Selam Can Dostlar
Bu hafta yazımızın yeni konusu “Benim sadık yârim kara toprak” diyen halk şairimiz rahmetli Âşık Veysel gibi kaçınılmaz bir gerçek olan bu günkü konumuz”Mezar, Kabir, Makber”diye çeşitli isimlerle adlandırılan
Sıralamada sekizinci yerini alan ”KABİR” olacaktır.
Daha önce değindiğimiz konuları kısaca özetler isek;
İnsanın Yaradılış Gayesi
Nereden geliyoruz?
Dünyada işimiz nedir?
Gençlik, İhtiyarlık ve ölümü işlemiştik.
Nereye gidiyoruz?
Sorularına cevap bulmaktır.
İnsanın bu yolculuğu nereden başlar nereye kadar gider?
“O yolculuk ise:
1-Âlem-i ervahtan,(ruhlar âlemimden)
2-Rahm-ı maderden,(anne karnından)
3-Dünya
4-Sabavetten,(çocukluktan)
5-Gençlik
6-İhtiyarlık
7-ÖLÜM
8-Kabirden,(cesetlerin topraktaki yerleri)
9-Berzahtan,(ölenlerin ruhlarının kıyamete kadar kaldığı yer, tünel)
10-Haşir(dirilmek)
11-Sırat'tan (cehennem üzerine kurulan köprü)
12-Cennet veya Cehennem denen bir uzun sefer-i imtihandır.
Bu sorularının bu günkü konumuz 8.maddede yer alan KABİR olacaktır.
Arapça kökenli olan mezar ölen birinin gömülü olduğu yer (kabir çoğulu kubur, sin, makber, gömüt) anlamına gelir
“kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır”(1)
Kabir ehli iman ve Müslümanlar için ahrete nispeten zindan olan bu dünyadan sonsuz ebedi ve aydınlık olan bir ziyafet bahçelerine açılan bir kapıdır. Allaha ve ahret gününe inanmayanlar için ise, karanlıklı tek başına bir hücre hapsi ve dipsiz bir karanlık kuyudur.
“O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet'e çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz.”(2)
Kabir bir istasyon gibi yolcuların gelip geçtiği başka bir âleme gitmek için vasıta değiştirdikleri bir istasyona benzemektedir. Daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz ruhlar âleminden, anne karnından, dünyaya çıktığımız gibi Dünyadan da belli bir süre ihtiyaçlarımızı temin ederek ahrette bizlere lazım olan kıymetli ticaretimizi yapıp gençlik ve ihtiyarlıkla kazandığımız bu hasenatlarımızı ahret hesabımıza geçirip ölüm teskeresiyle bu istasyon denen kabir kapısıyla ahret âlemine geçeceğiz. Seyahatimiz kabirde son bulmadı daha önümüzde yol var. Dirilmeye hesap mahkeme olacağız ebedi bir sonsuz âlem denen saadet saraylarına, cennete müminler girecekler. Allah cümlemizi bu imtihanı kazanacak sevapları dünyada kazananlardan eylesin. Henüz imtihan bitmedi bu yazıyı okuyan herkesin elinde bu imkân var. Yaşıyoruz hayat devam ediyor. Yaptığımız güzel işlerle takva kuvveti denilen helal olanları yapıp haram ve yasaklardan sakınmakla bir güç ve kuvvet kazanıp kişi bu kazancıyla hızıyla zamanı kısaltıp hedefine çabucak varabilir. Şimşek hızında bin senelik bir yolu bir günde gidebilecek. Ziyafet yeri olan cennete ulaşacak. Öyle ise ehli iman kabir kapısına ağlayarak değil gülerek girmelidir. Ehli dalalet dediğimiz imansız, dinsiz, ateistler ise tam bunun tersi muameleye tabi tutulacaklar ki ayet ve hadislerle sabittir ki; bu yolu geçemeyip sonsuz hapsi münferit denilen kabirde ve cehennem denilen ebedi sonsuz azabı dünyada yaptıkları zulümler, cinayetler hile ve tuzaklarından dolayı sırattan geçemeyip hesabını büyük mahkemede veremeyeceklerdir. Allah cümlemizi korusun. Hesabını kolayca verenlerden eylesin.
“Madem böyledir, bütün delailin neticesi olarak:( ?? ???????? ??????????? (3) yani, kabirden sizi ihya edip, haşre getirip huzur-u kibriyasında hesabınızı görecektir. Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok.
Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
İkinci yol: Âhireti tasdik eden, fakat sefahet ve dalalette gidenlere, bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrid içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.
Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir i'dam-ı ebedî kapısı... Yani hem kendisini, hem bütün sevdiklerini i'dam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için, cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür”.(4)
Bütün delillerin sonucu olarak Yasin suresi 83 ayet ve daha çok ayette geçtiği gibi ”Ve ona döndürülecek siniz ”mealindeki ayetten anlaşılan: kabirde sizi diriltip haşir(dirilenlerin toplandığı )yere getirilip Allahın azameti karşısında hesabınızı görecektir. Kabir bir gerçek kimse onu inkâr edemez. Ondan kimse kaçıp kurtulamaz ister suda boğulsun denizlerin dibinde kalsın. İster onu bir hayvan parçalayıp yesin. İsterse yakılıp külleri savrulsun. Aynen kabir hayatını ve azabını göreceği hadislerde belirtilmektedir. Oraya girmek içinde üç tane yol var.
Birinci yol; Kabir İman ehli için dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.
İkinci yol: öldükten sonra dirileceğini, hesaba çekileceğini tasdik eden kabul eden oranın varlığına yani ahrete inanıyor. Fakat inanmasına rağmen yanlış yolda gidenler için meşru olmayan bir yaşayış içinde olanlar günah işleyenler İslam dışı yolda gidenler için: Kabir ebedi bir hapis yeri, dostlarından ayrı bir tecrit yeri tek başına bir hapis kapısıdır
Üçüncü yol: Ahiretin varlığına dirilmeye hesap kitap bunlara inanmayan inkâr ehli ve sapıklık içinde olanlar için kabir: Sonsuz bir idam edilme kapısı; yani hem kendisini hem de bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği ve inandığı için aynı cezayı görecek. Bu iki yol açıktır bellidir. Delil istemez göz ile görünür.
“Zira Kur'an-ı Hakîm, her zaman kıyametin acaibini tehdid suretinde zikrediyor. "Göreceksiniz..." diyor. Hâlbuki cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek, kabirde cesedleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur'aniyeden hisseleri var.
Hem madem ??? ????????? ?????? ??????? ?????? ????????? (5)
“Allah kimseyi gücünün yettiğinden başkasıyla mükellef kılmaz (sorumlu tutmaz)” sırrınca teklif-i mâlâyutak(güç yetmez) yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır
Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin; kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin; selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin. “(6)
Kuranı Hâkim kıyametin dehşetinden tehdit edişini çok anlatıyor. Göreceğimizi bildiriyor. Hâlbuki kıyametin dehşetli halini sağ olanlar ve kâfirlerin üzerine kıyamet kopacağına göre.” Göreceksiniz ” demekle kabirde cesetleri çürüyen ruhlarında kuranın bu tehdidinden hisselerini alacaklarını ve haberdar olacaklarını Kuran bizlere bildiriyor.”ayette geçen “Allah kimseyi gücünün üstünde bir yükle sorumlu tutmaz Zararsız yol zararlı yola tercih edilir. Hem madem dünyevi dostlar ve rütbeler kabir kapısında son bulur. Oradan ilerisinde bu makam mevki vb. sökmez. Elbette en bahtiyar odur ki yalancı fani dünya için ahretini unutmasın. Ahiretini dünyaya feda etmesin. Ederse başına neler geleceğini iyi düşünüp ayağını yorganına göre uzatsın. Ebedi sonsuz baki bir hayatını fani dünya için bozmasın. Lüzümsuz boş faydasız işlerle ömrünü telef etmesin. Kendini bir misafir kabul edip, misafir sahibinin emirlerine göre hareket etsin. Selamet ve emniyet içinde kabir kapısını açıp sonsuz ebedi saadet yerine girsin. Allah cümle ümmeti Muhammedi bu kapıyı rahat açan hesabını rahat veren kabir azabını çekmeyen kullarından eylesin.
“ Ey dünyaperest insan! Çok geniş tasavvur ettiğin senin dünyan, dar bir kabir hükmündedir. Fakat o dar kabir gibi menzilin duvarları şişeden olduğu için birbiri içinde in'ikas edip göz görünceye kadar genişliyor. Kabir gibi dar iken, bir şehir kadar geniş görünür.”(7)
Ey dünyayı taparcasına seven ona bağlanan insan! Çok geniş zannettiğimiz bu dünya aslında dar bir kabir gibidir. O dar kabir gibi yerin duvarları aynayla kaplı olduğundan, bir biri içinde yansıdığından o yeri çok geniş zannediyoruz ve bir şehir kadar geniş görüyoruz. O daracık yerde kafamızı sallasak o duvara dokunsak aynalardan birini kırsak ne kadar dar ve boğucu, sıkıcı bir yer olduğunu ancak o zaman anlayacağız. Aslında geniş gördüğümüz bu dünyada, bazı musibetlerin, hastalıkların ve ölenlerin gitmesinden ders lamamız gerekirken bizlere dünyanın faniliğini bunlar hatırlatmasına rağmen gafletimizle kalıp dünyayı ölümsüz zannediyoruz. Ebedi kalacağımız bir saray sanıyoruz. Ölüm vakti bizi uyandırmadan bir an evvel uyanıp Hak yol olan Allahın emirlerine Peygamber efendimizin yaşantısına tabi olup kabre imanla girenlerden eylesin.
DİNİ BAZI KURALLAR
Ölen bir müslümanın cenazesinin yıkanması, namazının kılınması ve bekletilmeden defnedilmesi müslümanlar üzerine terettüp eden farz-ı kifâye niteliğinde dinî bir görev olduğu gibi cenazenin kabre konulmasında uyulacak usul ve âdâb, kabir ve kabristanla ilgili şeklî kurallar ve kabir ziyareti konularıda fürû-i fıkıhta önemli bir yer tutar
Hz. Peygamber’in, kabrin geniş ve derin kazılması ve güzel yapılmasına dair tavsiyesi doğrultusunda(8)
fıkıh âlimleri çeşitli ölçüler belirlemeye çalışmışlardır.
Hanefîler’e göre sünnete uygun kabir normal bir insanın yarı boyu kadar derin olmalıdır.
Kabir kazıldıktan sonra kıble tarafındaki duvarın dibine ve uzunlamasına ölünün sığacağı kadar, “lahit” denilen girinti şeklinde bir oyuk kazılır.
Yine Resûl-i Ekrem’in tavsiyesinden hareketle (9)
âlimler, böyle yapmanın kabrin ortasında uzunlamasına bir çukur açılmasından (şakk) daha iyi olduğunu belirtmişlerdir.
Yıkılmaması için lahdin kenarları kerpiç vb. şeylerle örülür ve cenaze yüzü kıble tarafına çevrilerek sağ yanı üzerine yatırılır.
Üzeri cenazeye değmeyecek şekilde ahşap bir kapak vb. ile örtülür.
