İttifaklardan Ne Anlamalıyız C

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

İttifaklardan Ne Anlamalıyız C

a

Hemcinslerimiz dünyaya gelirken ekip dikmeyi bilerek, bir meslek icra ederek yeryüzüne gelmediler. Hayat, çevredeki etki tepki ilişkileri içinde gıdım gıdım oluşmuş bir süreci intikaldi.

Hayatı öngören tutum alışlar milyarlarca, milyonlarca yıl içinde adım adım biriken kod tekrarlı deney sel tutumlarını saklayan depo eden bir kodlamaydı (genetikti).

Milyarlarca, milyonlarca yıl öncesinin çevre girişeni içermeleri içinde, daha düne kadar üreten ilişki yoktu. Çevrede olmayan hayatın kendisi içinde de yoktu.

Bu nedenle üreten ilişki genetik yapı içinde yoktu. Üreten ilişki kolektif birim zamanlı kolektif bir artık zaman ilişkisi içinde ortaya kondu.

Üretim ilişkisi kolektif yapı içinde kolektif geçişeni bir yetenekti. Üreten ilişki, asla kişisi bir yetenek değildi. Kişisi bir yetenek içinde olsa bile (!) kolektif süreçler ortaya konmadan bu yetenek ortaya çıkamıyordu.

Kısacası üreten ilişki başlangıç hayatının içinde yoktu. Bu nedenle üreten ilişki genetik kodlu yetenek değildi. Üreten ilişki kolektif kodlu kolektif etkili yansıma ile kişisi yeteneğin becerisi durumuna dönüşmüştü.

Üretim ilişkisi de yine hayatın kendisi ile kolektif çevre girişmesi içinde yansıyacaktı. Ancak bu yansımanın belirticisi, belirleyeni hayatın kendisi değildi. Kolektif güçtü.

Kolektif genetik kodun ilki iş bölüşümü, yardımlaşma, dayanışmaysa, paylaşma sağlatmasıysa, ikincisi birincisinin üzerine üreten bir kolektif üretim ilişkisiydi.

Kolektif üretim ilişkisinin kodlarını taşıyan hayat türüne İNSAN diyorduk. İnsan üretim ilişkisini ittifakı üretim hareketine çevirmenin yine kolektif bir genetik kod ürünüydü.

Kolektif devinme, süreci üreten ilişkisine götürecek olan yansımaları veren yaşamsalları eyleme koydurucu bir olanak zemindi. Zemin düşünmelere vakit oluşturucu ortam ile eylemi düşünmeye; düşünmeyi de eyleme götürüyordu.

Kolektif zemin eylemi düşünceye, düşünceyi de eyleme götüren oyun; sınama yanılma, taklit gibi amaçlı amaçsız süreçlere vakit ayırmaydı. Amaçlı amaçsız süreçlere ayrılan vakte siz kolektif düşünüşle, kolektif yetenekle hemhal oluyordunuz.

Kuşkusuz ki kişilere indüklenen kolektif ortak akıl ve kolektif yetenek te kişisi ihtiyaca göre kişisi Özgüç üzerine bir modülasyondu. Kişisi öz gücü harekete geçirecek olan da kolektif birim zaman içinde, kolektif artık zamanı veren kolektif devinmeydi (hareketti).

Meslekli yaşam, çevre içindeki etki tepkiye ilişkin süre gelen kolektif güç üzerinde parçalı durum ilişkilerini olduktan çok sonra, ortaya çıkacaktı.

Doğal yaşamın kendisi içinde süre gelen etki tepki türü yaşam koşullarının içinde meslekler veya üreten ilişki, hiç yoktu.

Doğadaki elma, hayat için bir arz- talep değildi. Aksine elma hayatın kendisiydi Aksine elma bir hayattı. Ve elma hayatın taşıyıcı tohumu ve tohum besleğiydi. Elma ne bizim içindi ne de bizim için değildi.

Meslekler yaşamı (meslekli yaşam) ne arzdı ne talepti. Mesleki yaşam arz ve talep koşuluyla değil üreten kolektif kapasite nedenle vardı. Hayatta elma da tek düze olamazdı.

Aşağıdaki örnek alıntı, hayatın tek düze olamayacağına ilişkin hayatın veya bir olgu ve bir olayın kendi üzerine kendi fren etkisi olmasına güzel bir modeldir.

