İstiklal Marşı Oratoryosu

Kazım Başekmekçi
50

ŞİİR


4

TAKİPÇİ

İstiklal Marşı Oratoryosu

TARİHİN AKIŞINDA İSTİKLAL MARŞI
Kazım: Borazanbaşı, borazanbaşı,
Akşamları batan güne karşı
Alışılmış bir ibadet gibi
Çaldığınız o İstiklâl Marşı
Koro : “Ben,ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.”
Koro: BİZ EZELİNDEN BAŞLAYALIM, SİZ EBEDİYETE KADAR TAŞIYIN…
A.Koçbay: Türk illerinde, Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yokmuş. Bu durum, yabancı kavimleri kıskandırıyor, Yabancı kavimler birleşerek Türklerin üzerine yürüyormuş. Bunun üzerine Türkler, çadırlarını, sürülerini bir araya toplamış; çevresine hendek kazıp, beklemişler. Düşman gelince vuruşma da başlamış. On gün savaş olmuş. Sonuçta Türkler, üstün gelmişler.
Bu yenilgileri üzerine, düşman kavimlerin hanları, beyleri av yerinde toplanıp demişler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur! ''
Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçmışlar. Türkler, "Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düşmüşler. Düşman, Türkler'i görünce birden dönmüş ve vuruşma başlamış. Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına gelmiş. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmalamış ki tek kara kıl çadır bile kalmamış. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirip, küçükleri tutsak etmişler.
''Dört bir yan düşman dolu imiş. Türkler, “Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' diyerek Sürülerini alıp dağa doğru göç etmişler. Türk’ler, vardıkları ülkeye ''Ergenekon'' demişler.
Gün gelmiş… ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da, eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa, biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa, biz de onunla düşman olalım.'' Koro: Yurdumuzun dostuna dost, düşmanına düşmanız,
Bizi sorun tarihlere, biz nasıl kahramanız.

Göz dikilmez bu vatana, yan bakılmaz bayrağa,
Kahramanlar nesliyiz biz, Oğuz’un soyundayız. A.Koçbay: Dağın altını üstünü, yanını yönünü odun-kömürle doldurup, Yetmiş deriden, yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koymuşlar. Odun kömürü ateşleyip körüklemişler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızmış, erimiş, akıvermiş. Bir yüklü deve çıkacak kadar yol açılmış. Koro: İstiklal sevdamız, her devirde var idi. Bu sevdanın ateşinden, demir dağlar eridi. Ahmet Koçbay: O günden sonra, koca bir dağı yırtmanın kudretiyle Orta Asya’dan, Altay Dağları’ndan Tuna Boyları’na coşan sel olup,akmışlar.
Sinem: Bulutları delip geçse bir gün, çok mu boyumuz;
Kaç bin yılın gövdesinden, kopup gelmiş soyumuz!

Kollarımız yeri sarmış, düşüncemiz gökleri,
Varlıklardan öbür yanda, bu ulusun kökleri!

Denizleri dinlemişiz, yıldızlara bakmışız;
Geçmişlerden öç almışız, geleceğe akmışız!
Selda:
Düşmanları; gün ola, altın gümüş ipek ile, gün ola tatlı söz ile, gün ola, fitne fesat ile aldatmış onları. Yine, Akif’in yüzyıllar sonra, kıssadan hisse almayanlara haykıracağı mısralarda olduğu gibi, tarihi, tekrar tekrar yaşamışlar.
Ayşe Nur:
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
' Tarih ' i ' tekerrür ' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Selda: Ve bir ses duyulmuş Göktanrılı, Göktürk beyinden…
Sercan:

Ey Türk, Oğuz Beyleri, Kavmi, işitin! Üstten gök çökmedikçe, Alttan yer delinmedikçe, Türk milleti ülkeni, töreni kim bozar? "Su gibi akıttığın kanına,dağlar gibi yığdığın kemiklerine, layık ol!
Koro:
“ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK, BENİM KARAKTERİMDİR.”
Delinse yer, çökse gök, yansa kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru, yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen, tunç yürekli Türkleriz...

Sercan: Gün gelmiş… Türk’ün yüksek Ahlakı, idarecilik ve savaşçı ruhu, İslamiyet ile buluşmuş.
"Türkler, kendi istekleriyle, hiçbir zorlama olmaksızın, İslamiyeti kabul ettiler. Türkler, müslüman olmak suretiyle, Türklüklerini kemale erdirmiş, adeta tamamlamışlardır."
İslâmiyeti kabul etmiş olan Türkler, on birinci asırda Selçuklu İmparatorluğu'nu kurmak suretiyle, İslâm dünyasına yeni bir hava ve tazelik getirmiştir.
Selçuklu İmparatorluğu, hem sınırlarını genişletmek, hem de dinlerini yaymak düşüncesiyle, Bizans'a karşı arka arkaya akınlar yapmış, Ve Anadolu kapılarına dayanmıştır.
Selda:
Benim adım Anadolu!
Nice yiğitlerin koyun koyuna yattığı,
Dolu dizgin tayların oynaştığı,
Toprak renginin sevgi olduğu vatan benim..

Yunus'ların, Pir Sultan'ların,
Hacı Bektaşi'lerin harman olduğu,
Erenlerin yangınına çare olan derman benim..

Ben, Anadolu'yum!
Yaşım insanlık- dünya yaşına eş
Adem'le doğdum,İsa'yla büyüdüm,Muhammed'le olgunlaştım
Her gün bir Ali'yle, bir Ahmed'le doğan kader benim..