Resûl-i Ekrem, Osman b. Maz‘ûn’un kabri başına büyükçe bir taş dikmiş ve, “Bununla kardeşimin kabrini tanır ve bulurum, ailemden ölenleri de yanına gömerim” demiştir(10)
KABİR ZİYARET ADABI
Kabir Ziyareti; erkek ve kadın Müslümanlar için menduptur. Hz. Peygamber, "Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirleri ziyaret, size âhireti hatırlatır" buyurmuştur (11)
(Kabirlerin haftada bir gün, özellikle Cuma veya Cumartesi günleri, ayrıca arefe ve bayram günleri ziyaret edilmesi iyidir. Kabirleri ziyaret eden kimse, kıbleye veya ölülerin yüzüne karşı dönerek "es-selâmu aleyküm yâ ehle kubûr. Ve innâ inşâallahu biküm le-lâhikûn" (Ey kabir halkı! Allah'ın selâmı üzerinize olsun. İnşâallah biz de size (bir gün) kavuşacağız.) diyerek selamlar.
Kabir ziyaretinde bulunan, sevabını ölülere bağışlamak üzere Kur'ân-ı Kerim okur, onlar ve kendisi için duada bulunur. Kabir ziyaretinde, mezar taşlarına el-yüz sürülmez, kabirler çiğnenmez, üzerine oturulmaz ve yatılmaz. Ayrıca kabirlere karşı namaz kılınmaz ve ölülere adak yapılmaz.
İnsanlık tarihinde ilk ölen ve toprağa gömülen Hazret-i Adem'in oğullarından Habil'dir.
Habil, kardeşi Kabil tarafından öldürülmüştür.
Bu ölüyü ne yapacağını bilemeyip şaşıran Kabil, o esnada bir kuşun ölü bir kuşu toprakla örterek gömdüğüne bakarak Habil'i gömmüştür İlk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem vefat edince Allahü tealanın emri üzere melekler yıkayıp kefenlediler. Namazını kılıp defnettikten sonra da; "Ey Âdemoğulları! Siz de ölülerinize böyle yapınız." diyerek insanlara ölülerine yapılacak muameleyi öğrettiler.
Daha sonraları gelen bütün peygamberler, ümmetlerine, ölülerini yıkayıp kefenlemelerini ve namazlarını kılarak uygun hazırlanmış kabirlere defnetmelerini emrettiler.
Müslümanlarda ise cenaze yüzü kıble tarafına Kâbe-i muazzamaya çevrilerek sağ yanı üzerine yatırılır
İnsanı şerefli bir varlık kabul eden bütün ilahi dinlerde, meyyitin (ölen kimsenin) büyük mezarlıklarda bir kabire defnedilmesi, gömülmesi emredilmiştir. İslam dininde meyyiti, kabir kazıp, kabrin içine defnetmek farz-ı kifayedir. Yani bu işi, hiç olmazsa en az bir Müslümanın yapması lazımdır. Hatta öyle ki, defin için lazım olan Müslüman bulunmazsa, bunu haber Alan her Müslümanın definde bulunması farz olur. İslam dininde ölünün yakılması, kesin olarak yasaktır.
İslam dininde kabrin derinliği, insanın göğsüne kadar olur. Adam boyunca olması daha iyidir. Kabir, su girmemesi, koku çıkmaması ve hayvanların açmaması için, derin olur. Uzunluğu meyyitin boyu kadar, genişliği, boyunun yarısı kadardır. Kabrin uzunluğuna istikameti, kıble ciheti ile dik Açı yapacak şekilde olmalıdır.
Lahid yapmak sünnettir. Lahid; kabir kazıldıktan sonra, kabrin taban sathından kıble yönüne ve kabir boyunca, içine meyyit sığacak kadar genişlik ve yükseklikte kazılan yerdir. Meyyit, lahid içine, sağ yanı üzere konur. Şak yapılmaz, yani kabir kazıldıktan sonra ortasına çukur açıp, meyyit buraya konmaz. Toprak çürük, nemli ise, erkek meyyit lahdin veya doğruca kabrin içine tabut ile konabilir. Toprak kuru ve sağlam ise, erkeği tabut ile gömmemelidir. Meyyitin altına keçe, hasır gibi şeyler sermek de mekruhtur. Tabut ile gömülünce tabut içine biraz toprak konur. Kadınları, her zaman tabut ile gömmek daha iyidir. Toprağı kazmayıp, ölüyü yeryüzüne, bina içine, mermerler içine koymak dinen uygun değildir. Zaruret olmadıkça, bir kabre iki kişi gömülmez. Başka mezar kazılamazsa, kemikler toplanıp, mezar içinde, toprakla örtülerek, başkası, toprağın öte yanına gömülebilir. Meyyit çürüyüp toprak olunca, bu mezara başkası defnolunabilir veya mezar üzerine tarla ev yapılabilir. Çünkü her meyyit için yeni kabir kazmaya imkân yoktur.
Bir Müslüman gömülürken kabre bir veya iki kişi girip, kıbleye dönüp, kabrin kıble tarafına ve kabre paralel olarak bırakılan meyyiti alıp, kabir içine veya lahid içine, yüzü kıbleye karşı korlar. Koyarken "Bismillah ve billâh ve ala millet-i Resulillah" derler. Ezan okumazlar. Meyyitin yüzü, lahdin içine doğru olup, arkasına toprak ve kerpiç konur. Sonra mezarın içi toprakla doldurulur. Ters konmuş meyyiti kıbleye çevirmek için mezar açmak uygun değildir. Çünkü mezarı açmak haramdır. Mezarda unutulan bir malı almak için açılabilir. Ölü mezara konunca kefenin uçları çözülür. Lahdin kabir tarafı, kerpiç dizerek veya hasırla kapatılır. Burasını pişmiş tuğla ile, tahta ile kapatmak mekruhtur. Kerpiç bulunmazsa tahta ile de örtülebilir. Çivi, tuğla gibi fırınlanmış şeyler, zinet eşyasıdır. Bunları kabrin içinde kullanmak mekruhtur. Kabrin üstünü, dışarıdan tuğla, Ağaç ve mermerle örtmek caizdir. Resulullah'ın mübarek lahdi, dokuz tane kerpiç ile kapatılmıştır. Kadınlar kabre tabutsuz konurken, büyük bez ile perde tutulur. Kabri toprakla örtülür. Kabir bir karıştan yüksek olmamalıdır.
