Hüzün, en güzel giysisini giydirdi gözlerime. Yeşil, yalnızlığın koyuluğunu aldı ve öyle baktı. Övgüler aldı baktıkça, hayranlık dolu bakışlarla çakıştı. Kaçmaya yeltendi bazen her şeyden ama yakalandı. Gözler nefes alır mı? Benimkiler soluksuz kaldı bazen.
An oldu, yazdım mektuplarımı sessizce. Martı kanatlarında mavi egenin üzerinde yolculuğa çıkardım. Aynı cümleleri kurmadı kalemim. Her satırına ayrı bir gözyaşı eşlik etti. Hüznün bana en masum hediyesiydi onlar. Sana verilecek ödül/ceza, ne olmalıydı mektuplardan başka? Martılar, içten içe kızıyorlardı bana, biliyorum. Ben yine de, onları sana gönderiyordum mektuplarımla.
Islaktı, kâğıtlar. Getirirken benimkilerin üzerine, martılar da ağlamışlar. Kusura bakma!
Gittin…
Kimsesiz kalacağımı, yalnızlığın rengine bürünen hüznün üzerime çökeceğini bile bile gittin. Öfke rüzgârlarını üzerime salarak, sensizliği bana acıta acıta yaşatarak hem de. Yoksun…
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim