akışını
aşkını da denize taşıyan ırmak ve biz: ille aşk aşk diyorduk
birikintisini yakan kent kendisini de yakıp ele veriyordu,
aşkı da.
kelt kalkanlarında kabartı, kabartılarda ben ve biz umbo
siluet siluet arkaik zamandan arda kalan
teberli baskınlardan önce ve yangından
sırnacımıza havayı hapsedip intihar ediyorduk
submarino kimlikli ölüm, beyaz rengine, dil sesine kırılıyordu.
anne çığlıklı sabahlardan, hani intiharlardan uyanıp koşuyorduk
ışığın damıtıldığı denize
sevdikçe kırılıp, güz öncesi düşüyorduk, yüreğinize
ille akışına, ırmağa
ayrılığa, inadına dağlar ötesi sevgiliye gülümserken hep
amber rengine kavuşmuş kelt ormanları, usulca, gizlice tutuşuyorlardı.
ve de umut oluyorlardı; göçer kuşa, henüz uçmadan göçmeden önce.
serin sular akıntı yönünü şaşmadan,
o çağrısına ses veren ırmak ve biz uğultuyu duyuyorduk
insan yüreğine en yakın sevdasından,
deniz en sakin yerinden geçtiğini yineliyordu
ve baskınlar ve kıyımlar aklıma geliyordu
bab-ike yoktu
baskınlardan sonra, acıya inat, umudu dağlardan gelen esintiye bırakıyorduk
rosinanteye ve nergiz kokusuna
ilk defa hatırlanmıyordu arimaddanapura
bu kan çanağı tarih ortasında
bab-ike yoktu,
akışını
aşkını da denize taşıyan ırmak ve biz: ille aşk aşk diyorduk
birikintisini yakan deniz kendisini de yakıp ele veriyordu,
aşkı da.
aşk ki; yokluğunda nem almış gözlerimdi üşüdükçe sokulduğum koynun
ne o gün, ne de sonra kuşatma yeri yüreğim vazgeçmedi
geçemez o aşk tutulması gözlerinden… hasretindi o, düştüğü yer yüreğimdi
sevipte çığlığını geceden sabaha taşıyordum, habire yoktun,
sen yoktun
gülüşüne sakladığın ayrılıkların yoktu,
bir(gül) sonrası yokmu gelişinin, insafın yokmu diyorum dogan aya
sorup susuyorum, adını işte, aylardan temmuzmuş, çekirge ötüşüymüş ve
senmişsin ve özlemişim
nem aldıkça yanağın gözlerinde ağlıyorduk sevgimize ille akışına
renginde ırmağa
kaç fersahlık ay tutulması aşk dediğiniz ve biz
dağlar ardından denizler ötesine alkışlar tuta tuta geçiyorduk
ve biz yüreğimiz aşk sarhoşu, kuşatmaları boranları geçe geçe geliyorduk tarihden
sonraydı elbette, o fersahlık ay tutulması yakınımızda
kendisini sarısına boğan bizi de kokusuna boğuyordu
katır tırnağı, düğün çiçeği
sunağa düşmüş yüreğim ağamilerin çığlığıyla yüreğimi taşır:
abanoz rengine tutulmuş gök ve yağmur kuşlarına ve bir kız böceği sabahına
ve kan çanağı tarih ortasında
sunağa
yüreğime
sınır taşlarını geçerek yüzyılların, ardasına inat agoranın yineliyorum gelişini
ve kokusuna boğulduğum katır tırnağı, düğün çiçeği ay tutulması
kaç insan ömrü iğde kokulum, hasretim
ve görüyordum..
ölümü edinen insan düelloda ilk defa öldürülmedi
öldürtmedi kendini.. işte baskınlardan çıkmış bir yanardağı andırıyordu.
dil sesine kırılıyordu: kendi imgesi ardından çığlıklar atarak koşuyordu
yanı başında, insan ömrünün bir yerinde karabasanlar prensi saint-remys
izin vermiyordu vermedi grand-saint-antoine’ye
beyrut açıklarında
Çarkına, limana
ve deniz ve gemi ve tayfa vebalıydı liman kadar
akışını
aşkını da denize taşıyan ırmak ve biz: ille aşk aşk diyorduk
birikintisini yakan ırmak kendisini de yakıp ele veriyordu,
aşkı da.
(1997-istanbul)
Cihan ÇetinKayıt Tarihi : 16.1.2005 09:19:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)