Hayat bu çoğu zaman umulmazı sunar, kalmakla gitmek arasında garip bir incelikle bir köprü vardır aslında, düşmekle kalmak gibi kararsızlıktır bu yürüyüş, belki de beklentisizlik basar dar nefeslerdeki yüreğin cidarlarını, hep bekler Eylül sonrası hüzünlerin doğurduğu dayanılmaz çırpıntıları, kendi kendine sorar neredesin sevgili, sabrın sonu neresidir bilinmez ama bir yolcudur aslında kör karanlığın içinde, kısılan gözlerdir beklenenin ardına bakan, umuttur aslında bir gün daha yaşamaya çıkan, son nefesin son sesidir ellerini titreten bu bir heyecan savaşıdır aslında bilinmez ama bir umuttur dar kanyonun ardına çıkan, sevmek bu çoğu zaman beklemektir son düşünce, oysa bir söz bir umuttur tüm derinliğin karanlıklarını delen, tek cümleye sığınmanın bedelidir bu "ben seni gerçekten çok sevdim, şüphe götürmez bir yolculuktur bu" derken tüm yokuş sonu cümleler birikir beyin diplerinde, çoğundan korkulur, çoğu da heyecan yaratır ki sevmenin garip bir olgusudur bu da der baka kalırız kalan yaşamın ardından...
Sadece sahipsiz yazılar yazıyorum suskunluğumu depreştirmemek için
ben gidenleri uğurlamamaya alıştım ki…
Sevmeyi sordum kendi kendime, közleri avuçlayıp, yüreğe zıpkınlamaktır dedim, garip bir his oysa yangın yerinde dolaşırken gülümsemeleri içine hapsetmekmiş, sahi kaç kör gülümseme çıktı dudaklarımızdan, kaç körlemesine adımladık hayatın tüm girdaplarını, bir başkası da var şüphesiz bu yollarda ama sadece ben yük taşıyıcısı olmayı hâlâ kabullenemedim ki senin varlığını unutayım...
Oysa bir başkası olmak varmış yaşamda seni sevebilmek için...
Sevmeyi tekrar yakalasam ki artık geçmişteki sevgiyi de yazmanın üstüne kül dökülür sanırım...
Gitmeden önce bitmeliydi, solup sararmalıydı, dalından Eylül güneşi ile kopup düşmeliydi yere doğru süzülerek, hasretin perçinlerini sıkı sıkıya dövmeliydin, ezmeliydin ihtimal düşüncelerini perçini ezerken, yarınlara bir umut, bir istek, bir arzu bırakmamalıydın, eyvallah demeden önce bitti veya bittik biz demeliydin, hoş kalın ötesinde son bir fulü bakış atmalıydın göz diplerime doğru, bu kadarmış birlikte aldığımız nefesler, tükendik demeliydin, sonsuza uzayacak bir el sıkışma sıcaklığı bırakmalıydın, efelenerek gitmeliydin, haklılığı içinde hissederek gözlerini bile yana çevirmemeliydin, sert basmalıydın topuklarını ve o topuk seslerinden senin gidişindeki haklılığı düşünebilmeliydim, bir gölge, bir karartı gibi sinmemeliydin perde arkalarına, güneşi son görüşün gibi utangaç olmamalıydı gözlerin ve sessizliğini bozarak ben artık gidiyorum diyebilmeliydin…
Ama diyemezdin, sen diyemezdin ki sinsi gülüşleri içinde saklar, dudaklarını büzüp, benim devrilişimi beklerdin ki bu senin karakterinin ilk hecesi, isminin de ilk hecesiydi…
Hayallerimin veya düşlerimin ardından önüme mi düşmeliydin, yoksa avuçlarımla tutacak kadar yakınımda olup, gözlerimin dibine mi çakılmalıydın?
Bu soluduğum hava, bu bastığım toprak, bu kulağıma gelen son aşkın son şarkısının tınısı, yazdığım sen tasvirleri, yazdığım sen şiirleri ile şarkılar olmasa mı idi, bu dağılmış sevdanın ardından öne çıkan…
Tüm yaşam yerleri, hep viranelikmiş gibiyse, tüm renkler alaca ise, tüm mavilerin içine benekler düşmüşse, hayatım kevgirden geçmiş gibi elenmişse, uğruna hayat tüketilir sevda demişsem, yüreğimin tam da orta göbeğine düşmüşse yüreğindeki sevgi, tüm affedilecek devinimleri görmeyerek, affetme duygusunu yitirmişsem, bu sevdanın ardına düşen ışık karartılmışsa, acımasız duygular kaplamışsa bedeni, ben affetmem dediğim pişmanlık getireceğini bilememişsem, zaten kaybolmuşum tüm bu sevdanın kanyonlarında…
Şimdilerde zorluyorum tüm hayallerimi, vazgeçilmezliğini çıkarmak için bu aşka mahkumum dedikçe, ömür boyu süreceğini sanmaktan, unuttuğum bir cümlenin tutsaklığından kurtulmak mıydı, “her zaman her yerde sendeyim”
Demelerimin aslında önemini yitirebileceğini düşünmek belki de ucuz hataydı…
Zorluyorum kendimi tüm yaşam savaşımı girdapları için, mecburlarımın en önemlisiydi yaşamda var olmaya savaş vermek, en mecburlarımdan biri de, senin gittiğinin ilk bölümündeki yaşamımın zorluğuna pişman olmaksızın,
Mücadele etmek, var olmanın dayanma gücüne güdümlü olmanın, gerçekliğine sığınarak, senin gitmenin ucuzluğunun ardından, yaşadıklarını gördükçe, sadece şaşkınlığıma yenilmekti hayatımın senle olan son noktası…
Ağladım mı, hırpalandım mı, yüzbinlerce cümle ile seni yazmaktan usandım mı, evet, her soruya evet, çünkü senle bir ömre varken, ardından gözyaşı dökmemek yakışır mıydı delicesine seven yüreğime…
Artık her sonbahardan sonra kışın yaşanacağı reddedilemez bir olgu ise, sensiz de yaşanabilirliği kabul etmek de vazgeçilemez bir olgu idi… Ve sen asla vazgeçilemezler sınıfında kalamazdın çünkü…
Bu kadar derinine sevmeye layık olmuş bir sevgiye, vazgeçilmez değilsin demek nankörlük müydü, hayır, sevgiye sözümüz yok, onun rengi ve şiddeti hep yerinde kaldı, saygın sevdaydı derken ama sen asla vazgeçilmez olamadın…
Hayat her şeyle beraber yaşanarak devam ediyor, belki eksiklerimizle adımlıyoruz geçmişten gelen bu günleri, belki de hatalarla adımlayacağız geleceği ama insanca dik kalmayı öğreneceğiz, ölümün için dua etmeyeceğiz, bed dualı bir yaşamın için de avuç açmayacağız yüce güce, inancımızdandır senin de iç huzurlu olabileceğine ve inanırım ki hatalar yaşamda insanda iç huzuru bırakmaz…
Korktuklarımız vardı, korkularımız vardı, çoğu zaman kendimizden, bir çok zaman da dış etkenlerden, inandıklarımız vardı, inandıklarımızın uğruna, önce kendimizle, sonra da kendimiz olmayı kabul edemeyenlerle, var oluşun mecburiyetleri, vazgeçilemezleri vardı, uğruna yetimleştiğimiz olaylar vardı, bu olayların önünde çoğu zaman küçüldük, çocuklaştık, çoğu zaman da kendi kendimizi büyüttük kendimizle, sadece boyun eğdiğimiz sevgimiz var saydık, birbirimizi de bu var oluşta sandık, sadece birbirimize eğildik, sadece birbirimize sevgimiz ile eğildik, yok saydık çoğu etkenleri, bir bizi dahil ettik hayatın şartlarına, usanmadan saygın sevdadan bahsettik ve de biz bu sevdada birbirimiz için yaratıldığımızı sandık ki işte hayatımızdaki ilk ve tek yanılgıyla yere serildik, sen de bende hatalar zincirine attık birbirimizi sonunda da aşkta yanıldığımızı anladığımızda ise artık çok sular buhar olmuştu hayatımızdan…
Ve yanıldığımızı anladığımızda ise geldi de geçti bile…
Senin gitmen aslında bir utançtı bende, aslında bir vazgeçilmezliğin yanılgımdın sen, seni ben hayatın tüm halkalarına kelepçeli bir zincir zannederken, tükenmişliğin içinde buldum kendimi…
