{ Üsküdar sahil.. 8 Nisan 06 }
Siyah beyaz fotoğraf,hayal perdesi tual,
Lüzumsuz bir bilmece, cevap içinde sual
Uzakta gurbet olur,yanındayken halvet
Cennet ile cehennem; intizar, ret bir davet
Yedi kapıdan girdim, yedisinden kovuldum
Aradığım kapıyı, yedi tepede buldum.
Yedi tepeden yedi uyuyanlar uyandı
Yediler meclisinde, bir şehir boyandı.
Taşı toprağı altın, ayak altında cevher
Kubbeleri altından, Türbeleri mücevher..
Sır gizlenmiş kaç asır, tarih gibi bu şehre
Her bir yüzün yüzü var, her yüzden artık çehre
Şu minarelere bak, ince, narin ve zarif
Göğe bir şey yazıyor, okusana ey arif?
Gözler görücü değil, güzelliği görünce
İstanbul’u görmeden aynaya bak ilk önce..
Bu büyük kötülüğü İstanbul’a biz ettik
İstanbul sırlı ayna, kendimize benzettik.
Bakın kutlu toprağı ne hallere getirdik..?
Ahh.. canım İstanbul’u günahlarla bitirdik
Nedir bu İstanbul’da duyduğum büyük sancı
Bedeni benim ile ruhu bana yabancı..
Yoksa ruhu çıktıda,benim mi haberim yok?
Taşlaşan yüreğinde neden bir değerim yok?
Taşlaşan yüreklere, neylesin koca şahi?
Bunca duvar içinde, yürek yaşar mı sahi?
Her dokunduğum gülde, yürek burkan bir sızı
Kanla sulanmış güller ondan böyle kırmızı
Sizden özür dilerim bilmeden sizi ezdim
En günahkar halimle toprağınızda gezdim..
Üstünüzde toz oldu,benim yanık küllerim
Siz bize üzülmeyin sakın; Fetih güllerim..!
Vay bize vay ki bize, ne idik bak ne olduk
Hak bağında gül idik, gazel vurdu ve solduk
Bu eller nasıl bir el, gazel yeşile düşman
Bülbülde boşa feryat,dikenler güle düşman..
Susturulduğu günden bu yana şanlı mehter
Görün ne hale geldi, ne hale düştü Merter..!
Tutup ta yakasından, iki diyet istedik
Fuhuştan ve alkolden medeniyet istedik..
Koca meydan bir heykel,bilmem bu nasıl Taksim
Madde manadan yitik, kütle, beden ve cisim..
Göklerden yere düşmüş, yerle yeksan istiklal
Uyuşturulmuş gençlik, alın size İstikbal…! !
Bir yanım davul, zurna,bir yanım ezan, kamet
Bir yana yağmur yağar bir yana kahır – zahmet.
Yürü beyzadem yürü, yürür Beyimin oğlu
Üçüncü cinsten cinsler, erkek kızım doğulu..
Eyvah bana vah bana, devran tersine döndü
Ahlak bir mum gibi, yandı, eridi, söndü
Alt Rumeli kavağı, az üstümüz Şişhane
Surların dibi pavyon, sahil boyu keş hane..
Gördüğüm gözler yitik, gayesiz, hedefsiz, boş
Karanlıktan bir davet, günden kaç, güneşe koş..
İntihar yüklü gözler hep ölüme düşüyor.
Ne yana baksam ceset, leş,önüme düşüyor..
Sahte sevgiler,yalan hayatlar bir gecelik
Koynunuza girsin mi Rus kızı eğlencelik
Bu toprağı bu suyu, kendimizi batırdık
Ninni ile uyuttuk, mezarlarda yatırdık.
İnersin Kaşgari’den Eyüb’e ağır ağır..
Etrafta onca insan,dilsiz, sessiz ve sağır..
Bunca sessiz kabristan, düzene muhalif mi?
Taşlarında ne yazar, nun mu kaf mı elif mi?
İstanbul’un her yaşı, nakışlamış taşları
Şimdi nereye yağar, dedemin gözyaşları?
Kutlanmak için gelmiş kapına onca sefir
Kutlu Mihmandarlar, İstanbul’a misafir..
Kapısına muhacir sığınmış, Ensar gibi..
Konuklar İstanbul un, manada ki sahibi
Bende hicret edipte, yine sana sığınsam
Varlığınla sevinip,özleminle avunsam
İstanbul aşkı yakar, Aşıktan başka yakmaz
Dilediğin gibi sev, onlar kula hor bakmaz
Hızır’ı görmeye mi gelmiş bu güvercinler?
Dallara konan kuşlar, yoksa Kuran mı dinler?
Böyle bir nisan günü, buluşur Hızır-İlyas
Biter köhne üstünlük,biter ayrım ve kıyas..
Bakmışsınız bir sabah topraktan can bulmuşuz
En temiz yanımızla –İstanbullu- olmuşuz..
Ne doğu güneşe yurt, nede karanlık batı
Eğil, dinle bizimdir kara toprağın altı..
Kalbimizde çırpınan hakikati gizledik
Pas tutan kalbimizi Haliçte temizledik..
Hala Sadabat Lale devrini mi sayıklar?
Şimdi nereye gitmiş, dün salınan kayıklar..
Altından boynuzunu arsızlar yaldızlasın
Utanmayı unuttu, yürek nasıl sızlasın..! ?
Ben den benlik doğdu,bencillikten anarşi
Bir ‘BEN’ bizi öldürdü,cinayet benlik işi
Sahte bir medeniyet,şerle süslenen hilkat
Boyadan örtülerle, maskelendi hakikat..
Yumuk gözlere çöktü, katran gibi karanlık
Nereye gidiyorum, nereye ey insanlık..
İki yakamız gelmez bir türlü bir araya
İkimizde yenildik zamana ve paraya
Para,tek ortak payda, tek düşünce tek fikir
Umudu yer bitirir yinede doymaz fakir..
Köprüyle bağlamışlar, batı ile doğuyu
Globallik afyonuyla,Uyu İstanbul uyu
Gün gelir uyuyanlar uyanır uykusundan
Zalim zehirlemezse,mazlumu korkusundan
Kimi çiğnedi yollar, kimler yitti geride
Söyleyin martılar, İstanbul’um nerede?
Bilmem hala Beyazıt, bıraktığım yerde mi?
Orada ki; fakülte, öğretir mi erdemi?
Yüreğimi dağlayan acıyı unutmadım..
Mektebine ağlayan bacıyı unutmadım..
Ey Hadim ül Müslimin..! ne oldu bize böyle?
Dilim lal, dilim suskun, Sen kalk, doğrul ve söyle..!
Söyle de hakikati,bilsin, öğrensin herkes
Bir tek hakikat olsun,her düş her konu her ses
Göğe doğru el açmış, duada Sultan Ahmet
Arşın önüne durmuş, Rahmandan diler rahmet
Yedi minare saydım, biri kıblemde saklı..
Minareler acaba kaç milyon basamaklı..
Çıksam merdivenleri semaya ulaşır mı?
Günahımı yüklesem gök kubbeye taşır mı?
Suskunsun Ayasofya,darıldın mı,küstün mü?
Ben bilemedim müze; mabedimden üstün mü?
Bi vakit; ezan olur, tekbirle konuşurdun.
Her tekbirin de kutlu Ravzayla buluşurdun.
Sustuğun günden beri, gül yüzün gülmez oldu
Kaç asırdır Müminler, Namaza gelmez oldu..
Al ruhumu İstanbul beni tarihe hapset..!
Ben sana esir oldum, sen ise bize hasret
İstanbul’um; günahsız o temiz,deniz gibi
Bırakında kararsın,oda kalbimiz gibi..
Kimselerin suçu yok bizi bizde yitirdik
İstanbul’umuz vardı..yedik yedik bitirdik.
Ey taşı ve toprağı süsleyen mukaddes el
Güneş olup doğudan,bir sabah nurunla gel..
Nurunla her gönüle, yumruk kadar mabet yap
Tuğlası iman olsun,harcı aşk, rengi sevap..
Öyle büyük olsun ki; içine gökler sığsın,
Kapılarını aç ki; içeri rahmet yağsın
Rahmet yağsın göklerden, kalplere oluk oluk
Milletime huzur, evime dirlik, bolluk…!
Hayata hayat veren, ey cana can lütfeden..! !
Yeniden hayat bize, öz denilen nütfeden...!
Yolunda ki düşkünü tutup göğe kaldırsan..
Bilinmezi bildirsen, bulunmazı buldursan.
Ey Hakkı söyleyen söz..! ! Tuğran parafta kaldı.
Haktan geldin ve göçtün,izin etrafta kaldı.
Kayboldu insanlığım,kimliğin yafta kaldı.
Kelamullah duvarda, vahiy Mushaf’ta kaldı
Şanın Çanakkale’de tuttuğun safta kaldı
Sarıldığın kefenin,duadan tafta kaldı
N’oldu eski akçeler, adı sarrafta kaldı?
Savaş halinde barış, kardeşlik lafta kaldı
Tarih; yazgıdır diye, toz tutmuş rafta kaldı.
Zaman,gençlik, emek ve ekmek israfta kaldı..
Ne cennet ne cehennem; kullar Arafta kaldı.
Minarelerde bir ses, bir hazin güfte kaldı.
Mabet yaptı Sedefkar, yüzü sedefte kaldı
Vuruldu, soldu canlar, “ gülüm” hedefte kaldı..
Şehit kanı kadehte, dua “şerefte” kaldı..!
Geleceğim umutsuz, gözüm selefte kaldı..
Ben bir anka kuşuyum, İstanbul Kafta kaldı.
Yedi renk siyah-beyaz bir fotoğrafta kaldı …
Kayıt Tarihi : 22.4.2006 10:44:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Fatih Hepgüler](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/04/22/istanbula-mersiye-1.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!