeceksiniz. Fakat müsaade edin de nazik kelimeleriniz için size teşekkür edeyim. Çoktandır kimse benimle böyle konuşmadı.”

Şimdi şairin gözlerinde nezaketten başka bir şey daha vardı. Hakikaten şair olmalıydı; zira Yvonne unutulmuştu, bu yeni güzellik onu tazeliği ve fazileti ile kendine bağlamıştı. Onun büyüleyici kokusu çobanı tuhaf hislerle dolduruyordu. Ateşli bakışını kızın yüzüne çevirdi. Kız susamışçasma ona baktı.
David: “On dakika,” dedi. “Hayatım boyunca malik olaraıyacağım bir şeye sahip olmak için on dakikam var. Size acıdığımı söylemiyeceğim matmazel; hakikat bu de­ ğildir; sizi seviyorum. Sizden şimdiden benisevmenizi isteyemem, fakat müsaade edin de şu zalim adamdan sizi bir kurtarayım, zamanla aşk da gelebilir. Bir istikbalim olduğunu zannediyorum, daima çoban olarak kalmıyaca- ğım. Şimdi sizi bütün kalbimle koruyacak, hayatınızı daha neşeli yapmıya çalışacağım. Kaderinizi bana emanet edebilecek misiniz, matmazel? ”
‘‘Ah! Bana acıdığınızdan kendinizi feda etmeye kalkıyorsunuz.”
‘‘Aşktan, matmazel. Vakit de hemen hemen doldu.” ‘
‘Pişman olacak, benden nefret edeceksiniz.”
‘‘Sizi mes'ut etmek, size lâyık olmak için bütün ömriimce uğraşacağım.”
Kızın ince, küçük eli onunkinin içine kaydı.
‘‘Size emniyet edeceğim,” diye fısıldadı. “ Hayatımı size emanet edeceğim. Ve -ve aşk- belki de sizin düşündüğünüz kadar uzakta değildir. Söyleyin ona. Bir kere onun gözlerinin kudretinden kurtulayım, herşeyi unutabilirim.”

David gidip markinin önünde-durdu. Siyah şekil kı­ mıldadı ve alaycı gözler büyük saate çevrildi.
“İki dakika kaldı. Bir çobanın zengin, güzel bir kızı kabul etmesi için sekiz dakika lâzım geliyor, ha? Söyle çoban, matmazelin kocası olmaya razı mısın? ”

David, gururla: “Matmazel, karım olması teklifine razı olmakla bana şeref vermiştir.” dedi.
Marki, tebessümle: “ İyi söyledin,” dedi. “Çoban efendi sende asil bir ruh var. Matmazel daha kötü birine de rastlıyabilirdi. Şimdi kilise ile şeytanın müsaade ettiği nisbette acele işimize bakalım.”

Kılıcının kabzasiyle masaya vurdu. Hancı dizleri titreyerek geldi. Bu büyük lordun kaprislerini evvelden tahmin ümidiyle kucak dolusu mum getirmişti. Marki, “Bir rahip çağır,” dedi. “Anlıyor musun? Rahip. On dakika içinde buraya gelmeli, yoksa...”

Hancı elinden mumları atarak gerisin geriye koştu.

Rahip, yarı uykulu bir halde geldi. David Mignot ile Lucie de Varennes’i karı koca ilân etti, Marki’nin attığı altın parayı cebine yerleştirerek gecenin karanlığında kayboldu.

Marki meş’um parmaklarını hancıya sallıyarak: “ Şarap,” dedi.
Şarap geldiği zaman: “Kadehleri doldur,” diye emretti. Mumlarla aydınlanmış masanın başında ayakta duruyordu. Kin ve gururdan meydana gelmiş kapkara bir dağ gibiydi. Yeğenine baktıkça gözlerinde eski aşkın zehire dönmesi gibi bir şey parlıyordu.

Kadehini kaldırarak: “Mösyö Mignot,” dedi. “ Size şunu söyledikten sonra içeceğim: eş olarak hayatınızı mahvedecek birini almış bulunuyorsunuz. Onun damarlarında akan kan değil, annesinden miras kalan yalandır. Size utanç ve endişe getirecektir. Ona miras kalan ve bir köylüyü bile ayartmaya tenezzül eden şeytan, gözlerinde, derisinde ve ağzmdadır. işte sizin mes’ut bir hayat için malik bulunduklarınız. Kadehinizi kaldırın Matmazel, nihayet sizden kurtuldum.”

Marki şarabını içti. Kızın dudaklarından bir hıçkırık fırladı. David, kadehi elinde ilerîiyerek, Marki ile yüzyüze geldi. Tavrında pek çobana benzer bir hâl yoktu.

Sakin bir sesle: “Biraz evvel ‘Mösyö” demekle bana şeref verdiniz. Matmazelle evlenmemin düşündüğüm bir iş için hiç olmazsa biraz beni size eşit kıldığını ümit edebilir miyim? ”

Marki: “ Evet, çoban, haklısınız,” diye alay etti.

David, kendisi ile alay eden gözlere elindeki şarap kadehini fırlatarak: “ O halde belki de benimle düelloya tenezzül edersiniz,” dedi.
Büyük lordun öfkesi, borudan fırlayan b
..........
..........

O. Henry
Kayıt Tarihi : 1.2.2017 16:36:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

O. Henry