Yalnızlıkla sensizlikle bir yaşam bu hepsi hepsi, gerçek olan buydu aslında, sen kendini varım aslına sokmak isterken, uyguladığın gidiş planıydı ki bu benim yok oluşuma kadar uzanacaktı belki de, uzandı da…
Hayat, yolunu şaşırmış yürüyenlerle doluydu aslında ama senin bu yürüyüşe dahil olacağın bence hiç ihtimal içinde dahi değildi, aslında bir inanış ve güven yanılgısıydı bu ki ben her insanın kendi iradesindeki yaşamı yaşayabileceğini bilememiştim…
Evet sevgili…
Hayat vazgeçilmiş hayatların bulunduğu insanlarla doludur ki bu da senin vazgeçilemez olacağını yalanlıyordu…
Ve sevgi, vaz geçilmiş insanların arasında barınamazdı…
Ve sevgi, vazgeçilemez insanlarla yaşamı hiç başaramamıştı ki sen de bunlardan biriydin…
Oysa bir gerçek vardı, ben seni sevmiştim ve de zannederdim ki sen benim vazgeçilmezimdin, ne yazık değil mi yanılmışım ve benim bir hayata mal olmuş hatamdı bu senli yaşamım…
Gene de yaşanmışlıkları inkâr etmek yakışmazdı bu sevgiye ki her şeyiyle de inkâr edilemez bir sevgi yaşamıydı ki yazık oldu sevgi kelimesinin anlamına…
“Ben seni gerçekten çok sevdim” derken de doğruluğuna bir yaşam hediye edilmiş bir sevgiyi inkâr etmek de utanç verirdi bu sevgiyi yaşayanlara…
Yarın güzel bir gün olacak sevgili, yine güneş Eylül sıcağı ile sarılacak bedenimize, yine Eylül’ün hüznü bulaşacak benliğimize, yine göçler başlayacak
hayatın uzağına doğru ve yine bir kez daha eğrilecek belimiz, üstümüze aldığımız bu düşünce yükleri ile…
Yaşamı sevdik, bir birimizle yaşamayı sevdik, şüphesiz ki bizsiz de yaşamayı sevebileceğiz ayrı ayrı nefesler aldığımız yaşamın bu devresinde de bir gün gelecek ki sen de dünler gibi bu yaşamı da anlatacaksın, hem de kendini hâlâ vazgeçilmezim sanarak…
Hayatın bu dönemi tahmin edilenden de zorluydu, aslında en zoru da sevgili senin nefes alışlarını duyamaz halde yaşmış olmamdı…
Uzun oldu vaz geçemediğimden ulak gelmeyeli, uzun oldu düşlediğim yüzün rüyamdan ayrılamayışı, uzun oldu hırkasının rengini tekrar görmeyişim, çok uzun oldu vazgeçmek istemeyişimle geçen zamanlar, adına çoktan hasret dendi, çoktan adı hasretle birleşti, krem renkli hırkası yine sırtında mı diye düşünüşümden bu güne yıllar geçti ve uzun yıllar aldı korkuların kokusunu unutamayışım ve hâlâ pişmanlık duymuyorum vazgeçemememden, onu merak edişimden, bir çıksa, bir kez olsun merhaba, özledin mi beni dese ki yoluna yutacağım tozları bile hesaplamam...
En çok beklentisiz olduğum korkunun kokusunu duymaktı, bu senin gidişine perçinlenmişti...
Kala kala kendimle kendim kaldım bu kulvarla... Oysa biz kaç kişiydik senle ben, bir dünya kalabalık, dağbaşı yalnızlığı gibi iki kişilik yaşam ve sonra hüzün sen yokluğu ile geç oldu artık ayrılık şarkıları söylemeye, içimize işledi yalnızlık ki pare pare açılası bir yürek bu fırtınaları içinde barındıran, sevdik dedik ki yalnızlıkla hüznü bulduk…
Her insan kefensiz gelir dünyaya ama giderken neredeysen orada giyersin o örtüyü, bazen yalnızlıkta üstünde hissedersin bazen de yüreğinde…
Gidersen hasret başlar, kol gezer acılar sol bedenimizde, kışlar çok soğuk geçer, ulaşmaz bedenler yaza, gitmeseydin demem sana ama gitmeseydin tükenmezdik, dağın tepesi karlı, yüreğim göç durumunda, hasreti def ede ede geçiyor günler, sen tükenmeseydin bende yine de gitmezdin bilirim, zora soktun hayatımı, son ayrılık saatleri yapıştı beynimin kuytularına, bir pişmanlık rüzgârı esse de sen gitmezdin, sen gitmeseydin ben de tükenmezdim, çamur derya bir bataklık kalan ömür, sen bittin ardından ben bittim, zorlamasına sürtündüğüm bir hayat bu, tüm pişmanlıkların ardına yapışan sen, tüm hasretleri kucaklayan ben, hayatın kalan kısmı bir ziyan ömür, gitmeseydik tükenmeyecektik biz...
