Biraz sonra kambur bir ağaç gibi bükülen sırt ağrılarınla birlikte uzandığın sedirden doğrulmaya çalışacaksın. Yatakta oylanmanın tadını çıkaramıyorsun. Uykunun mahmurluğu geceden bilincine sızan rüyalarına karışmış. Hep oracıkta kalmak, bir sineğin vızıltısıyla hayatı öylece seyretmek istiyorsun. Tavanın küflü lekelerine, parkenin çatlaklarına, yorgun bacaklarına bakakalıyorsun. Güne başlamak için bir neden arıyorsun kendince. Müphem saatlerin tekinsizliği seni yıldırıyor. Yastığın, saç diplerin havanın nemiyle büsbütün ıslanmış. Kalkıp tavandan boş bir kuş yuvası gibi sarkan ahşap pervaneyi çalıştırmak istiyorsun. Beyhude, mecalin yok. Olduğun yere yığılıyorsun. Köpek havlamaları, martı çığlıkları seni kışkırtmıyor artık. Özgürlüğünü harcayamıyorsun çünkü. Her gün bir öncekinin aynısı sanki... Uyuşukluk, bıkkınlık, uykusuzluk, kayıtsızlık, güvensizlik seni hayallerinden uzaklaştırıyor. Hayatına yabancılaşmanın sebebini yanlış yerlerde arıyorsun. Yanından çağıltılı bir nehir uğultusuyla akıp giden insanların yorgun yüzlerinde, esnafın kavruk çığlıklarında, seni boğan sıkıcı kitaplarda, hatırlamaya çalıştıkça anlamını yitiren düşlerde, kalabalık havaalanlarında, garlarda, gece yürüyüşlerinde şahit olduğun sokak kavgalarında, açık unuttuğun televizyondan yankılanan tiz seslerde saklı değil.
Yaşlanmadan eskimenin garip huzursuzluğunu taşıyorsun içinde. Yaz sıcaklarında çiseleyen yağmur bile canını sıkıyor. Gök kubbe silkinip kendini şöyle bir bıraksa sen de gevşeyeceksin. Varoluşunu reddeden bakışların da değişecek belki. Yalnız bir uyurgezer olmaktan kurtulacaksın. Görebildiklerinin hakikatini idrak etmek için ihtiyacın olan o değişimle nerede karşılaşacağını bilemezsin. Bir gün sahafta bulduğun kitabın arasından çıkan kimsesiz bir mektup senin kıpırtısızlığını yenecek, kimbilir? Ya da anlam veremediğin işaretlerin şifresini, ölümü, yalnızlığı, kendi ışıklı karanlığının içinden geçirerek gösteren bir yazarla tanışacaksın ansızın. O vakit etrafındaki varlıkların daha önce göremediğin derinliklerini algılayacaksın. Hayır, mucizevî bir değişimden bahsetmiyorum. O korkunç bir aldanıştır. Sen soluk alıp verişini başkalarının nefesinde duyacaksın. Kendini sürekli dürten ruhtan kaçamazsın ama korkma; ölüm bilincinin sıkıntısı, karşılıksız bir aşkın ıstırabı, anne özleminin yanık izleri, haksızlığın isyanı bazen başkalarının sessiz kelimelerinde teselli bulur. Başka hikâyelerin seni korunaklı kılan güvenli iç dünyana sızmaya çalışmasına direnme. Dondurulan ânın halka halka genişleyen manasıyla yolculuk ettiğin hayatlarda, kendininkine benzer ne çok ıstırap olduğunu görüp şaşırırsın.
Márquez’in ustası...
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta