'Hareket işaretini son kez vermek için 
kolumu kaldırdığımda
cebimden düşen 'İ.İ' işlemeli mendilimle 
kimi uğurladığımı bilmiyordum. 
Üç çocuğun babası ben İsmail,
- İshak'ın kardeşi ya da kendi,
Tayyip ya da İbrahim'in oğlu İsmail-
mendili tutmayınca kime veda ediyordum? 
O zamanlar, kirin en çok 
zamana bulaştığını bilmiyordum.
Taş yapıyla trenin arasında 
biraz daha fazla kalabilmek için,
giden trenin ardından koşuyordum...
Zaman kararıyordu tren gittikçe 
ve kimse son sözümü sormadan
o gün emekli oluyordum.
Binüçyüzotuzsekizde 
Selanik'de cumbalı bir evdeydik; ben doğuyordum.
Yorgun, uyku sersemi, 
konuşacak halim olmadan ve olduğunca sessizce,
öylece doğuyordum.
Ardından, İnceoğlu Tayyip 
ezan okuyordu kulağıma bir süre.
Leylekler uçuyordu; 
onlar uçtukça elbisem küçük gelmeye başlıyordu.
Sonraları bir gemide, 
bizim evimize taşınanların evlerine
taşınıyorduk Ege'den Karadeniz'e doğru.
Biz gidiyorduk ya,
Birileri şarkılarımızın eksildiği evlerde
mutlu olmaya çalışacak oluyordu
evlerinde bıraktıkları şarkılarıyla.
Bu kısmı bazan unutuyorum:
Gittiğimiz evde bulduğumuz çiçekler gibi
soluyordu yanımızdan geçen gemide 
evimize gidenlerin yüzü.
'rebet'lerle 'muhacir'ler,
yaşlı seslerimizi yüklediğimiz
yanyana gemilerde,
birbirimizin paslı aynalarıydık ki
bir zamanlar doğuyor olduğum evi
ancak onların yüzü gözümün önüne gelince
biraz anımsıyorum. 
Bütün bunlar, zamanın kararmaya başlamasından 
çok önceki bir zamanda oluyordu.
İleride, ben emekli olurken,
bir takım valizler taşıyordu birileri
tahtadan tahtaya giden tahta valizler
ve kollarım öyle ağır çekiyordu ki
aslında her geçen yolcunun eşyası
içimde bir başka organ oluyordu
bacağım eşya, ruhum eşya, beynim eşya; 
yürüyemiyordum.'
(Böyle diyordu İnceoğlu İsmail, 
düşünde hala istasyonda çalışan Osman Bey'le konuşurken.
Osman Bey, sol elinde çay kaşığı; çayla şekeri karıştırıyordu sağ eliyle.
Osman Bey ki, Nallıhan'da küçük bir demiryolu lojmanında 
bahçesine ektiği çiçeklerle
karısının güzelliğini hep karıştırıyordu.
İsmail'in düşlediği Osman, lojman bahçesinde, 
İsmail'in çocukluğunda kalıp solmuş çiçekleri diriltiyordu.
Çoktan ölmüş Osman Bey, çoktan ölecek İnceoğlu İsmail'in hayalinde
başka bir yüzle Can buluyordu.)
Kimsenin dikkat etmediği bir camide bir ikindi vakti,
çoğunu tanımadığımız birileri bir tabutu titrekçe taşırken,
uzak bir meyhanede, Hicaz çalmaktan bıkmış yalnız bir udi,
Hisarbuselik taksiminden sonra mırıldanıyordu:
'Sarsmayın; Ölü uyuyor hala! '
Kayıt Tarihi : 19.10.2005 17:06:00
 
 
 
 
 Şiiri Değerlendir
Şiiri Değerlendir
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
 
 



Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!