Birşeyler yazmak istiyordu ama üzerindeki uykuya benzer mahmurluk buna fırsat vermiyordu.Masanın başından kalktı girişteki küçük odaya geçti. Orası biraz daha serindi. “belki halsizliğimi üzerimden atabilirim” diye düşündü. “Yok... hayır... en iyisi gidip bir kahve alayım; iyi gelir” diye kendi kendine söylenerek bahçenin sonundaki ana binaya doğru yürüdü. Mutfağa girdi. Kadınlar günlük işlerini bitirmişler, müziği açmış konuşuyorlardı.
-Ne o? Arabesk mi takılıyorsunuz artık? Hem de kaynanaları çekiştiriyorsunuz? diye onlara laf attı.
“Kahvemiz var değil mi? Ben kahve istiyorum” dedi. En alttaki çekmeceden cezveyi çıkardı.Kocaman bir cezveydi bu. Ocağın nasıl yakılacağını da bilmiyordu. Görevli bayanın düğmeyi çevirip çakmağı çakmasına izin verdi. “kahvemi ben kendim yapacağım, sen zahmet etme” dedi. Kısık ateşte pişirip kocaman çay kupasına doldurduğu kahvesini alarak odasına yöneldi.
Kendi çalışma bölümü bahçenin diğer köşesindeydi. İnsanın, içmek değil de daha çok koyu kahve çekirdeklerinin öğütülmüş toz halini “yeme isteği” uyandıran nefis kokusunu derin derin içine çekti. Toprak zeminin çukurluklarında oluşmuş minik gölcüklere basmadan ve elindeki kupayı sallamamaya çalışarak dikkatli adımlarla yürüdü.Mavi çam ağacının altından geçerken yapraklardan süzülen yağmur taneciklerinin birkaçı kupanın içine düştü. “yağmur suyu katkılı bir kahve” dedi kendi kendine. “ kupayla kahve içen bir başkası daha var mı acaba? ” diye düşündü. Uzun zamandır içmediğinden ancak yetecek gibi geldi ona. En son kahvesini tam bir ay önce içtiğini hatırladı sonra.
O gece trenle yolculuk yapacaktı. Çıkmadan önce büyük kızı “ anneciğim, sana kahve yaptım; yola çıkacaksın dinlendirir.” demişti. Tren yolculuğunu oldum olası severdi. Çocukluğunda babasının elinden tutup trenlere bindiğini, vagonların arasından geçerken aradaki boşluktan düşüverecek korkusuyla aşağıya bakmadığını veya gözlerini sımsıkı kapadığını hatırladı.Bir de bu yolculukların hep geceleri olduğunu.Karanlık gecenin içinden kocaman, parlak, tek gözlü bir canavar gürültülü sesler çıkararak yavaş yavaş yaklaşır, sonra orada bekleyen insanların, açılan birçok ağzından içeriye girmelerine izin verirdi. Bu kara canavarın birçok ağzı vardı ve hepside vücudunun yan taraflarındaydı.herkes içine dolunca sevinçle tiz bir ıslık çalar, gürültüler çıkartarak ağır ağır hızlanır, kocaman ve parlak tek gözüyle aydınlattığı yolda geldiği gibi gecenin içine doğru kaybolup giderdi.
“hey gidi çocukluğum; ne güzel günlerdi onlar! .. zaman nasıl da çabuk geçiyor.” diye geçirdi içinden ve “geç kalmayayım sonra treni kaçırırım.” dedi. Valizini kapının önüne koyup geriye döndü.Arkasında bekleşen çocuklarını birer birer sarılıp öptü. “tren ve gece.. ikisi ikiz gibi sanki. Ya da iki sevgili... çok yakışıyorlar birbirlerine. Ne zaman trene binecek olsam gecenin koynunda buluyorum onu ve geceyi de diğerini kucaklamış vaziyette.”
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta