İsyankar Ve Bilge Şeytan Şiiri - Safa Ka ...

Safa Kaçmaz
3

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

İsyankar Ve Bilge Şeytan

Şeytan, isyan bayrağını kaldırmıştı
ve “Toprağın adamı” Adem’e secde etmeyeceğini;
onu üstün olarak tanımayacağını ilan etmişti.

“Çünkü..” demişti Allah’a,
Kurulmuş olan tanrılar meclisinde,
Birkaç adım öne çıkarak,
Süzerek yukardan aşağıya kadar
tüm katılımcıları bir bir,

“…ben ki…”, demişti
Kelimelerin üzerinde gezinirken,
Ezer gibi bir ayrık otunu ökçesiyle,
Ortadaki koca meydanında tapınağın…
“…ben ki, yüzyıllar önce,
Ne çabuk da unuttunuz ey tanrılar, tanrıçalar,
Anu tanrının sönmeyen ateş’inin eseri
Olarak var edilmişim...

Yaratılayım diye bir an önce,
Binlerce kurban sunmuştu aralarından
öteki tanrılar dualar içinde
Tapınağın sönmeyen alevli fırınlarında
Yaratılmıştım Tanrılar üstünde,
Tam şu andan, belki de bin yıl kadar önce

Sönemeyen alevim ben meşalede
Küllenmez korum tanrısal ocakta
Üstünüm ben eşitler arasında bile!

Evet, yineliyorum!
Bilgelikte,
Sanat ve ilimde,
Söz söyleme ve lir çalmada,
Def ve zurnada
Sürüleri aldatıp yönetmekte,
Açıkgöz oluşumla üstünüm…

Şu kaba saba,
Kazma sapı’nı tutan,
Eli nasırlaşmış olandan!

Öküzün ve eşeğin çektiği
Sabanın ardında koşan,
Cahil, “Gözü açık olmayan”,
Kaba-saba
“kazma adam”dan! ”

Beklemiyordu belki Allah,
Böylesine pervasız bir meydan savaşını!
Tapınağın tam ortasında,
Altında İncir ağacının
Tüm meleklerin,
Cinlerin,
Huri ve Perilerin önünde,
İrili ufaklı öteki Şeytan’lar da oradayken!

Fakat anlattıkları da bir gerçekti Şeytan’ın,
“Kavurucu Ateş” Tevrat’da “Yaratıcı Ateş”ti aynı zamanda,
Tevrat’ta bu yüzden yazılıyordu,
Daha Güneş ve Ay “yaratılmadan” önce,
“Aydınlık-ışık” var edildi diye…

Çarlık Rusya’sında,
Alaya alırken bu anlatımı Dostoyevski,
Bilmiyordu elbette, Şeytan’ın
Tarihçesini derinlemesine!

Okunmamıştı henüz ne Enuma Eliş o zaman,
Ne de öteki Babil tabletleri.

İşte diklenirken pervasızca Allah’a karşı
Böylesine üstün görüyordu kendini Şeytan’ımız,
Marduk kılığında veya Enlil olarak O,
Anu’nun “Ateşten Yaratılmış en büyük oğlu”,
Bilgelikte bir Tilki kadar kurnaz,
Bir yılan kadar sinsi,
Hesap işlerinde,
Ağ ören bir örümcek kadar hassastı o.

Baştan aşağıya saf akıl yüklü,
Bilgelikler Efendisi,
Hıristiyanlığa “saf akıl” olacak olan
İşte bu Şeytan’dı!

“Yücelerin” varlığı,
“Yükseklerin”,
Kuzey topluluklarının Tanrısı,
Âdem’e,
Şu cahil,
Şu toprağın adamı,
Şu 'aşağıların' varlığına
Şu toprağa köle kılınmış olana
Görevi Tanrılara sebze,
Meyve ve tahıl yetiştirmek olan
Şu basit varlığa
Teslim mi olacaktı!

Ve Şeytanımız kaldırdı İsyan bayrağını,
Belki Asi nehri civarındaydılar,
Bu konuları konuşurlarken,
Allah, Melekler ve öteki yetkililer,
Tanrılar Meclisini de
Oralarda kurmuş olmalıydılar…

Belki de Mardin’deydiler.
Dinlerin ve dillerin bucağında…
Kaburgasından Âdem’in pirinç dolmasıyla
“Yaratılacak” olan Havva için toplandıklarında
Verimli Mardin ovasının bir tepesine kurulu
En eski Tapınaklardan birisinde
Sedirlere uzanmıştı her tanrı bir tarafta,
Her melek ve her şeytan ve her zebani
Ve kör sinekler…
Uzanmışlardı köşelerine
Mutlu, yorgun…
Önlerinde narlar,
Üzümler salkımdı,
Her cinsten hurmalar olgun
Ve sunu sunu kurbanlar
Gümüş’ten Yer sinisinde sıralı,
Sin tanrının yüzüymüş gibi ay parlaklığında

Ya da, eşit güçle karşılıklı oturmuş
Tanrıların dört ayaklı masalarında.

İslam'ın Allah'ı,
Muhtemelen böylesine kalabalık bir ortamda,
Meleklerden misafirlerle dolu bir mecliste,
Şeytan’ı “huzurdan kovulmuş”lardan birisi yapmaya kalkışmıştı.

Ama ne mümkün!

Allah'ın bu sert tutumuna karşı,
Şeytan'ımız Allah'ın kararının yanlış olduğunu,
Üstelik gerekçelendirerek o kadar güzel anlatmaktadır
Ve Allah’a en güzelinden öylesine akıllar vermektedir ki, bu anlatımın ortaya koyduğu sahne adeta “teatral”dir!