[E. coli türü bakteri gibi bazı türler, uygun ortam şartları altında 20 dakikada 1 defa ürerler! Bu, inanılmaz bir çoğalma hızıdır. Bu durumdan yola çıkarak yapılacak çok basit bir hesap, bize ilginç bir gerçeği verir

Eğer ki E. coli bakterileri bu şekilde sürekli üreselerdi ve bu herhangi bir sebeple engellenmeseydi, tek bir bakteriyle başlayan üreme zinciri sonunda, sadece 36 saat içerisinde Dünya'nın bütün yüzeyini 30 santimetre kalınlığında bakteri tabakası kaplardı!

40 saat içerisinde, kafamıza kadar bakteriye gömülmüş olurduk. Eğer uzayı yaşanabilir vakum alan addedersek ve birkaç gün içerisinde gözlenebilir Evren'in tamamı bakteriler ile dolardı (E. Ağacı)].

Bu çoğalma bile başlı başına nimet rızk olgusuna ters bir gerçekliktir. Buradan çıkaracağımız sonuçlardan birisi şu olabilir mi? Bakteri yaşamı sonuçta bir enerji çevrim entegrasyonudur. Boğazımıza kadar bakteriye bulaşan bir çevrede bakteriler ya birbirini yiyecekti.

Ya da her yeri kendileri doldurmuş olmakla bakteriler için başka beslenme olanağı (kritik durumu, zorunlu bir kritik eşik olanağı) olamayacağı nedenle bakteriler boyumuza kadar beslenip çoğalamaz olacaktı. Yani bakteriler kendi yaşamlarından ötürü kendi üzerine kendi etkileri olan fren ilişkisi içinde eylemlerini kritik eşik sınırla sonlandırırlar.

İşte tam da bu nedenle elmada yer yüzünü tek düze oluşla kaplayamazdı. Hayat ta, organik ve inorganikler de tam bu nedenle türlü türlü olmak zorundaydı.

Bizim için türlü türlü edilmiş bir nimet yoktu. Hayat ve inorganikler türlü türlü enerji akışıyla olmak zorundaydı.

Demir sülfür bileşimli inorganik için demir sülfür oluş sonuç olan bir durumsa da kükürt bakterisi için demir sülfür bir başlangıcı, bir besin ve bir neden durum olmayı temsil eden yeni bir varoluş biçimiydi.

Aksi durumda çeşit çeşit olamamak hayat olmanın, var olmanın neden sel oluşuna ters bir durum olurdu. Kaldı ki elma klima tik koşullara, rakıma, toprak türüne bağlı bir çevre etkisiyle kendi üzerine kendi etkisi olan bir kısıtlanmadır da.
b
Son bir belirtmeyle hayatın ve inorganiklerin neden çeşitli olmak zorunda olduklarına dair basit bir değinme yapmış olayım.

Demir atom altı parçacıklar bileşimli bir proton ve nötron ile elektron entegrasyonlu enerji valans bant düzey ilişkinleridir. Bir yıldızın içi yakıtının tümünü demire çevirmeden belli bir kritik eşikten sonra demir sentezlemeyi durdurur.

İşte demir sentezini durduran bu zorunlu süreçten sonra demirden sonraki elektro valanslı enerji düzenli yeni maddeler oluşur.

Demek ki üreten ilişki; kolektif yapılı sürecin belli bir kritik değeri olmakla o ilişkilerin o haliyle sürdürülemez olacağı gerçeğidir. Gelişme kendi üzerine kendisini katlamak yeni referans değeri oluşmak zorundadır.

Arz talep gibi bir doğa yasası dinamiği yoktur. Arz talep sömürme özneleşesinin sömürme yasasıdır. İlk bakışta üretim ilişkisi; yeme, beslenme, ihtiyacı nedenle var gibi durursa da bu bakış düzgün, düzenli, doğru bir söylemse de gerçek böyle değildir.

Yeme ihtiyacımız bize üretim yapmanın düşünce duyumunu verse de üretim yapma eylemini veremezdi. Ve yeme ihtiyacımız üretimi de başlatamazdı.

Var oluş bir evrenin başka bir evrene dönüştüğü bigbeng aşamasında şiddetli bir enerji akışlı boşalmayı ortaya koymuştu.

