Ardını göremediğim uzun sıkıcı bir yol hikâyesi anlatmak istediğim... Henüz sıcak asfaltın kokusu yakarken genzimi çıkan ketlere bent oluşturma çabası belki de umutsuzluğum… Sonu görülmeyen içtikçe içilesi bir yudum hayat kıvamında belki yaşanılanlar ve kırılan cam parçalarını yapıştırmak... İşte bu benim yol hikâyem.
Bazen kıvrıla kıvrıla, her döndüğüm kavşakta bu güçlüğü de aştım sonunda kendi yalnızlığımla, diyerek arşınladığım…
bazen dümdüz monoton boğucu yaz sıcağında ha gayret değişecek gece, gündüze dönecek düşler elbet diyerek…
Dileyerek, isteyerek...
Oysa yolun başında bir tutam umuttu... Adı yoktu... Sevgiydi beklentisizdi... Sıkıca tutulacak bir el...
Başını yaslayacağı bir omuz, gökkuşağı renklerince her yağmur sonrası bir düştü...
Düş.....tü.......İlk engebede takıldı… Dizleri kanadığında anladı... Başıydı yolun daha ilk görüşte sevdalandığı...
Avuçlarında sıkıca tuttuğu istasyon yalnızlıkları armağan oldu susuzluğuna ilk durakta.Bedeli ödenmemiş hiçbir duygu kalsın istemiyordu gerçekliğine onaylı… İlk dönemeçte bırakırken kalbinin yarısını...
Yara bere içinde tebessümle karşılıyordu hüzün sarısı eylülü...
Her iki yarım bir bütün oluşturmuyordu lügatinde... İsyanları satır aralarına gizliyor, ihtişamlı hayata yüz sürüyordu yüreğiyle bitimsiz... Sayfaları eskimiş kirletilmiş bir kitaba dönüştüğünde yol, geçmişiyle prangalarını kırmadan dağıtmadan devam edemezdi... O hep bildik o hep hüzünlü geçmişin iklimine takılıp düşmeseydi eğer...
Yine kan revan duygular yine hüzün melodiler ve yine parçalanmışlık... Aşinalığı çok eskiden kalma…
Altı çizili sözcüklerde inatla duraksıyor anlamsızlığına iç çekiyordu... Anda takılı kalmak bu olsa gerekti... İlk durak bir ayrılıktı karanlıktı... Sevgisizliğin en uç yerinde savruluyordu oradan oraya... Özgürlüğü ellerine tutuşturanların yalnızlığı şart koşmaları gerekmiyordu… Anımsıyordu herkesin bir hikâyesi ve başrol oyuncusu olduğunu hayatta...
Ve kendine biçilen bu farkındalığın ağırlığı altında ezilirken şizofren sevdalar biriktirdiğini ceplerinde.
Berna Karaoğlu
Berna KaraoğluKayıt Tarihi : 1.7.2010 12:14:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
'Her yaşamın baş rol oyuncusu
Yaşayanın ta kendisi olamamıştır
Kuklaları bulan adam bu gerçeğin ne sonuncusu
Ne de ilki değildir!
Kılıktan kılığa giremiyorsan
Kendinle yetinmeyi bilmelisin, '
Evet... Bana göre yaşamımızdaki birtakım tıkanmalar, 'kimliğini bulmuşlukla', kimlik dayatanların arasındaki çelişkilerden kaynaklanıyor...
Tabi olmamızı isteyen, bunu 'zafer kazanmak' gibi algılayan biri ile ilişkinin her türü zordur... Önce anlamayabiliriz karşımızdakinin sığlığını... Maskelidir çoğu kez.. En şirin haliyle çıkar karşımıza... Ta ki, benimseyip kabul edene kadar...
Bu bir sevda, aşk ililşkisi ise gönüle düşmüş ılık bir imbat gibidir... Yazın serinlemeyi, kışın o ılıklığı hissetmeye alışır insan... O alışma dönemi yavaş yavaş tutkuya dönüşünce, maske çıkar... Gerçek kişilik sırıtır git gide... Ve çatışma başlar...
Ya önerilen kimliği kabul edecek, uzlaşacaksın... Ki artık kendin olmamayı kabullenmektir bu, o kadar kolay değildir 'kişiliği oturmuş, özgürlüğüne düşkün' biri için... Ya da çatışmanın tarafı olacaksın, dikleneceksin... Uzlaşma sağlanabilir ise ne ala... Sağlanazmazsa, işte o ilk sızı, ilk yara ile kalınır...
Yaşam böyle bir şeydir aslında... Hikayelerimiz benzerlikler gösterir, deneyim kazananlar için 'istayon yalnızlıkları' daha bir seyrekleşir... En azından bekleyen olduğumuz kadar, beklenen olmayı da öğreniriz...