Sercan:
Türkler, tarihte eşine rastlanmaz imtihanlardan geçerek, destansı bir fedakârlığın sonunda, Anadolu'yu kendilerine yâr edebilmişlerdir.
Tarih 26 Ağustos 1071, Günlerden Cuma
Eski Türk usülüne göre atının kuyruğunu bağlayan, Başbuğlar başbuğu yüce Alparslan, Semra: Dedi, 'Hep birlikte alalım tekbir! '
Eğilmez sanılan, nice mağrur baş, Türk'ün karşısında eğilir, çöker. Rumlarla başlayıp süren her savaş, Her kale burcuna, bir bayrak diker.
Bizans'ın fatihi, büyük kumandan, Oturup yalvardı yüce Allah'a Dedi: 'Türk'ün olsun bu aziz vatan, Girmesin bu yurda düşman bir daha! " Sercan:
Nihayet Anadolu, ebedi vatanı olacağı Türklerin eline geçmiştir. Türkler tarafından tutsak edilen Romen Diyojene iyi davranarak, insanlık dersi veren Sultan Alparslan, Türk'ün misafirperverliğini, zayıfı koruma duygusunu, bütün dünyaya ilân etmişti.
O tarihten sonra, bütün Anadolu Oğuz Boyları ile doldu. Türkler, ebedi vatanlarına coşkun seller gibi, dalga dalga akıyorlardı. Anadolu'nun fethini, bir kaç yıl gibi kısa bir zamanda tamamladı. Koro:
Bu devlete orda temel atıldı,
O meydanda can alınıp satıldı;
Yaylasında zağlı silâh çatıldı,
Kahramanlar otağıdır, o eller!
Hep gaziler ordan gelip geçtiler,
O çaylardan abdest alıp, içtiler.
Memleketler fetheyleyip göçtüler,
Erenlerin durağıdır, o eller!

İlknur: Aradan 100 yıl geçti. Fakat, Müslüman-Türkler’i Anadolu’dan atmak isteyen haçlı orduları, hiç durmadılar. İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif ERSOY, asırlar sonra “Çanakkale Şehitlerine” seslendiği şiirinde, o günleri anlatan dizelerine de yer verecektir. Sercan: Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanı, Salahaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
İlknur: Tarih, 17 Eylül 1176. Yer: Bizanslıların "Miryon"dedikleri, "Kefalon" deresi. Az bir kuvvetle, dağ gibi heybetli ve büyük bir orduya hücum eden Türk Ordusu karşısında Bizans Ordusu, olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Burada öyle bir direniş oluyordu ki, Manuel Kommenos, İngiltere Kralına yollamış olduğu mektubunda:
Ahmet Koçbay:
“İhtiyar Türk kadın ve erkekleri, savaş alanını yarmak isteyen süvarilerimizin atlarının ayakları altına kendilerini atıyor, böylece süvarilerimizi attan düşürüp öldürüyor, sonra kendileri de ölüyorlar.” İlknur:
Bu mektup, Selçuklu’nun İstiklal Savaşını anlatıyordu. Bu savaş, Selçuklu Türklerinin bir kahramanlık destanı oldu. Koro:
Tarihin dilinden düşmez bu destan
Nehirler gazidir, dağlar kahraman
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına, erenlerindir.

İlknur: Anadolu'da, geçtiği yerleri yakıp yıkan bir Moğol felaketi yaşanmış, Selçuklu Devleti'nin yıkılışıyla, Anadolu Beyliklere ayrılmıştı. İşte o günlerde tarih sahnesine Uç Beyliği olarak çıkan, Osmanlı Beyliği'ni görüyoruz. 23 yaşında, Osmanlı Beyliğinin başına geçen Osman Gazi’ye, Şeyh Edebali, şu nasihati ediyordu. Sercan:
Ey oğul! Bölmek bize, bütünlemek sana;
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek sana, Şekillendirmek sana.
Ey oğul; sabretmesini bil, vaktinden önce, çiçek açmaz.

Şunu da unutma: İnsanı yaşat ki; devlet yaşasın
Ey oğul! İşin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah, yardımcın olsun!
İlknur:
Öğüdünü Şeyh Edebali’ den, Ününü adalet severliğinden alan, Fethettiği yerlerdeki halk arasında, ırk, din ve milliyet farkı gözetmeyen Osman Gazi, kardeş kavgasına girmemiş, diğer kardeş Beyliklerle savaşmak yerine, devamlı Bizans'ın üzerine yürümüştür. Sadece toprak parçasını fethetmenin hesabını değil, gönülleri fethetmenin hesabını da yapmış, devlet merkezinde hep samimi, âlim, fazıl kişileri bulundurmuş, Bin kilometre karelik bir Osmanlı Beyliği'nden, yirmi beş milyon kilometre karelik muazzam bir İmparatorluğa uzanmasında ilk adımı atmıştır.
Hamza Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek...
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek...
Koro: Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
Hamza Sende geçebilirsin yardan, anadan, serden...
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Koro: Elde sensin, dilde sen... Gönüldesin, baştasın:
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!
İlknur: 600 yıl varlığını sürdüren Osmanlı, yaklaşık 300 yıl, dünyanın yegane hakim gücü olarak tarih sahnesinde görülmektedir. Sonra, yavaş yavaş eski gücünü yitiren Osmanlı Devleti'nin, Batılılaşma düşüncesi ve devletin üst kesimlerinin kalkınma ve gelişme konusunda fikir birliği içinde olamaması, devleti zayıf düşürmüştür. Batı ile olan yakınlaşmaların hiç bir faydasını görmeyen Osmanlı, yine bu Batılı devletler tarafından zayıf düşürülmüş, toprakları işgal edilmiş ve insanları katledilip, soykırıma uğramıştır. Rus Harbinde, Trablusgarp’ta,Yemen’de, Balkanlar’da, Çanakkale’de, yıllarca süren savaşlar, bu asırlık çınarı, hasta ve yorgun düşürmüştür. Hele bir SARIKAMIŞ vardı ki, hatırlandıkça yürekleri dağlayan; Seher Doğan:
1914...Aylardan aralık öyle diyorlar.
Yürüyoruz... Binlerceyiz, üstümüz ince
Yüreklerimize sıkıca giydirdik,
Al bayrak içimizde, kat kat binlerce.
Ayaklarım yok gibi,ses eder miyim hiç?
Vatan derim, bayrak derim, Hak derim.
Bir ara tökezledi sağımda Mehmet.
Tuttum biçare elini hissiz elimle,
Kara gömülmüş ayakları mosmor.
Hatırladım o vakit.
Mevsimlerden kış... Yer Sarıkamış.

Ayşe Nur:
Şiirlerinde, imparatorluğun kaybettiği topraklar için gözyaşı döken Akif, milleti birleşmeye, hayasız saldırılara karşı koymaya çağırır. Akif, 1912 yılı sonlarında, askerleri şevke getirmek için bir marş yazar: Cenk Şarkısı. Tamamı, 10 dörtlükten oluşan bu manzume, Sebil-ür-reşat dergisinde yayımlanır.

Gamze:
Ey sürüden arkaya kalmış yiğit!
Arkadaşın gitti, yetiş sen de git.
Bak ne diyor cedd-i şehidin işit;
Haydi git evladım, uğurlar ola!

Yerleri yırtan sel olup taşmalı,
Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı!
Sendeki coşkunluğa el şaşmalı.
Haydi git evladım, uğurlar ola! (Kahraman askerim uğurlar ola.)
Ayşe Nur:
1.Dünya Savaşı, Almanya ile Müttefik olan Osmanlı Devleti için bir dönüm noktası, âdeta yıkılışın adı oldu. Çanakkale savaşı, Osmanlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda döğüştüğü 9 cepheden biridir. Millî Şairimiz M.Âkif, o günleri şöyle dile getiriyordu: KORO:
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların, yükleniyor dördü beşi, Ayşe Nur: Çanakkale Harbi, düşmana karşı verilmiş, en büyük savunma savaşlarından biridir. İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale'yi azgın top gülleleriyle bombardımana devam ediyor, korkunç direnişi kırmaya çalışıyor, ama Mehmetçik yılmıyor, ölüyor, lâkin geçit vermiyordu.
KORO:
"Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor." "Bir hilâl uğruna Yarab, ne güneşler batıyor."
Ayşe Nur : Dün, Malazgirt'te yenilen düşman, Ayasofya'yı camiye çeviren Fatih'e ve onun nesline duyulan düşmanlık, İslâm'ın büyük mücahit milletine duyulan haçlı öfkesi, Çanakkale'de yüzlerce yıllık biriken kinini kustu.
KORO:
Eski Dünyâ-Yeni dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
A.KOÇBAY: “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum.” KORO:
Böyle emrediyordu Mustafa Kemal erlerine
Hepsi gülerek koştu, ölüm siperlerine SERCAN:
Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş’tular
Tam üç alayla burada, gönülden vuruştular
Düşman tümen sanırdı, bu şahane erleri
Allah’ı arzu ettiler akşama kavuştular
KORO:
Türk’ün İstiklal sevdası, her devirde var idi. Bu uğurda nice yiğit, can verdi, kan verdi.
HAMZA: Ben Mehmet oğlu Seyit’im
Namus borcumu ödemektir niyetim
Canımdır bu borçta, en son diyetim
Denizden kuduran ateş cehenneminde
Ödedi diyetini arkadaşlarım,sıra bende
Daha ne olduğunu anlamadan topun dibinde
İlişti gözüme, iki yüz onbeş okkalık mermi
Canı çıkmadan koçyiğidin, Vatana borcu biter mi?

SİNEM: Birbirine karıştı varlıkla yokluk
Çelik zırhlılarla, iman dolu göğüsler
Ölen ölür kalanınsa kanı göğsünü süsler
Bire beş beşe on gelmede düşman
Ortada zaferden eser yok geride kalan mı?
KORO: ÖLÜM! ÖLÜM! ÖLÜM! Ölüler Ve bir de kan
KORO:
Bayrakları bayrak yapan,üstünde ki kandır
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır

ELİF ATALAN: (1.cümleden sonra Çanakkale Türküsü söyleniyor.) *“Onlar,ölmeleri gereken yerde en ufak bir tereddüt göstermeden gülümseyerek ölüme gittiler. *Onlar, ana kucaklarını, baba ocaklarını bizim için feda ederek dönmemecesine uzak diyarlara yol aldılar. *Onlar, yepyeni bir Cumhuriyete kemiklerinden ve Bedenlerinden yıkılmaz bir temel yaptılar. *Onlar, kendilerini öldürmeye gelenlere bile kucaklarını açıp insanlık dersi öğrettiler. *Onlar, el ele verip, “Ey tüm dünyanın insanları işitin: Burası Çanakkale. Burası İnsanlığın savaşı yendiği yer dediler.”
SELDA : Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet'in yattığı yerdir.
Gülşen:Çanakkale'nin dağları taşları şehid kanıyla boyanmış, siperler cansız Mehmetlerin gövdeleriyle dolmuştu. Bu şanlı zaferi, yine en anlamlı şekilde dile getiren İstiklal Marşı Şairimiz Akif Olmuştur.
Koro:
“Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.”
Gülşen:
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile, devlet fiilen sona ermiş, Anadolumuz, İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların ve Yunanlıların işgaline uğramıştır.
1919 Yılı 15 Mayıs'ında İzmir Limanını dolduran Yunan Donanması ’nın karaya ayak basmak için sabırsızlanan askerlerini, yaşlı gözlerle izleyen İzmirliler, tarihin en kara gününü yaşıyordu. O güne kadar kalemiyle bu vahşeti dile getiren, gazeteci Hasan Tahsin’in attığı ilk kurşun, Yunan sancaktarını yere serdi. Karşılarında ateş edenin yalnızca bir kişi olduğunu farkeden Yunan askerleri hemen karşı ateşe başladı. Silahlarındaki kurşunları biten Yunanlılar, Hasan Tahsini, süngü darbeleriyle şehit ettiler.
KORO: İzmir'in kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları
Gülşen: Önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından işgal edilen Antep, boyun eğmedi ve direndi. 6000 evladını savaşarak şehit verdikten, binlerce yaralı ve sakat bıraktıktan sonra, sırf açlık yüzünden ekmek yerine, acı zerdali çekirdeğini yiyerek, kapılarını düşmana açmak zorunda kaldı. Fransız birliklerine karşı kahramanca savaşan Şahin lakaplı Teğmen Sait Bey'in şehit düşmesi, Fransızlara karşı direnişi daha çok artırdı. Sercan: Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.
Mavzer omuzuma yük.
Ben yumruklarımla dövüşeceğim.
Yumruklarım memleket kadar büyük.

Hey, hey!
Yine de hey hey!
Kaytan bıyıklarım, delişmen çağım
Düşman kurşunlarına inat köprü başında
Memleket türküleri çağıracağım.
Gülşen: Çukurova, Antep ve Urfa'yı işgal ettikleri gibi, Maraş'ı da ele geçiren Fransızlar, burada da Ermenilerle işbirliği yaptılar. Tarihi Maraş Kalesine Türk bayrağı yerine Fransız bayrağının asılması üzerine bir camide vaazeden "Sütçü İmam"lakaplı Şeyh Ali Sezai Efendi, halka hitaben:
KORO:
"Kalelerinde hür bayrağı dalgalanmayan, esir bir memlekette, Cuma namazı kılınmaz"
Gülşen: diyerek Maraşlıları coşturdu. Maraş, genci, ihtiyarı, erkeği ve kadını ile tarihi kaleye yönelerek, Fransız bayrağını indirip, yerine Türk bayrağını çekmiştir.
Gamze: Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım.

KORO: Ağlamakla gözlerin, kızarmıştı akları. Büyük yas karartmıştı, al renkli bayrakları. Boyunlar bükülmüştü, başlar durmuyordu dik,
Kendi vatanımızda, vatansızlar gibiydik.
Selda: (Selam kelimesi ile “Gençlik Marşı söyleniyor.)
Bir gemi yanaştı Samsun’a sabaha karşı
Selam durdu kayığı, çaparası, takası, Selam durdu tayfası. Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman Duman değildi bu Memleketin uçup giden kaygılarıydı.
Samsun limanına bu gemiden atılan
Demir değil
Sarılan anayurda
Kemâl Paşa’nın kollarıydı.
Tülin: Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu Müfettişi olarak, Anadolu'ya olağanüstü yetkilerle gönderilişi, Anadolu'daki Mücadelenin seyrini etkileyen bir başka önemli olay oldu. Bu amaçla 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. Daha sonra, Amasya’da bir genelge yayınlandı. Erzurum ve Sivas Kongreleri toplandı. Bu kongrelerde yapılan görüşmeler sonucunda, Artık her Türk'ün tek sözü vardı: KORO: "Ya istiklâl, ya ölüm."
Tülin:
Tarih boyunca esaret nedir hiç görmemiş, kendisini esir etmek isteyenleri her seferinde çiğneyip geçen Türk milleti coşmuştu, taşmıştı bir kere. Bendini yıkıp akan sel gibi kükremişti bir kere. Küçük, büyük, kadın, erkek yürümüştü bir kere. İşte, bunlardan biri de, Şerife bacı... Vatanı İçin Kendini Feda Eden Türk Anası! İnebolu'ya çıkarılan silah ve cephane Kastamonu üzerinden Ankara'ya, oradan da cepheye gönderiliyordu.
Burcu Torun:
1921 yılının Aralık ayıydı. Birdenbire bastıran kar yolları kaplamıştı. İnebolu'dan Kastamonu'ya hareket eden Şerife Bacı cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir vaziyette ancak Kastamonu kışlası önüne kadar gelebilmiş, şehre girmek nasip olmadan kağnı arabası ile yol kenarında durmuştu.
Arabanın yanına gidenler şu acıklı manzara ile karşılaştı. Bu vatansever Türk kadını Cephaneyi korumak için yorganını top mermilerinin üzerine örtmüş, kendisi açıkta kaldığı için, soğuktan donarak ölmüştü.
Arabanın yanına gelen görevliler, gözyaşları dökerek, soğuktan donan kadını arabadan indirirken, yorganın altında çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesini işitince şaşırdılar. Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde, kundaktaki bir kız çocuğunu buldular.
Tülin:
Top mermileri ıslanmasın diye, kendisini vatanı için feda eden ve geriye öksüz bir çocuk bırakan bu kahraman Türk anasının öyküsü, şairlerimize ilham kaynağı olmuştur.
Seher Doğan:
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş
Sür beni, öldür beni, koma yollarda beni
Geçer götürür ana, çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimdem ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere, iyceden iyceden.

Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in kağnısı bacım
Kocabaş'ın yerine koştu kendini Elifçik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden...

Merve CEYLAN: Herkesin eli neye yatarsa ve gücü neye yeterse, askerlerimiz için yapıyordu. Eli silah tutanlar cephede savaşıyor, eli kalem tutanlar Milli mücadeleyi gazetelerden dergilerden haykırıyor, dili yetenler ise şehir şehir, köy köy, meydan meydan,cami cami dolaşıyor, halkı milli mücadeleyi desteklemeye çağırıyordu.İşte İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif ERSOY’da bunlardan biriydi.

KORO:
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Merve CEYLAN:
“Milletler, topla, tüfekle, ordularla, tayyarelerle yıkılmaz. Milletler, ancak aralarındaki bağlar çözüldüğünde, herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatini temin kaygusuna düştüğü zaman yıkılır. Birlik beraberlik, düşmandan korkmadan mertçe karşı durma gereği, Âkif'in anlattıklarının ve yaptığı mücadelenin özeti gibidir.”
KORO:
"Sahipsiz olan bir memleketin, batması haktır. Sen sahip olursan,bu vatan batmayacaktır"
Merve CEYLAN: Günlük hayatında Karıncayı bile incitmekten korkan Mehmet Akif, Allah, millet, vatan ve dava söz konusu oldu mu aslan kesilmektedir. İstiklali haykırırken, benzersiz bir destan şairidir.
KORO:
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz! Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.

Merve CEYLAN: 23 Nisan 1920'de Ankara'da Meclis açıldı. Memleketin yarısı işgal altındaydı. İstanbul Hükümeti Mondros Ateşkes hükümleri gereğince orduyu terhis etmişti. Yeni bir ordu kurma çalışmalarında ise sayısız güçlüklerle karşılaşılmaktaydı.
SİNEM:
Trablusgarp, Balkan, Çanakkale, Yemen ve Millî Mücadele... Bire dörtle, bire on arasında ve amansız bir döğüş... Dünyanın en güçlü devletleri üstümüze çullanmış... Anadolu insanı masum bir ceylan... Mehmetçik ise sanki can pazarında; Cepheler ölüme koşu beldesi olmuş. Her Mehmet göğsünü serhat, yüreğini kalkan yapmış. Ama nereye kadar? Tarihin kanlı seyrine can borcumuzu, kan borcumuzu ödemişiz.
Merve CEYLAN:
İnsanın da bir tahammül gücü var. Zor'u başarır, olağanüstüyü yaparsınız belki; ama sürekli değil. İşte,söylemesi dilimize zor gelse de artık bir yılgınlık başlamıştır. Bu yılgınlığın, tıpkı közün üstünden külün üflenip savrulduğu gibi atılması gerekmektedir. Yeniden bir kendimize geliş şarttır. İnsanları heyecanlandıracak, gönülleri coşturacak; gözlerde damla damla yaşlar sıralayacak bir manevi atmosferin oluşturulması gereklidir. Körükle basılan havanın demiri erittiği gibi, insanımızı "vatan, millet, bayrak, istiklâl sevdası" gibi kutlu bir amaçta birleştirip, yüce bir dava içerisinde tek yürek, tek beden olmuşçasına diriltecek millî bir inkılâba ihtiyaç vardır.
KORO:
Sen karanlık, sen yarının nazlı gündüzü Al vaktimizi, hemen götür seher üstüne Yeniden yaşayalım Uğruna ölünen değer üstüne.
Merve CEYLAN:
İşte İstiklâl Marşı bu amaçla yazdırılmak istenmiş ve yarışma açılmıştır. Gazetelerde, İstiklal Marşı yarışması şöyle duyurulur:
HAMZA:
“Şairlerimizin dikkatine:
Milletimizin, dahili ve harici İstiklal uğruna girişmiş olduğu mücadeleyi ifade ve terennüm için, bir İstiklal Marşı, Milli Eğitim Bakanlığı’ nca müsabakaya sunulmuştur. İş bu müsabaka, 23 Aralık 1920 tarihine kadar olup, gönderilen eserler,bir komisyon tarafından incelenip seçim yapılacaktır.
Kabul edilen eserin güftesi için beş yüz lira mükafat verilecektir.

AYŞE NUR:
Müsabakaya katılmak için 724 şiir gelmişti. Fakat, kendisi de meşhur bir edip olan Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey, o günlerin heyecanını ifade edebilmiş bir şiire rastlamadıklarını söylüyordu. Mehmet Akif, bu müsabakaya katılmadı. Bunun sebebinin verileceği bildirilen 500 lira olduğunu kendisini tanıyanlar biliyordu. Hamdullah Suphi Bey, Mehmet Akif’e bir mektup yazarak kazandığı takdirde kendisine para verilmeyeceğini, memleketi böyle tesirli bir heyecan vasıtasından mahrum bırakmaması gerektiğini, Akif Bey’den rica etti.
Henüz ne yazacağı bilinmiyorken bile, onun yazacağı marşın, ötekilerden üstün olacağından herkes emin bulunuyordu. Çünkü; Mehmet Akif,
İstiklâl mücadelesinin başladığı ilk günlerden itibaren, gazete yazılarıyla, vaazlarıyla, hutbeleri ve şiirleriyle halkın mücadele bilincine ulaşması için, elinden geleni yapmış, İstanbul’ da durmamış ve Anadolu’yu belde belde, köy köy dolaşarak, bu mücadelenin sadece Türk milletinin mücadelesi olmadığını, savaşın kaybedilmesi durumunda,İslam’ın da kaybedeceğini anlatmıştır.
Vatanın istilaya uğradığı günlerde, Âkif'in çalışmalarına bakan bir insanın, "Onun bir avuç kalbi, damarlarına kan yerine ateş mi basıyor" diye sorası geliyordu.

KORO:

Ey mavi göklerin süsü,gururu! Ey cennet yurdumun sönmeyen nuru! Uçarken Türklüğün kalbine doğru, Al götür gönlümü, o kutlu yere, Çatma gül çehreni, n’olur bu ere!
CANAN:
Ankara’ya gelen Akif, Eğitim bakanı Hamdullah Suphi Bey’in, mektubunda belirttiği İstiklal Marşı için, Tacettin Dergahındaki odasına çekilerek İstiklâl mücadelesini âbideleştiren şiiri yazmaya başlar.
İstiklal Marşı, 17 şubat 1921 tarihinde, Hakimiyeti Milliye Sebil-ür-reşat’ ta yayınlanır.
Nihayet, Marş Büyük Millet Meclisi'nde. Mehmet Âkif ise Burdur vekili olarak meclisi sırasındadır.
Ne kadar ibretli bir durum ki İstiklâl Marşı şairi, tevazuundan kendi Marşı'nı kürsüden okumuyor. Bu görevi Hamdullah Suphi Bey yerine getiriyordu.
KORO:
Meclisin kürsüsünden Tam üç defa okundu Bütün vekillerimiz Kalktı ayakta durdu
CANAN:
Meclis, alkış tufanları arasında çalkalanıyordu. O gün, görüşmelerle geçti. Marşın esas kabulü, 12 Mart 1921 tarihinin ikinci celsesinde oldu.
Marşın kabulünden sonra, müsabakayı kazanana verilecek 500 lira mükafatı “Ben müsabakaya girmedim, bu para bana ait değidir.” diyerek parayı almıyordu. Meclisin ısrarı üzerine parayı alan Mehmet Akif, bu parayı yoksul kadınlara ve çocuklara örgü işleri öğretmek üzere açılan "Daru'l-Mesai’ye" bağışlamıştır.
Bir memur maaşının 7.5 lira olduğu,10 liranın zenginlik ölçüsü sayıldığı o günlerde parayı almayan Akif, paltosu olmadığı için sokağa, ya ödünç bir palto ile veyahut da ceketle çıkmak durumunda kalıyordu.
KORO:
Ay ve yıldız dalgalandı, akan kanlar üstüne,
Ve ölümsüz marşımız, doğdu Mehmet Akif’le..

AYHAN:
İnsan için en büyük zûl, kula kulluktur. İnsan ne zaman bundan kurtulur, özgürlüğü teneffüs eder, yalnız Allah’a kulluk ederse, o zaman mutludur, huzurludur. Özü gürledikçe vardır insan. İnsanın özgürlüğü fıtrata uygunlukla mümkündür. Milletler için de durum aynıdır. Özgür insanların oluşturduğu milletin de özgür olması gerekir. Millet bazında bakıldığında, özgürlük kavramını en güzel ifadesiyle İstiklâl kelimesinde buluruz.
İstiklâl Marşı, bir milletin mukaddesleri uğruna ettiği yeminin manzum ifadesidir. Bu marş, şanlı geçmişimiz, umut dolu istikbâlimiz ve lekesiz istiklâlimiz adına yazılmıştır. O, öyle bir şiirdir ki; bugünü anlatırken dünü vurgular, dünü anlatırken de geleceğe yönelik kalıcı ve şaşmaz ifadeler ortaya koyar.
İstiklâl, bedeli en yüksek bir kavram. Bir mübarek mana... Uğrunda, gerekirse her şeyinizi vermeye, her dem hazır olacaksınız ki, İstiklâl size yâr olabilsin. Bu millet, öyle bir felaketin içinden öyle bir aşkla çıktı ki, istiklâl ona yâr oldu. Milletin bu haklı mücadelesinden Mehmet Akif ERSOY’un İstiklâl Marşı doğdu.
KORO: “KAHRAMAN ORDUMUZA”
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen,al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten, en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!
O benimdir, o benim,milletimindir ancak!
SEMRA : Korkma! Endişe etme batı ufkundaki bu al renk sönebilir, karanlık olabilir.Ama al sancak sönmez,yok edilemez. Onun sönmesi, yok edilebilmesi için yurdumuzun üzerinde tek tüter ocak, tek aile, tek Türk kalmaması lazımdır. Buda mümkün değildir.Türk milleti bayrağını indirtmemek için son ferdine kadar mücadele edecektir.O bayrak benim milletimizin kaderi, talihidir. O parlayacak var ve hür olacak.dolayısıyla milletimizde var ve hür olacaktır.Onun varlığı bizim varlığımız, bizim varlığımız onun varlığıdır.
KORO: Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklal.
SELDA: İstiklâl Marşı'nda Akif'in dert ortağı, gönül arkadaşıdır,bayrağımız. Mehmet Akif, bayrağa canlı gibi seslenir, bayrağı milletinin sevgilisi, hilali de kaşıdır.Onun kaş çatışı bile, milleti üzer, gülmesi hayat verir, kahramanlık şevki verir. Bu millet, bayrağının uğruna daima kan vermiştir. Bayrak, rengini milletin kanından almıştır. Gülmezse, millet kanını helal etmeyecektir. Ama bayrağın kaşını çatmasına gerek yoktur. Çünkü, Hakk’a iman ve kulluk eden milletimiz, istiklali hak etmiştir. Yüce Allah, Kur’an ı Kerim’de inananlara zafer vaat etmiştir.
KORO: Ben, ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

GAMZE SÖNMEZ:
Bu kıta da Mehmet Akif, tok sesiyle bütün dünyaya, Türk ün tarihini ve karakterini haykırıyor. “Ben, ezelden beridir hür yaşadım” diyerek, bir mısra’nın yarısına, sanat kudretiyle 2500 senelik Türk tarihini sığdırıyor. “Hür yaşarım” diyerek, Türk ün hür yaşamak karakterini, azmini ve sonsuza kadar hür yaşayacağını, geleceğini haykırıyor. Böyle bir milleti esir etmeyi hayal edenlere şaşıyor. Orta Asya dan, Altay dağlarından Tuna boylarına akan bir seldir o. Tarihte dağ yırtmış olmanın kudretini, gururunu yani Ergenekon destanını hatırlatır. Tarihin ilk devirlerinden beri hür yaşayan Türk, ebediyen de hür yaşayacaktır.
KORO: Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim, iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar?
ARİFE: Batı ülkeleri, bütün silahları, sahte medeniyetleri haçlı idealleriyle hakiki medeniyet örneği olan Türk’ ü, boğmaya, yok etmeye gelmişlerdi. Ama Mehmetçiğin imanlı göğsü düşmanların önüne set gibi mani olacaktır.”Medeniyet” denilen, tek dişi kalmış olan bu canavar, uluyup dursun. Korkma, ölmek üzere olan canavarın gücü, Mehmetçiğin göğsündeki imanı boğmaya yetmeyecektir. Onun eceli, Mehmetçiğin elindedir.
KORO: Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
GÜLŞEN:
Türk’ ün yurduna haksız olarak saldıranlar alçaktırlar, utanmazdırlar, edepsizdirler. Müdafaadaki Mehmetçiğin, imanlı göğsünden başka bir şeyi yoktur. Mehmetçiğe: “Bu iman ile bu hayasız akını durdur, son ver” diye seslenmektedir. İmanın verdiği ümit, ümidin verdiği cesaretle haykırıyor, zafer müjdesini veriyor. Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de vaat ettiği zafer dolu günler o kadar yakındır ki: belki yarın, belki yarından da yakındır. Bu, ancak kuvvetli bir inanç ve imanla yazılır.
KORO:
Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.

SİNEM:
M.AKİF 6,7,8. kıtalarda vatan ana fikri üzerinde durur. Bastığımız yerler “sıradan bir toprak parçası” değildir.Türk milleti, vatanı için sayısız şehit vermiştir. Mehmetçik, o şehitlerin oğlu, o şehitlerin torunudur. Onların kimi senin baban, kimi deden... Soy kütüğünden geriye doğru gidersen hiç şüphen olmasın, bu topraklar altında, hem de çok yakınlarının şehid olarak yattığını göreceksin. Onları incitmemek için, onlara layık olmak için, hiçbir şey karşılığında vatanını vermeyeceksin.
KORO:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
MERVE KORKUT :
Şehitler, cennete giderler. Toprağını sıksanız her yerinden şehitler fışkıracak bu vatan, bizim dünyadaki cennetimizdir. Böyle bir cennet vatan için kim canın feda etmez? M. Akif, Yüce Allah a, milletinin ağzından yalvarıyor: Bu cennet vatan için canımı, bütün sevdiklerimi vereyim ama yeter ki beni vatanımdan ayırma. Hiçbir şeyim olmasa da, yaşamasam da vatanımın toprağında yatmak bana yeter.(Bu mısralar Oğuz Hanı anlatır. Oğuz han düşmanlarının isteğine göre; atını, silahını, en yakınlarını verir ama, iş çorak bir toprak vatan parçasına gelince vermez.
KORO: Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
ELİF BABUR:
Bir hatırlatma! Bu kıt'a okunurken bağrılmaz. Öyle ya; bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah'a dua edilirken nasıl bağrılır? Burada bir yalvarma, bir istek var. Yarabbi! Bizler vatanımız için ölüyoruz; Senden son dileğimiz vatanıma düşman girmesin. Mabedime pis elini değdirip, pis ayağıyla basmasın. Şehadetleri dinimin temeli olan bu ezanlar, vatanımın üstünde, ebedi olarak senin adını yükseltsin.
KORO: O zaman, vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır, rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman, yükselerek arşa değer, belki başım!
GAMZE:
Yarabbi! Vatanım ve senin dinin uğrunda canlarını veren biz şehidlerin son dileklerini kabul buyur. Bu dileğim vatanımın hür, Milletimin mü'min kalmasıdır. Bu dileğimi kabul edersen, işte o zaman, eğer başıma dikilmiş bir mezar taşım varsa, o bile sevinçten secdeye kapanır. Sevinç gözyaşlarım; savaşırken aldığım yaralardan boşanır. Ve yine o zaman benim ruhum yerden yükselerek şehidler makamına gönül huzuruyla gidebilecektir.
KORO: Dalgalan sen de şafaklar gibi, ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
SEMRA: M. Âkif, artık Millî Mücadele'nin kazanılacağını, kesin zaferin -Ebedî İstiklâl'in müjdesini Kahraman ordumuza ve milletimize verir. Artık ikinci kıtadaki gibi hilal çehresini, kaşını çatmıyor, naz etmiyor. Zafer kazanılmış, nazlı hilal - şanlı hilal- olmuştur.
Artık, Bayrağımız güldüğüne göre, onun için döktüğümüz kanları da helal ediyoruz. Bayrağımız ve milletimiz, ezelden beri olduğu gibi, ebediyete kadar birbirinden ayrılmayacak ve yok olmayacaktır. Tarih boyunca olduğu gibi bu defa da kahraman milletimiz yüce Allah'a olan iman ve ümidiyle mücadele etmiştir. O halde Yüce Allah'ın Kur'an'ı Kerim'de vaadettiği zaferleri ve İstiklâl'i hak etmiştir. Bayrağımızın ebediyen hür dalgalanmak hakkıdır. Yüce Allah'a iman eden milletimizin de İstiklâl ebediyyen hakkıdır. KORO: Bu marş çalınınca yüreklere,
Bir zaptedilmez heyecan gelir.
Hatıra, zaferler, yiğitlikler,
Kaybolan binlerce insan gelir.

Kadrini bilirsen hürriyetin,
Yediğin, içtiğin nimetin;
Bir parçası isen bu milletin,
Bir gün gösterecek zaman gelir.
SERCAN:
İstiklal marşımız yazılmıştı, ama yurdumuz düşman işgali altında inlemektedir. Kuvvetlerimizin üç misli silaha ve imkânlara sahip olan Yunan kuvvetleri, Ankara'ya doğru yürümekte; Polatlı'dan düşmanın top sesleri duyulmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın; KORO: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça, terk olunamaz...”
SERCAN :
Sözleriyle harekete geçen Türk ordusu, yirmi iki gün, yirmi iki gece devam eden tarihin en kanlı muharebelerinden biri olan Sakarya Meydan Muharebesi ile zafer kazanmıştır. Yurdumuza alçakça saldıran düşmanlar etten bir Türk duvarına çarpmıştır. ATATÜRK ’de bu muharebe için “Sakarya, kan gölü, kan deryası demiştir.
KORO:
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
SERCAN:İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif ERSOY’un; müjdelediği zafer anı gelmiştir.

KORO
26 Ağustos, gece sabaha karşı,
Topların çelik ağzı, çaldı bir hücum marşı.
Rüzgârlarla at başı, yarış etti bu akın,
Şimdi yakınlar uzak, şimdi uzaklar yakın!
SERCAN:
Yıkık bir evin avlusunda, kırık bir kağnı arabasının üzerinde, durum değerlendirmesi yapan Mustafa Kemal Paşanın,
KORO:
“Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! ”
SERCAN:
diye haykırdığı gün işte o gündür. O gün her 30 Ağustos’ta bayramını kutladığımız Büyük Taarruz ve Başkumandanlık Meydan Savaşıdır. M. CEYLAN:
Kaynar Afyon sırtları
Mahşer yeri saati
Tepeler Kocatepe,
Bozkırlar Dumlupınar olur.
Ay iner,yıldız iner
Kan gölü oluşan toprakta bayrak olur..
Mehmetçik uçar.
Mehmetçik göç eder sarayına.
Toprak için, toprakta yatan var ki
Topraklar vatan olur…
KORO: (Ay iner, ile başlayan mısrada vatan marşı söylenecek) Başka bir aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz,
Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.
Gül ki sen, neş'enle gülsün ay, güneş, toprak, deniz.
Ey Vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz.
AHMET KOÇBAY: Saldırgan medeniyet, can çekişmekte olan,tek dişi kalmış canavar, artık geride bıraktığı yangının külleriyle yurdumuzu terk etmiştir. Bu canavarın gücü, Türk’ün göğsündeki imânı boğmaya yetmemiştir.
KORO:
Anneler, dindiriniz gönlünüzün yasını,
Düşman kanıyla sildik, palamızın pasını...
Yeniden çizmek için, vatan haritasını
Hep ateşten ve kandan, bir sahneye çevirdik
Gökleri çatırdayan, bir vatan parçasını.
AHMET KOÇBAY: Nihayet, yurdumuzun düşmanlardan temizlenmesi sonucunda Türk İstiklal Mücadelesi kazanılmış, Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmişti. 12 Mart 1921 tarihinde TBMM’ nce kabul edilen Mehmet Akif ERSOY ’un yazdığı İstiklal Marşımızın ilk iki kıtası; Ali Rifat Çağatay tarafından yarışma sonucu bestelenir. Bu durum birkaç yıl böylece devam eder ve 1930 yıllarına kadar söylenip çalındıktan sonra 1930 sıralarında yeni bir emirle Riyaseti Cumhur Orkestrası şefi Zeki Üngör’ün bestesi milli marş bestesi olarak kabul edilir. Osman Zeki ÜNGÖR, mili marşımızın bestesini, 9 Eylül’de İzmir’e giren kurtuluş ordusu süvarilerinden etkilenerek yaptığını söyler. O günden bugüne halen İstiklal Marşımızı, Osman Zeki Üngör’ün bestesi ile okumaktayız.
KORO:
Kopardılar ayı gökten,
Bir ipek dala astılar,
Yurt, dediler gölgesine,
Ayaklarını bastılar.

Onlardan kaldı bu toprak!
Biz gezip tozmayalım mı?
Yabanlar kıskanır diye,
Destan da yazmayalım mı?
AHMET KOÇBAY: İstiklal Marşı’nı Türk Milleti’nin destanı olarak kabul ettiği için Safahat’a koymayan ve Kahraman Ordumuz’a hediye eden Mehmet Âkif Ersoy diyordu ki;
KAZIM: “İstiklâl Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir facia karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o Marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. “
KORO:
Bir istiklal marşı daha yazılmasın diye, Akif dua etmiş Allah’a Yemin ettik hep milletçe, vallaha Dirliğimiz, düzenimiz, bozulmayacak. Bir istiklal marşı daha, yazılmayacak…
KAZIM:
İstiklal marşımız, adına medeniyet denilen tek dişi kalmış bir canavar tarafından yok edilme niyetine karşı verilmiş bir kavganın içinden doğmuştur Fakat ebediyete kadar bir kavganın içinde olmayacaktır. Onun için adı “İstiklâl Marşı”dır O Türk milletinin milli mutabakat metnidir.
Gazi Mustafa Kemal, İstiklal Marşı hakkında “Bu marş bizim inkılabı anlatır. Bunu ne unutmak, ne de unutturmak lazımdır. Bağımsızlık davamızın anlatılması bakımından büyük manası olan dizeler vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır” demiştir.

‘Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl! ”

KORO-Elif ATALAN:
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;
On yılda on beş milyon genç yarattık her yastan.
Basta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört bastan.
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.

Kazım Başekmekçi
Kayıt Tarihi : 31.1.2014 20:28:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


12 Mart İstiklal Marşımızın kabulü ve Mehmet Akif ERSOY'u anma haftasında sergilenebilecek düzeyde hazırlanmış olup, İstiklal sevdamızı tarihimizin akışında anlatan bir oratoryo'dur.(Derleme)

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Kazım Başekmekçi