Bizdeki evrene göre tekillik olan bu aşama birden patlayan enerji dolumla boşalmaya dönüşmüştü. Patlamanın kendisi, varsa sesi, şok dalgası, genişlemesi, çekme itme, ışıma vs. birer enerjiydi. Bu çeşitlilik akan enerjiye dirençti, bir darlık, bir zorluk gösteriyordu.

Enerjinin kısa devre olup birden boşalmak gibi bir özdeki özelliği vardır. Ortaya konan bu bir tek ile birçok olan bu yollar üzerindeki dirençler nedeniyle enerji kısa devre oluşa göre yine de yeterince çabuklukta akamıyordu.

Kısa devre sürecine göre üzerindeki hızlı ve şiddetli akışlara izin vermeyen o düzlemin içi kendi kritik eşik değerli zamanları olmakla, yeni bir kritik değerler manzumesiydi. Doygunluk eşik değeriydi.

Bigbeng enerjisi de kısa deve akışı gibi akmak isteyip akamamakla ancak kendisini dallandırıp budaklandırıp, çatallandırıp kırıklı fraktalleri üzerindeki tekrarlarla yeni olgu olay süreçlerine dönüşüyordu.

İşte elma da elmayı yiyen ayı da bu girişmelerin özel ve genel bağıntı kuralı içinde insan gibi sömüren köleci öğretili hayatın çarpıtmaları nedenle arz, talep, nimet algısına dönüşüyordu.

Yeme beslenme hayatın; enerji çevriminin, bir gerçeğidir. Üreten ilişkiyi başlatan süreç, eğer yeme süreci olsaydı, milyonlarca yıllık tekil veya biriken dağılan grup devriyeleri ve sürü hareketleri bu süreci başlatırdı.

İçinde olunan çok uzun dönemlerde yapılan yeme ihtiyacı nedenle çoktan grup içi üretim ilişkisi başlatılmış olurdu.

Üretim ilişkisinin temeli yeme ihtiyacıysa da ve yine üretim ilişkisinin temelinde yeme ihtiyacı yönelimi var ise de üretim ilişkisi yeme ihtiyacından ötürü ortaya konabilmiş değildi. Üreten ilişki kolektif kapasite nedenle totem yapılar içinde, totem dönem sonlarına doğru başlayacaktı.

Elbette ki üretim ilişkisini başlatan grup ta diğer gruplar da hayat denen genetik içinde belli yaşam sağlamalarıyla belirlenmişti.

Hayatı taşıyan unsurlar, ortak orijinle ortak referanslarda kodlanmış olmanın dallanma, çatallanma, fraktalleri veren türleşmelerdi. Genetik determine oluştu.

Bu ortak özellikli belirlenim içindeki belirlenimler, duruma göre beliren koşullarla çekim ya da itme yasasıydı. Cinsellik, av yapma, savunma süreci benzer ilişkileri bir araya getirme çekimi yapar.

Düzenli hareketler içinde olmayıp rast gele bir araya gelip av yapan birlikler, avdan pay alırken ortak özelliğe göre riayet eden düşünmeyi öne çıkarmak yerine, bencilliği öne çıkarıyordular.

Rast gele bir araya gelen birlikler, avda kendi başına yararlanıcı, avı kapıp kaçıcı saldırgan tutumlar, ortaya koyuyordular. İşte temel eksiklik olan da ortaya konması gereken mesele de buydu.

Yani av yapmanın çekim birlikteliği gibi avdan da yararlanmanın çekim ve paydaş birlikteliğini ortaya koyup entegrasyonda süreklilik ortaya koymaktı. Bunu ortaya koyacak akılcı evrim ve sosyal evrim için önünde alınması gereken daha milyonlarca yıl vardı

Bir meslek grubu, kendi ürettiği nesne ile kendi grup yaşamını sağlıyorsa, aynı ortak özellikli ölçü çıkarımı içinde olursak üreten grup üretmeyen diğer gruplarında yaşamını sağlıyor olacaktı. Biz de bir an bu mantık ile sürece bakalım.

Şimdiden geri baktığımızda üreten bir grup buğdayını verecek, diğer gruptan da buğdayına karşı o gruptan da kundurayı alacaktı. Yani ver gülüm. Al gülümdü.

Mantık bunu gerektiriyordu. Karşılığa karşılık verecekti. Heyhat gruplar arası ilişki bu tek düze oluş içine başlayamadı.

Çünkü yapılar birbirini dışlayan, birbirini avlayıp yiyen totem gruplardı. Bizim deyimimizle bunlar hemcins benzerlikle kardeştiler. Bu kardeşlik söylemi bizim izafemizdir. Bunlar düşman olan hemcins kardeşlerdi.

Bu tarz yamyamlık ilişkili belirgin koşullar içinde, ver gülüm al gülüm tarzı bu yol ve bu yöntem; bir yol aracı olarak bilinir uygulanabilir bir öznel anlayış değildi.

Konuya ortak özellik yöntemi içinde bakalım. Veya aynı yaşamsal belirlenim koşulları içinde olmanın mantığı ile bakalım. Ver gülüm al gülüm diyen düz (biçimsel) mantığa göre bakalım. Bu üç mantığa göre baktığımızda grup meslekleri, grupları birbirine yaklaştırıcı mesleklerdi.

Oysa gerçeklik düz mantıktaki gibi değildi. Üreten grup, totem mesleği nedenle belki ver gülüm al gülüm deme olanağı içindeydi.

Üreten ilişkinin ver gülüm al gülüm deme muktedirliği tomurcuğun çiçeğe oranı gibi patladı patlayacak bir belirmeydi. Süreç ver gülüm al gülüm demeyi yaşama geçirmenin kıl payı denli çok yakındaydı.
c
Size, ancak sizi avlamak için yaklaşan bir gruba karşı edinilmiş tepkileriniz vardı. Bu tepki sel savunmayla siz ya karşı saldırı içinde ya da kaçma endişesi içindeydiniz. Bu tür koşullu davranış içinde iken tam bir akli selimle düşünülemiyordu. Kaygı aklı bastırıyordu.

Yamyam gruba siz, yabani bir köpek eniğine ekmek uzatır gibi bir üretim nesnesini uzatamıyordunuz. Depo hafıza içinde düşmana ekmek uzatmak gibi olmayan koşullarla olmayan koşulların bu tür yol haritası yoktu.

Kısaca söylersek çevrede bu türden üreten meslekler esaslı olanak bir yaklaştırıcı tutumlar vardı. Ama işlevsen değildi.

Üreten meslek sahibi grubun elindeki yaklaştıran bu olanağı (kurbanı), grup bilmese dahi bu olanak üreten grubumuzu dıştaki yamyam gruplara yaklaştırıcı bir potansiyel durum içinde tutmaktadır

Üreten grup bu olanak içindeyse de karşı yamyam grubun bunu bilmesi zordu. Çünkü doğadaki görüngü içinde bir grup avlanırken karşı gruba avdan pay uzatmıyordu. Hafızada böyle bir kayıt tekrarları (geri beslemesi) yoktu.

Yani üreten grubumuz, elindeki totem ürünle kendisini diğer gruplara karşı yaklaştırıcı bir süre durumlarla belirtemiyordu. Üreten ilişki şimdilik alakasız alakalıydı.

Bir taraf üreten ilişki nedenle karşı tarafa yaklaşıma açıkken bir taraf kapalıydı. Üreten ilişki üreten grup nazarında henüz kendilerini dıştaki gruba yaklaştırıcı değildi. Bu potansiyel doğum, henüz üreten grubun farkında olduğu bir öznellik değildi.

Eğer bir olanak durum ile olanak durumun öznel düşüncesi yaklaştırıcı olamıyorsa; baskın yiyen, üreten grubun bağı bahçesi, tarlası, koyunu, ineği talancılar tarafından yağmalanmıyor muydu?

Yani bir grup uhdesinde üretilen ürünün, talan edilme olanağı hep vardı. Bu talan nedenle üreten grup saldırıya uğrayan gruptu. Ne var ki koyunu, bahçesi talan olan grup bu talan nedenle canını kurtarıyordu.

Yani ver gülünü kurtar canını oluyordu. Bu rastlaşma hep karşılaşılan durumdu. Yağmalanma nedenle üreten grup ta bu tür deneyimleri yaşamış olmuyor muydu?

İşte bu rastlaşmalar içinde akıl edilecek olan çıkarımlar; kaostan doğan güzellikti. İşte bunlar (üreten ilişki ile canını kurtarma deneyimi) birbiri ile alakasız olan alakalılardı.

Üreten grup karşısında yağma yapan grup, yağma eylemi sonrasında üreten grubun canına dokunmuyorsa üreten grup nazarında üreten grubu yamyamlara; yamyamları da üreten gruba yaklaştıran bir hareketti.

