Bekle İstanbul, burda beraber söyleşelim.
Dur be İstanbul, dur da beraber söyleşelim.
Sen anlat Güzel Şehir, çorak bağrım gönensin.
Sen anlat ki İstanbul, cümle âlem inansın.
Şânınla ve şerefinle koca tarih dalısın.
Hüsnün ve de hüznünle bir muhabbet gülüsün.
Bugün pek çok olanı yeni duyduk İstanbul.
Dünyaya geldik de biz, seni duyduk İstanbul.
Bütün herşey sendedir velakin sende Vahdet.
Vahdet... Ümüğünde Kesret'in ezelî kement.
Ay ve güneş seninmiş, hep senden doğuyormuş.
Amennâ ve saddaknâ, Üstâd öyle buyurmuş.
Eyyûb Sultân'lar gelmiş,bulmuş köşe başları,
Mehmedcik'in kafası olmuş çakıl taşları...
Gemiler denizkızı, yüzer mi ki karadan?
Yüzer dilerse Sultân ve dilerse Yaradan!
Mehmed'im gülüyordu çektiriler çekerken.
Sezar 'Gece' diyordu kutlu şafak sökerken!
Böyle dumûr etmişiz yılların köhnesini;
Hisetmiş Nazlı Dilber feth-i mübîn sesini!
Hey be İstanbul! Fâtih'ler Kânunî'ler yurdu...
Sen oçardın da akınlarda, dünya uyurdu!
Bir şehir göğe doğru çıkıyor tekbir tekbir,
Bir şehir cûşa doğru akıyor tekbir tekbir...
Yedi kerre yazıyor, okuyor da Allah Bir!
Coşuyor o tekbirle Yedi Tepeli Şehir.
Kubbeler kime kalkar; nedir göğe sunulan?
Titresin anlamayan, Allah adı anılan.
Ah İstanbul, bu sırrı anlarsan sen anlarsın.
Sırrolsa yâd-ı Mevlâ benimle sen ağlarsın!
Boğaz'da nârin nağme bir mâhur beste midir?
Yoksa büyük Itrî bu akşam, bu seste midir?
Yürüsün kemân-ebrû al şal ile âheste,
Yürüsün de ol meh-rû gonca gül gelsin deste...
Kadem kadem gelse de ol meh görünse şöyle,
Derya baştanbaşa çırâğa bürünse şöyle...
Bir nevâ kâr aşkeyle şu çağdaş zamanlara!
Mânâyı sele verip, maddeyle azanlara...
Üsküdar, ne yapsam bir meyus akşam oluyor.
Üsküdar'da bu akşam kime baksam soluyor!
Bir kandile uzanzam bin bir kandil sönmekte;
Bu akşam Üsküdar'da çark-ı felek dönmekte!
Bir uçtan diğer uca yanıyorsun İstanbul!
Bağrımda bir yarasın kanıyorsun İstanbul!
Hiddetten diken diken kır atların yelesi!
Yerinde rahat mısın ey gamsız Kızkulesi?
El aman mavi sızı, gözyaşım kan kırmızı...
Medet ey bin bir gecenin bin bir renkli kızı!
Gök yuvarlak inlerken efkârımın sesinden;
Fatihân bahşiş bekler Hünkâr'ın kesesinden!
Ya şimdi hangi nevbet inletir Topkapı'yı?
O mağrur, o muazzez, o mücellâ yapıyı...
Zembereği boşalmış zamanın selindeyiz;
Takvim bahar dese de zemherî yelindeyiz!
Hilâlin keyfi bozuk zifirden gecelerde;
İdrâkin şevki kırık zehir bilmecelerde...
Gene sustun İstanbul; neden hep susuyorsun?
Susuyor da alevden bir sitem kusuyorsun!
Şimdilerde bu gönül, heyûlâya hayrandır.
Züğürdün tesellisi kuru soğan, ayrandır...
Taş kesilsin sevdâmı kuru bir laf sananlar!
Bize gelsin İstanbul, mânâya inananlar!
Kayıt Tarihi : 23.4.2006 16:01:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Ali Hasanoğlu](https://www.antoloji.com/i/siir/2006/04/23/istanbul-la-hasbihal.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!