Bütün tanrılar,
İlah ve ilaheler,
Melek ve melaikeler,
Ve kör sinekler,
Ve Şeytan cinsinden olanlar,
Açmışlar ağızlarını sanki
Hayranlıkla dinlemekteydiler
Şeytan’ı…

En büyük meydanında nasıl dinlemişlerse
Bütün Romalılar Julius Sezar’ı,
O Sezar olmadan önce,
En ünlü hitabetinde,
Tam tamına değil belki,
Belki birkaç yüz yıl hatayla,
Tam 3750 yıl kadar sonra!

Turuva önünde,
Birkaç yüz kişinin daha öleceği
Bu yıkım savaşına devam mı edecekler,
Yoksa toplayıp, bir sabah erken herkesi,
Dönüp gitmek için yurtlarına
Barış mı yapılsın derhal diye
Karar vermek için toplandığında
Mızrakları parıldayan erler meydanına
Savaşçılar, kâhinler ve kıralar önünde
En güzel sözcükler
Bir yoğurt torbasından süzülür gibi tek tek,
Damlalar halinde
Ve kesintiye uğramadan düşerse nasıl
Takıldığı çardağın köşesinden toprağa,
Sanki emer aç kalmış gibi toprak bu damlayı,
Ve en kötü sesli kargalar bile nasıl dinlerse
Ötmeden bir tek kere duvarda,
Sessiz ve hayranlıkla
Hatiplerin birbirinden başarılı söylevlerini.

İşte bütün tanrılar, tanrıçalar
Melek ve melaikeler
Ve Allah,
Dinliyorlardı Şeytan’ı sessizce
İki omzundaki yılanla
Fırlamıştı Meydanın
Tam orta yerine
Alevler çıkmıyordu sanki
Dil yerine ağzından!
Açtıkça bal gibi akıyordu sözcükler
Yakıp dağlıyor,
Merhem gibi su damlası oluyordu
Her bir sözcüğü dokundukça hedefe!

Alkışlıyorlardı hep birlikte onu,
Öteki küçük Şeytanlar,
Hatta Melekler ve Melaikeler bile
Ne zaman çıksa ağzından sözcük yerine
Bir ateş parçası dağlayan,
Bir su damlası cennette akan…

“Evet….! ”
Diye onaylıyorlardı Şeytan’ın adamları,
Aldatılmışlar,
Hep bir ağızdan…

Bıraksa Allah onları keyfine,
Yıkacaklardı neredeyse
Kuruluydu tam dört sütün üzerine
Eni boyuna eşit
Yerin ve Göğün omurgası olan
Tapınağı dibinden!
Bas bas bağırıyorlardı,
Tarak değmemiş saçlarını savurarak,
Sıvazlayarak su değmesi günah,
Ateş değmemiş sakallarını,
Bakıp ters ters Allah’a
Söyleniyorlardı mır-mır duasında gibi
Bir o yana bir bu yana yerinde salınarak:

“Kimmiş ki o,
Tarla’nın, Saban’ın,
Kazmanın Adamı!

Kul olmalıyken bize,
Olabilir mi eşitimiz,
Bilgide,
Görgüde,
Akılda
Ve açık gözlülükte
Biz Şeytan’larla”

Allah’ı bir düşünce sarmıştı…
Şu Şeytanlar da,
Az Şeytanlar değildi hani!
Tutsa eliyle bir tarafı,
Sıçrayıp bağırıyorlardı ters tarafta!

Baş Şeytan'ın bu derin konuşması karşısında,
İnce düşünmediğini fark eden Allah gerginleşmişti...

Kurmaya çalışıyordu kafasından
Yeni tümcelerle sunacağı son kararını
Şu hınzır,
Şu hazırcevap,
Şu akıl yüklü Şeytan’a karşı!

Şeytan'ın sözlerini
Evirip çeviriyordu kafasında…

Ne yapsındı...
Ne yapmalıydı sakince…

Yine de sonuçta
Hakkaniyetli bir Allah’tı.
Haklıya haklı demesi lazımdı!

Yukarda öteki tanrılar var,
Yemin etse başı ağrımaz,
Aklına yatıyordu Allah’ın da
Şeytan’ca fikirleri baş Şeytan’ın.

“Peki” dedi Şeytan’a.
Epey düşündükten sonra Allah
—Dediğin üzere olsun…
Kıyamet gününe kadar sana,
İzni verdim
Kullarımı ayartabilmen için,
İstediğin kulumu git ayart!

Madem aptaldır diyorsun,
Cahildir,
Gözleri kapalı,
Bilgisizdirler,
Kazma’dırlar
Ve Saban adamıdırlar…

İyi öyleyse…
Dediğin gibiyse,
Git aldat onları…

Ama ben akıl’la dolduracağım kullarımı.
Eğer alır gibi olursa kafaları,
Sanmam ki, gelsinler
Uyarak senin parlak vaatlerine
Bırakıp da beni peşinden senin!

Ama gelen olursa,
Ki bana öyle geliyor,
Epeyi takılacak var galiba senin peşine.
Ne de olsa çiğ süt emmiş bu İnsanoğlu,
Daha Cennet’teyken belki de,
Saptıracaksın Âdem’i yolundan
Ve karısı olacak Havva’nın çeleceksin aklını!

Eh işte, yemin ederek size
diyorum ki ben de,
Böylelerinin sonsuz yuvası olacak,
Ateşten Cehennemleri!

Safa Kaçmaz
Kayıt Tarihi : 21.6.2009 00:45:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Safa Kaçmaz