Din büyüklerinin kabirlerinin kaybolmaması, ziyaretçilerin bunlara lazım olan edebi göstermeleri ve böylece manevi istifade temini için kabirlerini muhafazaya almak ve türbe yapmakta dinimizde bir mahzur yoktur. Diğer ölülerin de kabirlerini hayvanların ve cahillerin ayakları altında kalmaması için gösteriş ve övünme olmayacak şekilde muhafazaya almak uygun görülmüştür. Müslüman kabristanlarının düzenli, temiz olmaları ve çeşitli ağaç ve çiçekler dikilmesi, asırlardan beri süregelen bir hususiyet olup çok sevaptır. İslam dini, insanın ölüsüne de, dirisine olduğu gibi saygı gösterilmesini emretmektedir. Müslümanların kabirlerine de saygılı olmak, üzerine basmamak, oturmamak ve çirkin şeyleri yapmamak lazımdır. Kabir hayatı: Kabir hayatı, Akıl ile anlaşılabilecek bir şey değildir. Çünkü ahiret hayatına benzer. Aklın ise bu dünya işlerini anlayabilecek bir kapasitesi vardır. İslamiyet’te kabir hayatı hakkında özetle şunlar bildirilmektedir:
Kabir, ahiret âleminin başlangıcıdır. Ölümü her canlı tadacaktır. Ölüm, yok olmak değildir. Bir evden bir eve göç etmek gibidir. İnsanoğlunun ebedi (sonsuz) yaşamak arzusu, ancak ahirette gerçekleşecektir. Kur'an-ı kerim'de Cennet veya Cehennem hayatının sonsuz olacağı bildirilmektedir Ölen her kişi kıyamette, dünyada yaptıklarından hesaba çekilip Cennete veya Cehenneme gönderilinceye kadar kabirde kalacaktır. Ölünün kabirdeki hali imanına ve ibadetlerine göre olacaktır.
Nitekim Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde; "Kabir, Cennet bahçelerinden bir bahçe veyahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur." buyurdular.
Kabir hayatına inanmak, imanın şartlarından biri olan ahirete inanmanın bir parçasıdır. Kabir hayatı, gaybidir. Yani beş duygu organı ve akıl ile anlaşılamaz. Ancak nakil, doğru haber ile bilinir. Gaybe iman etmek lazımdır. Buna inanmamak kıyamet günü olan ba's, yani mezardan kalkmaya inanmamaya yol açar. Çünkü ikisi de, Allahü tealanın kudreti ile olmaktadır. Birine inananın, ötekine de inanması akla uygundur.
Kabirde, hem ruha, hem de bedene nimet ve azap vardır. Nimetler ve azaplar, ruha ve cesede birlikte olacaktır. İnsan, diriyken, kabir azabını veya nimetini anlayamıyor ise de, ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ile Muhammed aleyhisselamın ümmetinin önce gelenleri, yani Eshab-ı kiramın hepsi ve bütün Ehl-i sünnet âlimleri kabir azabı olacağını haber vermişlerdir. Bu hususta icma, yani sözbirliği hâsıl olmuştur. İnsan, aklının kavrayamadığı şeyleri inkâr edemez. Çünkü birçok olayları ve eşyanın varlığını, aklı ermeden kabul etmektedir
Peygamberler, şehitler ve evliyanın, mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayatla diri olduklarını Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler açıkça haber vermektedir.
"Allah yolunda öldürülenleri (yani şehitleri) ölü sanmayınız! Onlar, Rablerinin yanında diridirler. Rızıklandırılmaktadırlar." (12)
Bu ayet-i kerime, şehitlerin kabirlerinde diri olduklarını bildiriyor. Şehidler, başka Müslümanlar gibidirler. Peygamberler, şehitlerden elbet daha üstündürler.
Bütün Peygamberler, şehid olarak ölmüştür. Hadis-i şeriflerde de: "Peygamberleri çürütmesini toprağa haram etmiştir.", "Mirac gecesinde, Musa'nın (aleyhisselam) kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.", "Kendimi peygamberler arasında gördüm. Musa (aleyhisselam) ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zat kabilesinden bir yiğit gibiydi." buyruldu. Bu hadis-i şerifler, peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor.
Peygamberlerin, şehidlerin ve velilerin dışında kâfirlerin bile mezarda duyduklarını ve işittiklerini hadis-i şerifler bildirmektedir. Peygamber efendimiz; "Meyyit, ölü mezara konup, mezar başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir." buyurdu.
Kabirde, meyyit kendini ziyarete gelenleri tanır. Bunun için kabirde bulunan meyyitlere selam vermek sünnettir.
Bir hadis-i şerifte: "Bir kimse din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir." buyruldu. Resulullah efendimiz buyurdu ki; "Mezarda olanlara selam vereceğiniz zaman, (Esselamü aleyküm) deyiniz?" Bunun için "Esselamü aleyküm! Ya ehle daril-kavmil mü'minin" denir.
Kabristanda bulunan ölüler, birbirini ziyaret ederler ve buluşurlar.
Bunu bildiren hadis-i şeriflerde; "Ölülerinizin kefenlerini güzel (sünnete uygun) yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirini ziyaret ederler, övünürler." ve "Biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyaret ederler." buyruldu.
Ölülerin, kabirlerinde birçok iş yaptıkları, Allahü tealanın izni ile onlardan birçok şeyler görüldüğü, Resulullah efendimiz tarafından bildirilmiştir. Vefat eden evliyanın ve şehitlerin, düşmanlarla yapılan harplerde Müslümanlara yardım ettiği çok görülmüştür.
Hadis-i şerifte de: "Eğer gizli tutabilseydiniz, kabir azabını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için dua ederdim." buyruldu.
Bir kimse, Resulullah'ın yanında, "Topraktan birinin çıktığını gördüm. Bir adam buna sopa ile vurarak yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm." dedi. Resulullah efendimiz bunu işitince; "O gördüğün Ebu Cehil'dir. Kıyamete kadar azab çeker." buyurdu.
Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve evliyalar gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyanın görmesi hiç inkâr edilemez. Allahü tealanın kudreti ile görmektedirler.
Kabir suali: Ölü, kabire konulunca, bilinmeyen bir hayatla dirilecek, rahat veya azap görecektir. Nimet ve azaptan önce, "Münker ve Nekir" adındaki iki meleğin, bilinmeyen korkunç insan şeklinde mezara gelip sual soracaklarını hadis-i şerifler açıkça bildirmekdedir, Kabir suali, bazı iman bilgilerinden veya tamamından olacaktır.
Meşhur olan kabir sualleri şunlardır: Rabbin kim? Dinin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? Itikatta ve amelde mezhebin nedir? Bu suallere imanı doğru olan, Ehl-i sünnet itikadında olan müminler güzel, doğru cevaplar verecektir.
Güzel cevap verenlerin kabri genişleyecek, Cennetten bir pencere açılacaktır. Sabah ve akşam Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir. İyi cevap veremezse, demir tokmaklarla öyle vurulacak ki, bağırmasını insandan ve cinden başka her mahlûk işitecektir. Kabir o kadar daralır ki, kemiklerini birbirine geçirecek gibi sıkar. Cehennem'den bir delik açılır. Sabah ve akşam Cehennem'deki yerini görüp, mezardan mahşere kadar acı azaplar çeker. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki:
Kul öldüğü vakit, siyah renkli, yeşil gözlü iki melek kendisine gelir. (Suratlarına bakılamayacak kadar korkunç olduklarından) birine Nekir diğerine Münker denir. Ölüye:
"Bu peygamber hakkında ne dersin?" diye sorarlar. Şayet mümin idiyse:
"O, Allah'ın kulu ve Resulüdür; "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh" der. Onlar: "Senin böyle diyeceğini biliyorduk." derler. Sonra mezarı enine boyuna yetmiş arşın genişletilir ve nurlandırılır. Sonra kendisine: "Uyu." denir. O; "Bırakın da gideyim durumu Aile efradıma anlatayım." der. Fakat kendisine müsade edilmez. "En yakın adamının ancak kendisini uyandırabileceği bir güveyinin uykuya yatması gibi yat, uyu." denir ve kıyamete kadar yatar.
Şayet münafık ise, meleklerin sorularına; "İnsanlar bir şeyler derlerdi ve ben de söylerdim, fakat şimdi bilmiyorum." der. Melekler; "Zaten biz senin böyle diyeceğini biliyorduk." derler. Sonra mezarına; "Bunu sıkıştır." denir. Mezar onu, kemikleri birbirine geçinceye kadar sıkar ve dirilinceye kadar kabrinde azab çeker."
Bu halleri, Resulullah'ın ve Eshabının yolunda bulunan Ehl-i sünnet âlimleri sözbirliğiyle söylemişlerdir.
Yakılan, suya atılan veya başka bir şekilde muamele edilen her ölü için de kabir hayatı, suali, azabı veya rahatlığı vardır. Bunlar, sadece bir kabir kazılıp içine konulan ölülere yapılır, böyle olmayanlara yapılmaz sanmamalıdır. Ölen insanların başlarına gelenler, Allahü tealanın kudreti içindedir. Her ölü, öldükten sonra başa gelenlerden olan kabir hayatını yaşar. Nitekim dünyada da insanların aklının almadığı, güçlerinin yetmediği, hesaplarına uymayan birçok hadise cereyan etmektedir. Anlaşılsın anlaşılmasın, bu dünyada olup biten her şeye dünya hayatı denilmektedir.
Kabir ziyareti: Meyyit, kabrinde bilmediğimiz bir hayatla diridir. Müslümanların kabrini ziyaret etmek, Peygamberimizin de yaptığı ve Müslümanlara tavsiye ettiği mühim sünnetlerden biridir. Hadis-i şerifte; "Kabirleri ziyaret ediniz! Kabir ziyareti, ölümü hatırlatır." ve "Kabir ziyaretini size yasaklamıştım. Şimdiden sonra ziyaret edebilirsiniz. Böylece ibret alır, gafletten uyanırsınız." buyruldu.
Ölümü hatırlamak ve ölüden ibret almak için, kabir ziyaret etmek ve peygamberlerin, salihlerin, velilerin kabirlerinden bereketlenmek, dinimizde çok sevap verileceği bildirilen ibadetlerdendir.
KABİR VE AZABI HAKKINDA PEYGAMBER EFENDİMİZİN SÖZLERİ
--Osman bin Affan (R.A.)dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ölünün defin işlemini bitirdikten sonra başında kalır ve derdi ki: “Kardeşiniz için istiğfarda bulununuz ve ona tesbit için (dilinin kabirdeki meleklerin suali esnasında kavl-i sabit olan kelime-i şehadeti söyleyebilmesi için) dua edin, zira o, şu anda sorguya çekilmektedir.”[13]
-- Ebu Said el-Hudri (R.A.)den şöyle dediği nakledilmiştir: Peygamber Efendimiz buyururdu ki: “Cenaze (tabuta) konup da omuzlara alındığı vakit, salih birisi ise der ki: ‘Çabuk çabuk, acele acele beni yerime götürünüz.’ Eğer Salih birisi değilse de ehl-ü ıyaline der ki: ‘Vah zavallı onu nereye götürüyorsunuz.’ Onun sesini insan hariç bütün mahlûkat işitir. Şayet insan onun bu haykırışını duyacak olsa helak olur, ölür giderdi.”[14]
--Hz. Ali’den şöyle dediği nakledilmiştir: “Bakîu’l-Garkad’de -yani Medine’deki Cennetü’l-Baki’ kabristanı- bir cenazedeydik, Rasulullah Efendimiz yanımıza geldi, O oturdu bizler de etrafına oturduk, elinde uzunca bir asa vardı. Asasıyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra: ‘Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmış olmasın!’ buyurdu. Cemaat: ‘Ey Allah'ın Resulü; öyleyse hakkımızdaki yazıya (Allah’ın takdirine) itimad edip (boyun eğip) ona dayanmayalım mı?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘Hayır; Çalışın, buyurdular. Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır. Şekavet ehli olanlar da şekavet(e götüren) amelde (muvaffak) olacaktır!’ dedi.”
Sonra şu ayeti tilavet buyurdular: "Kim bağışta bulunur, günahtan kaçınır ve dinin en güzelini tasdik ederse, biz de ona hayır ve kolaylık yolunu kolaylaştırırız."(15)
--Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre, bir Yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek: "Seni kabir azabından Allah korusun!" dedi. Hz. Aişe de Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanına girince Yahudi kadının söylediklerini anlattı ve kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: "Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!" buyurdu. Hz. Aişe der ki: "Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm'ın namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim." [16]
--Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (Aleyhissalâtü vesselâm) buyurdular ki: "Kul kabre konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup: "Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen kimse hakkında ne diyordun?" diye sorarlar. Mü'min kimse bu soruya: "Şehadet ederim ki, O, Allah'ın kulu ve elçisidir!" diye cevap verir. Ona: "Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti" denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Sonra ona, kabri geniş ve rahat hale getirilir. Eğer ölen münafık ve kafir ise: “Sizin içinizde gönderilmiş bu kişi (Muhammed Aleyhisselam) hakkında ne diyordun? denilir. "(Sorduğunuz zatı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!" diye cevap verir. Kendisine: "(Allah Rasülü’nün getirdiklerini) Anlamadın ve (Allah’ın Kitabını) okumadın!" denilir. Sonra demirden sopalarla vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) sekaleyn dışında ona yakın olan bütün (kulak sahibi) varlıklar işitir."[17]
Bu hadis kâfirin kabirde azap çekeceğini, aynı zamanda demir sopalarla dövüleceğini ve bunun neticesinde insan ve cinler dışında bütün yer ve sema ehlinin duyacağı şekilde bağıracağını açıkça ifade etmektedir. Kafirin kabri öyle bir daraltılır ki adeta cehennem çukurlarından bir çukura dönüşür. Tabi ki müminin kabri de öyle geniş ve rahat bir hale getirilir ki adeta cennet bahçesine döner. Aynı zamanda hadis-i şerif, insanın kabirde işiteceğini, göreceğini ve hissedeceğini ifade etmektedir, ancak; onun bu hayatı normal insan hayatından farklıdır çünkü berzah hayatıdır. Allah her şeyi en iyi bilendir.
-- Bera bin Âzib (R.A.)’ın anlattığına göre Rasulullah (S.A.V.) bir gün güneşin battığı sırada dışarı çıkmıştı ki bir ses işitti. “Bunlar Yahudiler! Kabirlerinde azap çekiyorlar” buyurdu.[18]
Görüyoruz ki Rasulullah (S.A.V.) Yahudilerin kabirlerinde uğradıkları azap neticesinde çıkardıkları sesleri işitiyor ve bu seslerin kaynağını ashabına haber veriyor. Bu da kabir azabının varlığına Sadikul-Masduk Efendimiz’den varid olan apaçık, kati bir delildir.
-- Bera bin Âzib (R.A.)’ın naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Mümin kabrinde oturtulur, (melekler sorgu için) ona gelirler, sonra o Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed Aleyhisselam’ın O’nun Resulü olduğuna şahadet eder. Bu, Cenab-ı Hakk’ın şu kavl-i şerifi ile ifade edilmektedir: “Allah, iman edenleri, dünya hayatında da, ahirette de sağlam bir söz üzerinde tutar; zalimleri de saptırır ve Allah, dilediğini yapar.” (İbrahim,27) [19]
-- Abdullah bin Ömer (R.Anhüma)’in naklettiğine göre Rasulullah (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Sizden birisi öldüğü (ve kabre konulduğu zaman) sabah akşam kendisine gideceği yer gösterilir. Cennet ehlinden ise cennet ehli olarak yok eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehli olarak. Yani cennet ehlinden olacaksa cenneti görür ve kabri cennet bahçelerinden bir bahçe haline gelir. Şayet cehennem ehlinden olacaksa ona da kabrinde iken cehennem gösterilir de bu şekilde kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir. Sonra kendisine denilir ki: Kıyamet gününde Allah seni diriltip haşr edinceye kadar kalacağın yer işte burasıdır.”[20]
--Abdullah bin Abbas (R.A.) anlatıyor: “Peygamber Aleyhisselam iki kabre uğramıştı, -azap çektiklerini bizzat kendisi işitti- ve dedi ki: ‘Bu ikisi kesinlikle azaba uğruyorlar, azaba uğramalarının sebebi de büyük günahlardan biri değil; bu kişilerden birincisi, nemime yapıyordu (yani insanlar arasında laf götürüp getirmek suretiyle aralarını bozmaya çalışıyordu). Diğeri ise idrarının üzerine sıçramasından sakınmıyordu.’ Daha sonra yaş bir dal aldı, ikiye böldü ve her bir dal parçasını bir kabrin üzerine toprağa soktu ve buyurdu ki: ‘Bu dallar yaş kaldığı müddetçe umulur ki onların azabı hafifletilir.”[21]
-- Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdu ki: “Sizler birbirinizi defnediyor olmasaydınız kabir azabını size işittirtmesi için Allah’a dua ederdim.”[22]
Kabir azabına dair zikrettiğimiz bu hadis-i şerifleri teyid eden en önemli hususlardan birisi de Peygamberimiz kabir azabından Allah’a sığınır, namazlarında da şu meşhur duasını yapardı: “Allahım, kabir azabından, cehennem azabından, hayatın ve ölümün fitnelerinden, Deccal fitnesinden sana sığınıyorum.”
Resûl-i Ekrem?in vahiy kâtiplerinden Zeyd İbni Sâbit radıyallahu anh anlatıyor:
Bir gün Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Neccaroğullarına ait bir bahçedeydi; O sırada biz de yanındaydık.
Bindiği katır birden yönünü değiştiriverdi; hayvan az kalsın Hz. Peygamber’i yere düşürüyordu.
Orada altı veya daha az kabir bulunduğunu farkettik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm):
- “Bu kabirlerin kime ait olduğunu bilen var mı”? Diye sordu. Oradakilerden biri:
- Ben biliyorum? dedi. Hz. Peygamber (asm):
- “Bu kimseler ne zaman öldü”? diye sordu. Adam da:
- “İslâmiyet’ten önceki şirk döneminde öldüler” dedi.
O zaman Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:
- “Bu kabirlerde bulunan kimseler imtihan oluyorlar.
Eğer olup biteni duyduktan sonra birbirinizi defnetmeyi bırakmayacağınızdan emin olsaydım, benim şu anda işitmekte olduğum kabir azâbını size de duyurması için mutlaka Allaha dua ederdim”
Bu sözlerden sonra Resûl-i Ekrem (asm) yüzünü bize döndü ve:
- “Cehennem azâbından Allaha sığınınız” buyurdu. Sahâbîler:
- Cehennem azâbından Allaha sığınırız dediler.
- “Kabir azâbından Allaha sığınınız” buyurdu.
- Kabir azâbından Allaha sığınırız dediler.
- “Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allaha sığınınız” buyurdu.
- Ortaya çıkan ve çıkmayan bütün fitnelerden Allaha sığınırız dediler.
- “Deccâl fitnesinden Allaha sığınınız” buyurdu.
- Deccâl fitnesinden Allaha sığınırız dediler( 23)
Bu hadîs-i şerif sevgili Peygamberimiz’in (asm)bizim görmediğimizi gördüğünü, duymadığımızı duyduğunu açıkça göstermektedir.
Çünkü onun sırdaşı Cebrâil aleyhisselâm’dı. Onunla her zaman görüşür, konuşur, ama bunu kimseler görmez, duymazdı.
Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm):
- “Âişe! Bak, Cebrâil sana selâm söylüyor” buyurdu.
Efendimizin(asm) sevgili eşi, buna çok sevindi ve:
- Allahın selâmı, rahmeti, bereketi onun üzerine de olsun, Yâ Resûlellah! Sen bizim görmediklerimizi de görüyorsun dedi (24)
Peygamber Efendimiz (asm)yukarıdaki hadîs-i şerifte insanı bekleyen dört tehlikeye işaret etmekte, bunların
cehennem azâbı,
kabir azâbı,
ortaya çıkan ve çıkmayan fitneler
ve deccâl fitnesi olduğunu söylemekte ve bunlardan Allaha sığınmamızı emretmektedir.
Kendisi de pek çok duasında bu tehlikelerden Cenâb-ı Hakka sığınmıştır.
Onun bir duası şöyledir:
“Allahım!
Cehennem azâbından,
kabir azâbından,
hayat ve ölüm fitnesinden,
kör deccâlin fitnesinin şerrinden sana sığınırım” (25)
Resûlullah Efendimiz’in (asm)sevdiği ve iyi bir âlim olması için dua ettiği Abdullah İbni Abbasın söylediğine göre, Allahın elçisinin bu duayı ashâb-ı kirâma, tıpkı Kurandan bir sûre öğretir gibi öğretmesi ne kadar düşündürücüdür.(26)
Hz. Osman bir kabrin başında durunca, gözyaşları sakalını ıslatacak derecede ağlardı.
Biri ona:
- Cennetten, cehennemden söz edince ağlamıyorsun da, kabri görünce neden ağlıyorsun? diye sordu. Peygamber Efendimiz (asm) in cennetle müjdelediği on kişiden biri olan Hz. Osman ona şunları söyledi:
- Çünkü Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
--“Kabir, âhiret duraklarının ilkidir.
İnsan orada yakasını kurtarırsa, gerisi kolaydır.
Eğer orada yakasını kurtaramazsa, daha sonrası çok daha kötüdür.”
--Peygamber aleyhisselâm sözünü şöyle tamamladı:
“Ben hayatımda kabirden daha korkunç bir manzara görmedim”(27)
-Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve: “Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır.” (28)
Hz. Peygamber (s.a.s) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashap, niye böyle yaptığını sorduklarında: "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur."(29)
Hz. Peygamber (asm) diğer bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçedir veya cehennem çukurlarından
KABİR VE AZABI İLE İLGİLİ AYETLER:
“Hatalarından dolayı boğuldular, ateşe sokuldular, kendilerine Allah'a karşı yardımcılar da bulamadılar.”(30)
Burada ateşten kasıt kabir ateşi ve berzah azabıdır, cehennem ateşi değildir, çünkü, “fâ” ile atfedilmiştir. “Fâ” atıf harfi, Arap dilinde takiple beraber tertip ifade eder. Ayette yanmaları, boğulmalarından sonra zikredilmiştir. Yani azgınlıkları ve şeni cürümleri sebebiyle malum tufan ile gark edildiler(boğuldular), hemen ardından da büyük ve korkunç bir ateşe sokuldular ki o da kabir ateşidir.
Diyanet İşleri: (Öyle bir) ateş ki, onlar sabah akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.(31)
Hafız İbn Kesir diyor ki: “Bu ayet-i Kerime ehl-i sünnetin kabirde berzah azabının olacağına dair delil olarak kabul ettiği en önemli dayanaklardan biridir.” Bu ayetteki ifadeden dünya var olduğu sürece sabah ve akşam bu azabın devam edeceği anlaşılmaktadır.[32]
“(Ahirette ki) en büyük azaptan önce, onlara mutlaka (dünyada) en yakın azaptan tattıracağız; olur ki dönerler.”(33)
Burada yakın azaptan kasıt kabir azabıdır, çünkü; ahiret azabı henüz gelmemiştir ancak kıyamet günü gelecektir.
Diyanet İşleri: Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.(34)
Hasan Basri Çantay: tâ kabirler (e kadar gidib) ziyaret etdiniz.(35)
Diyanet İşleri: Çünkü kıyamet muhakkak gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur ve şüphesiz Allah, kabirlerdeki kimseleri diriltecektir.(36)
Diyanet İşleri: Diriler ile ölüler de bir olmaz. Allah, dilediğine işittirir. Sen, kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.(37)
Ümit Şimşek: Ey iman edenler! Allah'ın gazap ettiği bir topluluğu veli edinmeyin. Çünkü mezardakilerin tekrar diriltilmesinden kâfirler nasıl ümit kesmişlerse, onlar da âhiretten öylece ümitlerini kesmişlerdir.(38)
İbni Kesir: Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman;(39)
Süleyman Ateş: Bilmez mi o, kabirlerde olanlar dışarı atıldığı(40)
O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık(41)
Nihayet Sûr'a üfürülecek Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler(42)
"Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?"(43)
“Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız”(44)
“Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar”(45)
Allah cümlemizi son nefesimizde kelime-i şahadet getirerek ruhumuzu teslim edip,imanla kabre girenlerden eylesin.bizleri kabir azabından korusun.Münker ve Nekir meleklerinin sorularını doğru cevaplayanlardan eylesin.Allahın rızasını kazananlardan eylesin.Allah Resulü Muhammed Mustafaya(asm) hayırlı ümmet,kendisine de iyi bir kul eylesin…
KAYNAKLAR
1-Asa-yı Musa-RNK
2-Sözler –RNK
3-Yasin suresi-83
4-Sözler-RNK
5-Bakara suresi 286. Ayet
6-Mektubat-RNK
7-Lem’alar-RNK
8-(Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 71; Nesâî, “Cenâiz”, 86)
9-(Ebû Dâvûd, “Cenâiz”, 65; Tirmizî, “Cenâiz”, 53)
10-(EbûDâvûd,“Cenâiz”, 63; krş.İbnMâce,“Cenâiz”,42).
11-İbn Mâce, Cenâiz, 47).
12-Al-i İmran suresi 169. Ayetinde
13-Ebu Davud, Cenaiz, 73
14-Buhari, Cenaiz, 49, 51, 89; Nesai, Cenaiz, 44
15-(Buharî, Cenaiz 81, Edeb 120, Kader 3,Tevhid 54; Müslim, Kader 6,(2647);Ebu Davud, Sünnet 17,(4694); Tirmizî, 16-Kader3,(2137)Tefsir,Leyl,(3341).
16-Buhârî, Cenaiz 89, Müslim, Mesacid 123; Nesâî, Cenaiz 115
17-Buhârî, Cenaiz 68, 87;Müslim, Cennet 70; Ebu Davud, Cenaiz 78;Nesâî, Cenaiz 110; Tirmizî, Cenaiz 70.
18-Buhârî, Cenaiz 86;Müslim, Cennet, 17;Nesai, Cenaiz, 114
19- Buhari, Cenaiz, 85, Tefsir; Müslim, Cennet,17; Ebu Davud, Sünnet, 27; Tirmizi, Tefsir; İbrahim;Nesai, Cenaiz, 114
20- Muvatta, Cenaiz,16; Buhari,Cenaiz, 88,Bed’ül-halk, 8, Rikak,42; Müslim, Cennet,17;Tirmizi, Cenaiz,71;Nesai, Cenaiz, 116.
21- Buhari, Vudu, 55; Cenaiz, 80, 87, Edep, 46;Müslim, Taharet, 34;Nesai, Cenaiz, 116;İbn Mace, Taharet, 26.
22-Müslim, Cennet, 17;Nesai, Cenaiz, 114
23-(Müslim, Cennet 67;Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 190).
24-(Buhârî, Bed'ü'l-halk 6, Edeb 111, İsti’zân 16, 19).
25-(Müslim, Mesâcid 128, 130-134; Ebû Dâvûd, Salât 149, 179; Nesâî, Sehv 64).
26-(Müslim, Mesâcid 134; Nesâî, Cenâiz 115).
27-(Tirmizî, Zühd 5; İbni Mâce, Zühd 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63-64).
28-(İbn Mâce Sünen, Cenâiz, 47)
29-(Buhârî Cenâiz, 82; Müslim, İmân, 34; Ebû Dâvud, Tahâret, 26)
30- (Nuh,25)
31-(Mü’min 40/46).
32- İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azîm, III, 244.
33-(Secde,21)
34-(et-Tevbe 9/84)
35-(et-Tekâsür 102/2),
36-(el-Hac 22/7;
37-(Fâtır 35/22;)
38-(el-Mümtehine 60/13)
39-(el-İnfitâr 82/4;)
40-( el-Âdiyât 100/9)
41- En’am / 98
42- Yasin / 51
43- Müminun / 35
44- Rum / 19
45- Kamer / 7
HAZIRLAYIP SUNAN: OSMAN KARAHASANOĞLU
e-mail:[email protected]
Osman Karahasanoğlu
Kayıt Tarihi : 10.4.2017 16:07:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Osman Karahasanoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2017/04/10/kabir-37.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!