Kendimi sığdıramadığım sensizliğin, sana en yakın yerinde, yokluğuna karışıyor verdiğim her nefes… Yokluğun; acı, yokluğun; zulüm, yokluğun; zamanı unutmak… Yokluğun; mevsimsiz bir diyarda yanmak, kavrulmak, üşümek, donmak… Yokluğun; bütün hislerden arınmak… Yokluğun; günü geceye boyamak… Yokluğun; varlığımdan utanmak… Yokluğun; yaşarken ölümü tatmak…
Yüreğim avaz avaz, yüreğim çığlık çığlık… Sana sesleniyorum; duy beni sevgili… Çok özlüyorum seni…
Bıraktığın acı çıkmaz sokak… Mümkün mü sevgili, sensiz çıkar yol bulmak? ... Mümkün mü, her günü, herhangi bir günü sensiz selâmlamak? … Mümkün mü sensizliğe uyandığım dünyaya kendimi sığdırmak? ... Sûretin dün gibi dururken karşımda, mümkün mü yarına umut bağlamak? Yaşam dedikleri artık sensizliğe teslimiyet, biliyorum, ötesi yok… Baktığım her yer senden kalan boşluk… Belki de o boşluklar yakıyor canımı en çok…
Ve yürek düştü derin bir âh içine… Önce koparıldı, sonra soldu… Bir anda, hiç beklenilmeyen bir anda, buram buram bir dostla, yeniden doğdu…
Sitemi dikeninde, hüznü zarafetinde saklı… Yaprak yaprak açılır yüreği, umudu, inancı, sevgisi, sevdâsı… Toprağın gülen yüzü, bülbülün mâtemi, hüznü… “GÜL” adı… Ömrümün en masum yanı… Yalnızca yaşananı değil dost anılarımın, hem de yaşanacak olanı…
Çok şey sandığım hiçbir şey uğruna yanarken her defasında, yanı başımda bulduğum… Kaç kez yandıysa yüreği, o kadar kavrulduğum… Her fırtınaya kapılışımda, birlikte savrulduğum… “GÜL” adı… Ömrümün en vefâlı yanı… Yalnızca yâreni değil yalnızlığımın, hem de varlığımın aynası…
...
Mevsimin durgunluğuna değil hikâyetimiz, yüreklerin suskunluğuna... Şikayet de değil, lâkin ince bir sitem günün telâşına... İthâfımız; yaşamın en olmadık yerinde ardına düşülen bütün sevdâlara...
Gözlerinizde kurtuluş sandığımız, amansız bir tutsaklığa uğurlanışımızmış... Nicedir sesini işitmediğimiz kırık dökük gönlümüzün en tenha köşesi, meğer size meyilliymiş... Gürültünün en orta yerinde beslediğimiz sükût, yol yorgunu ömrümüzde kopacak fırtınanın habercisiymiş...
Sol yanımda bir sızı, yüreğim yine hasretinle sızlıyor… Ve sağ yanım pencere, pencerenin ardı gece… Gecenin içi yağmur…
Yağmur, “sen” olmuş yağıyor… Her damlada yeryüzü “sen” oluyor… Avuçlarımı açıyorum göğe… Bir damla “sen” düşsün istiyorum… Ellerim sırılsıklam oluyor… Ellerimde ıslanıyorsun… Gözlerim doluyor her düşüşünde avuçlarıma, gözyaşlarıma karışıyorsun… Uğraşıyorum, çırpınıyorum, sımsıkı tutmaya çalışıyorum; durduramıyorum… Avuçlarımdan kayıp gidiyorsun… Her kaybedişimde seni, daha çok kahroluyorum… Hüznün yeniden dağlıyor yüreğimi… Ellerimle veriyorum toprağa, yeniden toprak oluyorsun… Yağmur acı oluyor, yağmur hasret oluyor… Sanki bir kez daha gidiyorsun… Sanki bir kez daha dönemiyorsun… Sanki yeniden ölüyorsun…
Yağmur, “sen” olmuş yağıyor… Usul usul inişini izlerken dünyaya, iliklerime kadar ıslanıyorum her damlanda... Sağnak sağnak canıma işliyorsun… Önce sen oluyorum, sonra damla damla yitiyorsun… Yine yalnız kalıyorum… Sen yeryüzüne karışıyorsun, yeryüzü seninle hayat buluyor... Ben gecede boğuluyorum, gece yalnızlığımla devleşiyor… Şafak yaklaştıkça karanlık içimde büyüyor… Seni haykırıyorum her bir yana, karanlık beni umursamıyor… İnce bir ışık arıyorum, ucunda senin olabileceğin, karanlık izin vermiyor… Karanlıkta tükeniyorum, yorgun başım toprağa düşüyor… Çamurlaşan saçlarım ellerini arıyor… Ellerin uzanmadıkça ben düşüyorum… Düştükçe karanlığa daha çok gömülüyorum…
...
Tam da 'güneş doğmayacak bir daha' niyetiyle küsmüşken sabahlara... Tam da, kırık dökük düşleri zamanın hesapsızlığına terk etmişken... Can kafesimiz daraldıkça daralmışken... Her zamankinden daha fazla çaresizken... Ve gidebilmenin her türlü ihtimali, kapımızı aralamışken...
Öyle bir geldiniz ki, hoş geldiniz...
Oysa tüm dünyayı omuzlarımızla kaldırabilecek kadar yürekliydik... Çılgındı hayallerimiz, bütün sıradanlıkları çatlatırcasına... Gülüşün herkesten farklı, bakışların her şeyden anlamlıydı... Yüreğimin üstüne dökülen ılık damlalar gibiydi her kelimen... Cümlelerin, coşkun denizlere dönüyordu kelimeler birleştikçe... Fikirlerin, içinde boğulduğum, boğuldukça yeniden doğduğum okyanusum oluyordu... Gönlüm, senin deryânda huzur buluyordu...
Serin bir sonbahar akşamı, gitmeni hiç istemeden yolcu ettim seni... Aşkın yeni adı “beklemek”ti... Gelecek zamanı umutla bekledim... Geçip giden zamana kızarak bekledim... Eridim, tükendim, en bittiğim yerde direndim... Yine de bekledim... Yorgun başımı dimdik tutarak bekledim... Uğurladığım gibi geleceğini düşleyerek bekledim... Gönlüm, bu amansız bekleyişi de sevdi... Beklemek bile seni, tahmin edemeyeceğin kadar güzeldi...
Güneşin her doğuşunu, gelişin zannederek uyandım karanlıklardan... Her uyanışın ardından panikle koşuşturdum etrafta... Bütün kapılarını zorladım hayatın... Bütün kapıların ardında seni aradım... Yandım... Kor ateşlerde yandım... Yokluğun yangınmış meğer, yandıkça anladım...
Aradığımız duygularımıza köle değil, aşkımıza mâşuktu... Belki de en sevilen yanınız, bizim kadar kimsesiz oluşunuzdu...
Kader, bunca zaman sonra ateşe atmak mıydı yüreği? Yoksa her sevdâya bir kurban mı gerekliydi? Biz Cennet sanarken gönlümüzün mâbedini, esasında Araf’a düşmekmiş tecelli...
Elif’ime... Varlığına teşekkürle...
Elif! Gönlümün aynası... Yüreği hüzün deryâsı... Oncası içinden seçilen sır... Elif, ömrümün yazgısı...
“Hastaydım bugün… “Havalar işte” dediler… Belli ki ağır geliyor artık mevsim… Yokluğuna alışıyorken tam da, işte seni yine özledim... Senin ki kadar ısıtmadı içimi kendi kendime yaptığım çorba… Sahi, ne katardın içine sıcacık olsun diye? ”
Sorsalardı bana; mümkün değildi seni kaybetmek… Mümkün değildi adıma adadığın ömrünü, ömrümden ayırıp gidişini seyretmek… Oysa yanılmışlığın beni senden götürürken, çığlık çığlığa, anlamsızca haykırdı beynimdeki mümkünler… Mümkünmüş meğer senin de ihanetin… Bu kadar kolay olabilirmiş bir yalana teslimiyetin… Ama gidişinden çok, alıp götürdüğün inançlarım uğruna bunca isyan edişim… Acıların en acımasızı oldu belki de seni yitirişim… Gittin… Bittin…
Gözlerimin renginde… Saçımın her telinde… Bakışımda… Gülüşümde… Hüznümde… Aldığım her nefeste sen vardın… Doğarken kestikleri bağa inatla, yürekten düğümlüydük birbirimize… Sen; güvendin… Emektin… Sevgiydin… Vefaydın… Sabahları taze ekmekle kahvaltı, öğle yemeğinin ardından gelen demli çay, sıcacık akşam sofrasıydın… Sen her günümün günaydını, uyku öncesi iyi geceler nakaratımdın… Gecede sen vardın, gündüzde de… Artık kâbusların ortasında sayıklıyorum adını yalnızca… Gittin… Bittin…
...
Aşkın her hâline baş eğişimiz ve “sitem” den “mâtem”e geçişimizdir...
Dağların haberi yoksa sitemden,ne çâre, bize kalan “mâtem”dir...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!