Düşündüren, etkili bir denemeydi Berna Hanım... Kutlarım..
Geceleri kovaladı durmayasıya içinde beslediği hüzün kuşlarıyla arınmak için hayatın merdivenlerinden...
Durmayasıya çabaladığı düşseller zenginiydi içinde kıvrandığı kâbuslar...
Unutulmazlık açlığı ile savaş veriyorsdu bakınmaksızın sağa sola...
Bir avuçtu aslında kendi avuçlarını kanatan, yırtan, donduran...
Kaç sabahına yorgun çıkmamıştı ki kendi isyanı ile baş edebilsin...
Parçalara bölünmüş beden sızıları göz diplerine oturunca sadece kendi kıskançlığıydı mutluluk özlemi...
Sel çamurlarının ardındaydı savaşımları, vıcık vıcık olmuş taban diplerinin donuk telaşıydı sarmalandığı yaşam öyküsü...
Her şey olurunun içinde kalmış, bir yaşam savaşımının içindeydi bakışları...
Pişmanlıkların artık sonsuza ulaşamayacağını anladığında ise kaybettikleri ile elde kalanları hesap ederken sadece bir yetiksizlik hissetti...
Zamanla yarışılamazdı...
Zamanın ardında kalanlarla geçiştirdiği her şeye tutunma çaresizliğiydi bakışlarının ardında kalanlar... Zamanın dışında da kalamazdı sadece eskiye yapışmış düşüncelerinden kopma çabalarıydı ki beynini zonklandıran...
Verdikleri ile aldıkları arasındaki tezatı düşündü... Her şey kayıp zamanlara yapışmış beklentisiz bir yaşamın ortağı olmuştu... Her şey yeryüzüne göre tersti sanki, ne kadar baş edilmez duygular , ne kadar karanlık düşünceler varsa ki hepsi birbiri ile sarmalanmış bakışların gizeminde saklıydı...
İçindeki nefesini, nefeslere özlem isteğinde tutuyordu...
Yaşam hakkı ve de yaşam sevinci eksikliği ile baş etmeye çakışırken dar nefeslere atıyordu kendini... Yaşam hakkını yaşam sevincini sahiplenirken baş etmesi gereken çok şeyler vardı...Dik kalmalıydı ve diklikteki mücadelesinden de sabırla çıkarak sadece ulaşabileceği yere ulaşmak istiyordu... Bir avuç sevgi, bir avuç sıcaklığıydı dar zamanlarda savaşım içinde olduğu...
Her şeyin tutabildiği, tutunabildiği kadarı onundu...
Oysa aşk alınırken verilmesi gerekliydi... Oysa hayat sevmenin içinde kalanları zorlarken de sevmenin kutsallığına ulaştırırdı insanı... Sevmeye ve de sevilmeye istekli olanlardan biri olmak hayattan istenen çok bir şey değildi aslında...
Hangi isteğinin ardına bakabilmişti ki hangi isteğine koşulsuz bulaşmıştı...
Aslında zorluyordu zift kokulu kırık dökük , kırılmış ümitlerle dolu yolları...
Zorlamasına yürüyüp giden zamanın ardında kalanlardı aslında kırılıp döküldüğü her şey...
O bir yalnız candı...
O bir sevginin tutsağıydı...
Bir cana bir can lazım can dostum, derdi...
Tek nefeslik hayatını mutluluk nefeslerine adamıştı... Sevgiye adanmış hayatının darmadağın perişanlık anlarını yaşardı... Ve sadece sevmenin bedelini öderken, yalnızlık çerçevelerinde karartılmış resimleri ile duruyordu...
Belki artık her şeyi durdurma zamanı, belki de rengarenk kalmış bütün anıları, resimleri yakma zamanı, belki de sevgiden vazgeçme zamanı...
Ama
kopuşturulamaz istekleri var sevmeye dahil, hayata dair ve ya saklı isteklere, isimlere dair...
Kendi kendine mırıldan maya başladı... Belki de kendini yargıllıyordu isteklerinin ardına bakarak...
Hadi bana bir şeyler söyle... Adından, yazından geceden bahset... Unutulmazları anlat... Unutmadıklarını anlat ... Aşkın tılsımını , gecenin sesini, kayboluşları anlat... Bir de adı bende saklı de...
De ki uyansız uykusuz gözler...
O artık uykusuzluğun sürgün gittiği geceleri yaşıyordu...
Sevmek var oluş zamanlarında top oynamayı severdi...
Mustafa Yılmaz
YOLLARIN NE BAŞI VAR NE DE SONU... VE BİZ HEP O YOLLARIN YOLCUSUYUZ... BİTEVİYE...
MUSTAFA YILMAZ
TÜM YORUMLAR (12)