İstanbulda bir akşamüstü; ben, İstanbul kadar çilekeş ve yorgun.
Adalar görünüyor uzaktan, sisi yırtan ışıklarda. İstanbul, kim bilir kaçıncı akşamı emziriyor yedi tane dik göğüslerinde.
Ve şevkatine tembihliyken, kalbimin yerini hatırlatan yüzün kadar güzel boğazın suları.!
Yine İstanbulda bir akşamüstü; siyahlar giyinmiş kadınlar defilesinde kızarıyor gözlerim.
İstanbulda bir akşam..
Şimdi, ne yapsam da ne etsem de sen olsan.!
Akşam, yine akşam.!
Anadoluhisarında,, Harem de, Kanlıca da balık tutan bir kamış mı olsam.!
Ağlasam, ağlasam. Ağlasam fakat karşımda sen olsan.!
Ya da, Ufukta bir ser-i maktuu andıran güneşin, suku-u, “gam”ı olsam!
…..Seni anımsıyorum;
Sana gelirken otoban kaçamaklarımı anımsıyorum en çok. Fakat Unutmuyorum dağılmış kaşlarının sınırlarını çizdiği o muhteşem bakışlarında Yeni Cami önündeki güvercin maviliklerine takılan sözlerin gibi parlak asfalt siyahlığındaki duruşun..
Ah, o duruşun.
Siyahlar giyinmiş bir kadın gibi anımsarım seni en çok.
Nedendir bu? Soramam.!
Soramam.
Anlardın, soramam: Acemi heyecanlarla güneşte tutuşan ellerimiz neden apansız erirdi, karanlıkların kendi bilinmez kimyasında?
Neden sırıl-sıklamdı her defasında avuçlarımız?
Söyle sevgili, neden bu kadar korkuyorduk hayattan, neden?
Soramazdım seni kimseye yokluğunda.
Hayallerimde ağrı, patlayacak gibi şişse de soramazdım.
Çünkü yoktun.
Olamazdın.
Vapur düdükleri bölerdi gelecek zamanlar üzre dalgınlıklarımı. Martı sesleri sesimize karışınca, tek biz miydik dersin telaşlı yorgunluklara teslim ederken bedenimizi, karşı sahildeki ışıklara?
Bilemiyorum.
Çünkü yoktun
Olamazdın.
Onun içindi, bizim olan her şeye yabancılaştıklarımız.
Sesimiz bizim değildi.
Belki, gözlerimiz de bizim değildi.
Korkuyordun.
Ne tuhaf! .. Her defasında zamana yenilmedik mi biz? Adını hatırlayamadığım vapurun beyaz köpükler üreterek yanaşırken iskeleye, gözlerimizi bırakıyorduk birbirimize korkarak yosun yeşilliklerinde.
Sadece yanaklarımıza sarhoş tadıyla öpüşler bırakıyorduk
Bunları unutamıyorum.
Umutlar ısmarlıyorduk 'belki'lerle düğümlenmiş; azarlanmış bebekler gibi düşürken yüzümüz avuçlarımıza.
Hatırlıyorum,
Vapur git-gide uzaklaşır gibi; sen git-gide uzaklaşıyordun.
Silüetin karışıyordu karanlıklara.
Sen bir akşam daha yoktun.
Ben acımasızca dövülmüş korumasız biriydim sanki.
Kanamalı yalnızlıklar acıtıyordu beynimi.
İstanbulda bir akşamüstü, ben İstanbul kadar yaşlı ve yorgun.
Seni anımsıyorum.
Anıların defilesinde kızarıyor gözlerim.
Şimdi, ne yapsam da ne etsem de sen olsan.!
Akşam, yine akşam, Anadoluhisarında,, Harem de, Kanlıca da balık tutan bir kamış mı olsam.!
Ağlasam, ağlasam. Ağlasam, fakat karşımda sen olsan.!
Ya da, Ufukta bir ser-i maktuu andıran güneşin, suku-u, “gam”ı olsam!
Fakat bunların hiçbiri olamıyor,
Olamaz.!
Çünkü sen boşluktaki denizler gibi yok ve karanlıksın.
Belki, bu yüzden,ruhumdaki siyah rengin fısıltısı yüzyıllardır sürüyor
Bak şimdi, deniz, senfonik hışırtılarla yalıyor kayaları.
Yakamozlarda hayalin gülümsüyor.
Ve, ben yine sensizim bu akşam.
Ömer Faruk GirginKayıt Tarihi : 13.9.2009 11:47:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ömer Faruk Girgin](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/09/13/istanbulda-bir-aksam-2.jpg)