Kaçmaksa apayrı bir dip ve bu diplerde dolaşmaksa, sadece bir şaşkınlık, sadece bir çaresizlik, sadece ruhu sakinleştirmek için bir sebep…
Ne kadar çok sebepleri tüketmiştik oysa ne kadar çok sebeplerin çaresizliği ile dolaşmıştık diplerde, boşluklarda, dövüne dövüne…
Ne kadar çok gözyaşlarımızı saklamıştık gün gelip kendimizden, gün gelip birbirimizden, günler gelip birilerinden…
Çoğu kez çaresizliğin verdiği küskünlüklere yenilmiştik, ruhlarımızı dinginliğinden çıkararak, başıboş beden salınımlarına sebep olarak…
Kaç zamanı çaresizce gömmüştük yüreğimizin dermansızlıkları ile tırnaklarımızla kazdığımız hayatın dar zamanlarına?
Kaç günahsız gecede, kaç kez çileden çıkıp, farkında olmadan dövündük halimize?
Kim yardım edebildi bize, kimler yardım etmek istedi bu perperişan halimizde bize ellerini uzattı?
Kaç kişi umarsızca sıkmadı omuzlarımızı, bu da geçer, geçecektir, üzülme diyerek?
Yalnız ve tek başımıza başladığımız yaşama, tüm kalabalıklarımızdan sıyrılarak yine yalnız gitmiyor muyuz hayatın çivili yollarına basarak?
Yine Eylül, yine perperişan oluyor yapraklar renk değiştirerek ve nereye düşeceklerini bilemeden yine süzülüyorlar toprağa doğru…
Neden zorlaşıyor yaşam ve neden tekliğimiz artık bize dermansız acılar veriyor?
Sarı hüzün basıyor yine tekrar tekrar her nefes alışımızda ve biz derinliğini bilemediğimiz boşluğa umarsızca adım atıyoruz?
Kaç vefasız zamanın bedelini kaç yürek yırtılmaları ile tekrar tekrar ödüyoruz?
Sen sevgili, kimsesizliğimi kendine güç edinmiş sevgili, hayatın girdaplarında döndükçe, kollarıma var gücünle tutunduğun sevgili, acımasızlığının karşısında acizleşmemden ziyade, sadece şaşkınlaşıyorum ve umarsız gülüşlerimi sadece kendime saklıyorum…
Yine Eylül’ü sarmaladın hayatıma, yine güzün soğukluğunu yüreğimde eritiyorsun, yine hüznü doladın bedenime ve yine acınası varlığına yaslanamıyorum…
Biz koca koca kışları omuzlarımızda taşımışken, güzün hüznünde kaybolmak ağır geliyor artık bedenime…
Ruhsal bir yapının karmaşık halleri bunlar, biliyorum ama çaresizliği sen benden iyi bilirsin, sevgili, unuttun mu?
Hayat bu der geçeriz ama içinde tekrar tekrar bulandıkça hüzne, yeter deme hakkımızın bile olmadığıdır ki karmaşık düşüncelerle boğup durur insanı…
Vazgeçtim tüm yaşam haklarımdan, sadece usandım kaçmanın verdiği çöküntülerden ayağa kalkma çabalarımdan…
Nasıl bir bedel bu sevgili, bana reva gördüğün sahipsizliğimin içinde beni yalnız bırakışın, nasıl bir bedel?
Bunu sormak bile ters bir düşünce, olamayasıya bir devinimdi, bu bizim yaşantımızda ama oluyor işte, hem de senin pervasız izlemelerinin ardında kalarak…
Seni hâlâ seviyorum demek ister miydim diye soruyorum kendime zaman zaman ama imkânsızın okları vuruyor artık yüreğimi yırtarcasına, acınası bir düşünce bu biliyorum ama bu da geçer diyerek bir şarkının tınısına atıyorum kendimi, "senin olmaya geldim" diye uzayıp giden bir şarkının tınısına tekrar tekrar atıyorum ruhumu...
Gittin, gittim, sürgün oldu yollar, dar geçitler oldu tüneller, hırçın dalgaların tuzları kavurdu bedenimi, sınırları aşma çabalarım başladı, unutulası zamanlara atıyorum artık kendimi, belki son vedalardı bunlar, belki de unutulası cümleler gelecek peşimizden, içimden hoşçakal demek gelmiyor, sadece zamanı kovalıyorum, sadece dar nefeslerden gölgeliklere sığınmak istiyorum, kalabalıklara, vazgeçtim ıssızlıktan, bu kez kalabalıklara dalmak istiyorum hem de senin, ulaşamayacağın nefesinle, kaybolmak istiyorum bu kez...
Sığamıyorum artık bedenime, sığamıyorum artık acıların izlerine, belki de son arayışlar bu sığınma istekleri. Belki de kurtuluşa çıkacak bir yol bu son kaçışlardaki çöküntülerle. Kahredici bir zaman darlığı bu bitmeyesiye geçmişe uzanan. Bir düşüşün müjdecisi sanki kollarımdaki dermansızlık. Beynimdeki boşluklar arayış ve kaçışlarla dolmuyor. Harap ediyor bu çöküntüler bedenimi. Telafisi yok bu zaman kovalamacasının. Geçmişe gömülen tüm istekler fırlıyor tek tek önüme.
Hasretin donuk bulamacı bunlar, çaresizliğin ardına gizlenen. Bir kahkaha sesine hasretken, şimdilerde anı dalgalanmaları açıyor bu çöküntüleri yeni baştan. Her seferinde vazgeçtim tüm nefeslerden derken, bu sefer de hırıltılar beynim sarsıyor.
Özlemin son aranışları belki de bunlar, artık son vedaya uzansa da bitmeyesiye bir boşluk ardımda kalan. Unutmaksa uzak bir ihtimal, öfke ise diz altlarımda. Yalpalayışlarım boşuna uğraş içinde. Her gün sabahı yeni bir dua dökülür dudaklarımdan ve bunlar kaybolmanın sonsuza uzayan istekleri…
Ve bir gün bir an olacak ki tüm rüzgârlar duracak, koyu bir sıcaklık doluşacak bedenime, bitti artık dedirtecek biliyorum ve bu özlemle nefeslerime sığınıyorum…
Uzaklar ve çaresizliklerdir aslında kaybolma isteklerini açığa çıkaran ama bir ses bazen kaybolmaktan vaz geçirir insanı, belki de gizlenmek ister insan bir yürekte uzayarak... Kim bilir hakkı mıdır?
Belki bir an ki o an unutulursun artık, unutamazsın dediğin zamana inat sen de unutulacaksın artık...
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 9.9.2012 16:38:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Mustafa Yılmaz 4](https://www.antoloji.com/i/siir/2012/09/09/kacmaktan-baska-bir-cokuntu-kalmadi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!