İstanbul’um…
Yazarım gene sana demiştim ya, biliyorum uzun zamandır yazamadım...Ama sakın seni unuttuğumdan sanma…İhmalimin sebebi sana sevgimin azaldığından da değil, bilirsin seni bir başka severim ben -ki senden başka sırdaşım yok …Sadece acıdan muzdarip kalemimi ancak avutabildim, sana gelebilmek için satırlarla...
Kasım ayı girerken zemheri bir soğukla üşüttü değil mi seni de ben gibi? Her yerin bembeyaz…Ama sana gelinlikte bir başka yakışıyor, defalarca giymene rağmen her seferinde bir başka oluyorsun.Gerçi damat olmadıktan sonra gelinlik giyip çıkarmışsın ne anlamı var.Ben mi? Ben sadece vitrinleri süsleyen gelinliklere bakıyorum uzaktan ve düşünüyorum cansız olmalarına rağmen onları giyen mankenler ne kadar şanslı diye, hepsinin yanında bir partneri var..Bak dinle! Konuştuklarını duyuyorsun değil mi? Gecenin inip sokaklardan el ayağın çekilmesini bekliyorlar öpüşmek için…
Sabah uyandığımda önce uyku mahmurluğuyla küçükken rüzgarın uçurduğu pamuk şekerimin gökyüzünden bana yağdığını düşündüm lapa lapa.Kış eteklerini silkeliyormuş meğer. Çatılar kışlık battaniyelerini örtmüş bembeyaz.Balkona ilişti gözüm, içim sancıdı, bomboş bir kutu. Miniğim…Olmadı bu sefer…Defalarca azad ettiğim kuşlar boşuna beklediler seni, sebiller boşuna bekledi. Çok uğraştın hayata tutunmak için zayıf kanatlarınla,minicik bedenini çok sürükledin ama olmadı işte…Soğuklar gelmeden göçeden kuşlar gibi sende bedenini toprağa, ruhunu sonsuzluğa uçurdun…Göçtün…Oysa ki nasıl da çabalamıştım hissiz bedenine can katmak için, eminim annen olduğumu sanıyordun,ağzına yem verirken etrafında sevinçle bir tur atıp tekrar ağzını açarak. İyileşiyorsun sanıyordum, ama o son verişimmiş yemini ve suyunu. Sabahın ilk ışıkları nasılda ısıtmıştı çoktan katılaşmış bedenini…Şimdi bomboş kutun öylece duruyor balkonda, kaldıramadım, belki görür de göklerden, belki…belki…Haberin var mı bunlardan İstanbul’um? Sebillerinde güvercinler yıkanırken, hiç haberin oldu mu benim miniğimden?
Bazen değiştin diyorum da kızıyorsun…Kızıyorsun yalan söyleme! ..
İstanbul’um hani demiştim ya gelinlik yakışıyor sana ama için çok üzüyor beni bu aylarda. Sahiller yorgun uykuya yatarken, aşıkların ayak izleri siliniyor dalgalarla. Deniz öfkeyle sallıyor iskeledeki yetim sandalları. Çay bahçeleri demini yitirmiş, boş sandalyeler ve masalarda birkaç kurumuş çiçek öylece duruyor.Karşıdaki evler sisten silikleşmiş…Peki ya insanlar, onlar nerede? Hani falcı kadınlar, ya da çiçek satanlar, üstgeçitin altında mendil satan küçük kız, duraktaki karabaş köpek? Ne o terk mi edildin? Gülme! ..Biliyorsun benim çoktan terk edildiğimi değil mi?
Çocukluğumda da sen böyleydin işine gelmeyince beni kızdırırdın…Anlatmama gerek yok senin ruhundaydım ben hep, sen de doğdum ve sen de uyumayı düşünüyorum sonsuzluğa…Babaannemi hatırlıyorsun değil mi? Nasıl da kızardı evinin önünde yaptığım kardan adamlara.Yok aslında abarttığım kardan adamlara kızmazdı da gizlice ondan alıp giydirdiğim kazaklara kızıyordu, ya ne yapayım çocuktum işte,bilemezdim ki onların üşümeyeceklerini. Annem hep söylenirdi bugün havuç salatasını kardan adamlara ithaf etmiş bizim kız diye…Ne çok üzülürdüm onlar erirken, hiç olmazsa bir tanesi kalamaz mıydı? Neyse ki ağaçlar çiçek açardı da çabuk unuturdum…Sanki sana bahar daha çok mu yakışıyor ne? Otlar boyuma gelirdi bahçede, yeni açan yaban çiçekleri mis gibi kokardı, arılar, kelebekler uçuşurdu. Biliyor musun bunların hiç birini yaşayamıyor şimdi doğanlar,ne üzücü değil mi? Tadını bilemez eline diken batmadan böğürtlen yiyemeyen, ya da dağ bayır kuzu kulak ve hindiba toplayamayan…Ah saatlerce yattığım çayırlar, papatya tarlalarında kayboluşum, o burnumu yakan keskin baharlar…Değiştin işte …Aynı yerlere gidiyorum ama nafile yok hiç biri…O tarlada tek papatya çıkmıyor biliyor musun? Çamların kokusu da uçup gitmiş…Şeytan Ahmet yokuşuna da parke taş yapmışlar…Malesef kayamıyor çantalarıyla okuldan dönüş yollarında çocuklar…Abdurrahman’da at beslemiyormuş artık, otlak yer kalmadığı için…hatırlıyorsun değil mi ne güzel atları vardı ve oğlu hep bizi ata binip kıskandırırdı, bir gün atın eğerine ayağı dolaşmıştı da sürüklenmişti tüm mahallede Mustafa…Oh olsun demiştik çocuklarla, ama bayağı hırpalanmıştı ya çocuk,şimdi düşündükçe üzülüyorum…Haa bir de kavaklığımız vardı ama ne kavaklık…Çocuk dünyamın saklambaç köşesi…Şimdi mi ne oldu? Ne olacak, kütük yığını…
Boşveer İstanbul’um, belki de üzüldün sana geçmişi hatırlattığım için,üzüldüysen söyle bir daha yazmam hiç bunları…Herkes senin çok kalabalık ve gürültücü olduğunu söylüyor, ışıklar içinde, herkes bir alemde, çok şımarık sanıyorlar seni…Biz biliyoruz değil mi senin hüznünü, sakladığın yerleri, merak etme aramızda sır kimseye söylemem, biliyorum ki sende kendinden kaçıyorsun bazen o yerlere.Gece çökünce kimse görmüyor ağladığını sahillerde, hiç kimse bilmiyor çığlık çığlık estiğini terkedilmiş fenerlerde…Sana gelmek istediğimde seni nerede bulacağımı biliyorum ki ben…Sus İstanbul’um sus,aramızda kalsın bu sırlar…Aşiyan’ı gördüm geçende, hep dua edip geçtiğim o yer, sana bir sır vermiştim orada,hala tutuyorsun değil mi? Bilirsin bir başka severim orayı…Her yıl, aynı gün, aynı saat, aynı yer, Aşiyan ve ben…Hayır bahsetmeyeceğim ondan hiç, sen çok meraklı oldun bugünlerde, ne mi yapıyor? Konuşuyoruz arasıra, hiç ama hiç hissetmiyor kalbimi nasıl acıttığını başka aşklarda yaşarken, susup sadece dinliyorum, öyle doluyorum ki, gözümden akan yaşlar bile ağlıyorlar…bahsetmeyelim ondan oldu mu, bak gene kötü oldum…
Neyse ben kaçayım artık, yok öyle değil, buradayım ama biliyorsun yaşamam gerekenler var, karşılamam gereken zorluklar…Sana haber veririm merak etme…Bu sefer arayı bu kadar uzatmayacağım..Ama sen de varlığını devamlı hissettir bugünler de çok ihtiyacım var martılarına, sahillerine, banklarına, yağmurlarına hatta üşüten soğuğuna bile…Öpüyorum seni Yeditependen…Hoşça kal…
15/11/2006
Ayten KarakaşKayıt Tarihi : 25.11.2006 21:29:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

bi de ebemkuşağı çıktımı sorma gerisini
TÜM YORUMLAR (2)