İZAHİ MÜMKÜN OLMAYAN BİR YOLCULUK…
Durgun bir su üzerinde yalpalayan, yavaş yavaş süzülen, sarı - kızıl bir çınar yaprağıyım ben… Kurumuş, sararmış yüzüme berrak bir yağmur damlası düştü… Şeffaf bir inci tanesi gibi dupduru… Bir mercek misâli yüzümdeki hüznü büyüttü…Elemlerin görünmez çizgilerini gözler önüne serdi. Her çizgide bir keder nakışı…
O minicik damla, yaprağın üzerinde yavaş yavaş kaydıkça, deşifre olan bir bilmecenin çözümü gibiydi gören gözlere… O yaprak bendim, o yüz benimdi ama, onu kuşbakışı seyrederek çözen de bendim. Gözlerim, tepeden kendi içimi, iç âlemimdeki kederler yumağını yavaş yavaş çözüyordu. Girift bir karmaşayı, akan bir damla su yol yol aydınlatıyor, kendi acılarımla yüzleştiriyordu. Sessizce kayan yaprakta, benliğim ara ara acıyla kıvrılıyor, bazen sükûn içinde, bir sessizlik melteminde kayıyordu…Kimi zaman, o kurumuş damarlara, ışığı umut olan bir cansuyu yürüyor, kimi zaman canı çekilen bitkin bir vücut gibi sonsuzluğa akıp gidiyordu…
Bu berrak damlaya vuran gün ışığında ısınan inci tanesi, çarpıntısı azalmış kalbe, adı açıklanmayan bir enerji olup can katıyor, kurumuş yaprağın sararmış yüzünde emsâlsiz bir yeşil filizlendiriyordu… Bir berrak su damlası, büyüyen, büyüyen bir umut şelâlesine dönüyor, can veriyordu…
Yüz lira maaşlı kibar bir adam.
Evlenir, sedire taşınırlar.
Mektuplar gelir adreslerine:
$en Yuva Apartmanı, bodrum kati.
Kutu gibi bir dairede otururlar.