Her sabah bir baska Joseph K.'nin resimleri var gazetelerde.
Satonun bulundugu tepenin eteklerindeki küçük köyde yasiyoruz,
iktidarin asil sahipleri asla gözükmüyor, her sabah kapimizin altindan bir suçlunun resmi atiliyor ve onlarin suçlu olduguna, suçlu olduklari söylendigi için inaniyoruz. Evlerimizden suçluyu parçalamak için çikiyoruz, birbirimize 'Suçluymus' diyoruz, suçlunun öldürülmesini istiyoruz, efendilerimize suçlunun öldürülmesi için yalvariyoruz.
cccccc
Kafka'nin yazdigi romanlari okur gibi yasiyoruz.
Kafka'nin roman kahramani Joseph K. bir sabah uyandiginda evine gelen iki adam onun 'suçlandigini' söyler ama neyle suçlandigini söylemez. Joseph K.'nin suçlulugu iki adamin onun 'suçlu' oldugunu söylemesiyle baslar. K.'nin neyle suçlandigi belli degildir ama daha da önemlisi onu kimin suçladigi da belli degildir.
Bir zamanlar Avrupa'nin bütün simyacilarinin onlara ayrilmis bir mahalledeki birbirine yapismis basik evlerde kükürt dumanlari arasinda bakirdan altin yapmaya çalistigi, çaglar boyu her kösesinde bir baska efsanenin anlatildigi, cinayet hikâyeleriyle, öldürülmüs kadinlarla, basi kesilmis tüccarlarla, hortlaklarla dolu bir geçmise sahiplik eden dar sokaklarla, sivri kuleli evlerle örülmüs, kislari gri bir gökyüzüyle kapli, Ortaçag simyacilarinin kükürt kokularini hisseden bir sehirde, Çek bir babayla Alman Yahudisi bir anneden dogan Kafka, ne tam bir Çek, ne tam bir Alman, ne de tam bir Yahudi olarak, bütün hayati, dogdugu sehir gibi karmakarisik dar sokaklarla ve çikmazlarla dolu görerek yasadi.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...