Yaşamdı bu, darmadağın düşünceler ve de hüsranlar saklıydı, an be an karelerinden çoğu zaman sevinçleri özler ve beklerdik, çoğu zaman da derinlemesine içe doğru dalan derinliklere doğru süzülen kuşkuları taşırken, birçok zamanın içinde, çoğu zaman da beklentilerimizde hüsrana uğrardık, cesurduk yaşama, güçlüydük zamana ama elbette ki korkularımız vardı, baş etmek için bir ömrü yamadık yaşamdan kalan korkularımıza, çoğu zaman baş etmeye çalıştık, çoğu zaman da erteledik, her erteleyiş yeni bir korkular zinciri yaratıyordu ve bu korkulara karşı koyabilmek için, bir şeylerden, birilerinden veya en sevdiğimizden güç alıp, dikiliyorduk cesurca hayatın karşısına ama bazen siniyorduk yaşamın bir köşe duvarı dibine, ellerimizle çenemizi tutup diz çöküyorduk ağlama duvarımıza veya karanlığımıza, karanlığımızın dibi dibine, işte o anlarda, hatıralardan güç alıyorduk, geçmişin güç duvarını yükseltip, ardına sığınıyorduk, geçmişin bir olayından cesaret alıp tekrar başlıyorduk korkular duvarından tırmanıp, aşmaya ama çoğu zaman anılar bile kısık kalıyordu veya silinmiş oluyordu hatırlamak istediğimiz dimağımızdan, işte o anlardan yani anıların puslandığı anlarda tamamen gücümüzü yitiriyorduk, işte o an yani hatıraların bir kısmının veya en güzellerinin dimağımızdan silindiği zamanlardı…
Hayata diz çöktüğümüz zamanlar belki de yaşamın en acınası hali hatıralardan uzaklaştıkça, sevgiliden düşmüş bir hale gelmemizdi korkusuzluk korkusuna yenildiğimiz anların korkusu başlardı…
İşte sevgili, sensizlik benim güçsüzlüğümdü ve hayata yenilmelerinin anlarının başladığı zamanlarıydı…
Seni gerçekten çok sevmek de korkusuzluk korkusunun yenildiğini yaşamaktı aslında belki de…
Hayatı gitmenle zorlaştırdın bana sevgili, zorlaştırdın bana…
Ama artık zamanı geldi de geçti bile sensizlikle hayata sarılmanın ve de silinen anıların üstüne bir tül perde çekmenin…
Biz bize göre bir efsane aşkın iki yolcusuyduk, saygın sevdanın peşinden koştuk ama hiç kimse görmedi içten içe hıçkırarak korkudan yalnızlık korkusundan ağladığımızı…
Biz birbirimiz için ağlarken bile sevginin kutsal bağı ile b ağlıydık, hayatın en zor zirvelerinde bile çoğu zaman bir birimizin korkuları için ağlardık, çok zaman
Göz yaşlarımızı elimizin tersi ile silerek sakladık…
Şimdilerde ise bitmeyen o derin sevmelerin titremelerini yaşarken
Göz kapaklarımızın aralıklarından geçmişin perdesinden, yaşamın gelecek zamanlarına bakıyorum…
Yaşamın bu şartlarında alnımızdan dökülen soğuk terleri, kabarcıklaşmış terleri soğuk mendillerle silerek tüketmeye çalıştıkça, boğazımıza düğümlenen birçok söylenmemiş cümleleri, seslendirmeye çalışırken belki de bu sevginin onurunu yaşıyordum…
Oysa bu yaşamın birçok gerçeği bizim suskunluğumuzla derin diplere gömülüyordu, işte bunların çoğu yalnızlık korkularına yenilmekle başlıyordu ve biz duramayasıya öfkeye doyuyorduk, sarmalanıp duruyorduk yaralarımıza, hiçbir aşk sonsuza uzayamadı bizimkisi ise sonsuzluğa birliktelikle hiç heveslenemedi…
Mustafa Yılmaz 4
Kayıt Tarihi : 1.10.2013 12:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!