Ama üreten bir ilişki de kendisini yamyamlara yaklaştıran ilişki için ortaya konmamıştı. Yamyamlık ta hem yaklaştıran bir ilişki hem kaçındıran, kaçınılan bir ilişkiydi.

Bir tilkinin açlığı nedenle tilkiye vereceğiniz yiyecek tekrarları giderek tilkiyle sizin aranızda bir dostluğa dönüşür.

Tilkideki açlık ve tilkideki açlığa yönelim hareketi, tilkinin kürkünü size teslim edeceği hem bir zaafı hem de sizinle dostluğuydu. Açlık nedendi. Ve açlık bir yansıma bağıntısı oluşla; birçok zaaftı, birçok yakınlaşma ve dostluktu.

Açlık, ne tilkinin sizinle dost olması için vardı. Ne de tilkinin size av olma istismarı için vardı. Bunlar alakasız ama kendi dışında zorunlu yansımalar veren bir bağ ilişkisiyle vardılar. İşte doğa da insan da alakasız alakalıların entegrasyonlarını yapabiliyordu.

Üretim ilişkisi sizi yamyamlara, yamyamları da size yaklaştıran onlarca tekrarlar sonunda bambaşka duygularla yansıyan bir bağ ilişkisi entegrasyonlarına dönüşmüştü.

Bu tür yaklaştıran ilişki tekrarları da diğer yamyamların da üreten ilişkileri nedenle temasçı yaklaşımlara ve takasa neden olmakla, bu gibi alakasız alakalı ilişkilerden inşa süreçleri ortaya konmuştu.

İttifaka giden yol süreci önce canını kurtarmaya karşılık fidye, rüşvet sadaka, kurban gibi şimdiki anlamlarına rücu eden yaklaşımlar nedenle temas eden yapılarla böylesine alakasız alakalılarla, başlayacaktı.

İlk ittifakların ilahı vardı. İlk ittifaklar ilahi ittifaklardı. İlahlar yakın temaslı ittifakların kararını aldıktan sonra, süreç gruplar arası sosyal ve beden temaslarına dönüşecekti.

Bu bir üreten kültürler sentezli bilmeden uygarlık ortaya koymanın temasıydı. Bedeni temaslarda melezler olmuştu. İlah her bir grup ilahın görüntü benzeri olan bu melezlere insan demişti.

İlahlar iş gören, üreten ilişki sahibi paydaşlı grup hemcinslerdi. İnsan değillerdi. İnsanın biyolojik totem grup atalarıydı. İnsanlara iş görmeye, insanlara yasaları öğretmeye, insanlara iş öğretmeye devam ediyorlardı. İlahlar, insanı kendilerine mirasçı kılmışlardı.

İlahlar insanı sömürmüyordu. İnsanı aşağılamıyordu. İnsanı hizmetine koşturmuyordu. Rızk takdiri gibi bir söylemi bilmiyordu. Aksine ilahlar kendi arasında çoğalma yasağı nedenle tükenecek olan saf ilah soy karşısında insana özenle yaklaşıyordu. Adata insanı pamuklara sararak büyütüyordu. İnsana ilah-ilah arasındaki ittifakı ve ittifak yasasını, üretim yapmayı öğretiyordu.

İnsana halefim diyordu. İnsanı kendilerinden sonraki yönetimi ve işleri devir alacak olan varis ve halife olarak söylüyordular. İnsanlar saf totem grup içi ilişkilerden doğmayıp, totem gruplar arası ilişkilerden doğan melezler oldukları için insana; insanı kendi suretimizde üfürdük, diyordu.

İlahi ittifaklar sonrası ittifaklar El ittifaklarıydı. Mal mülk sahipliğini öne alan ittifaklardı, üreten iş gören insan olma itibarı yerle bir edilmişti. İnsana artık insan denmiyordu. Köle, kul deniyordu.

El insana; kulum, kölem, diye hitap ediyordu. Mülk sahibi efendiydi. İrade sahibi olan El di. Mülkten ve iradeden yoksun acizlere geçinmek için çalışan acizlere kul köle deniyordu. İlah insanlara çalışmaya devam ediyordu. El insanları kendisine; taate, itaate, biate, ibadete, teslim olmaya, hizmet etmeye çağırıyordu. İki ittifakın dili bile değişikti.

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 23.12.2019 16:18:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya