İstanbul'a Mektubu Şiiri - İdris Bilkay

İdris Bilkay
7

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

İstanbul'a Mektubu

İstanbul,
Sevda manzumesi,
Bir name-i hülya bu.
Maviliğin aksın gözümden,
Cennetlerin çarpsın beni ki.
Özlüyorum.

Ah İstanbul,
Aşk bahçesinde giryan aşık,
Yirmili yaşlarda bir gençtim.
Hayal yüklü bulutlardan
Demet demet buket yapardım.
Tebessümüne bırakıp
En yeni ümitleri,
Güzelliğine sunardım
Topladığım bütün bulutları.

O zamanlar
Aşk yağardı göklerden.
Herkes aşık, herkes bahtiyardı.
O zamanlar
Sen düşerdin bahtıma.
Bu bahta bahtiyar olur;
Her sabah yeniden,
Yeniden aşık olurdum sana.

Ah İstanbul,
Yollarına dost olmuştu adımlarım,
Güzelliğine hayrandı ruhum.
Bir gözüm boğazda, bir gözüm semada.
Gün boyu hayaller kurar,
Gezer, güler, ağlardım.
Meğer ne çok sevmişim seni;
Meğer öksüz olurmuş insan kaybedince seni.

İstanbul İnan!
Mecnun’un saltanatı tarumar olmuş kalbimde.
Ne gözüm gördü senin gibi bir Leyla;
Ne de kalbime doldu böyle bir sevda.
Kalbimi büryan edip
Dumanını salmışım
Rüzgarına sahilinin.
Kalbim ve gözlerim…
Ah İstanbul yoksun.

İstanbul sen,
Hoş bir nesim-i Yahya.
Puslu çilesinde Necibin mahzun bir gül
Orhan’ın neşesine ahuydun
Bense sende açtım kalbimi,
Nasıl anlatsam seni ah?
Camilerin,
Şimşeklere karşı mağrur
Göklere yükselir minarelerin,
Gözleri sana meftun sakinlerin,
Semtlerin,
İskeleye doluşur hırçın vapurların,
Kız kalesine karşı mahzun gözlü,
Dilek tutan aşıkların,
Çeşit çeşit cennetler saçılmış Belgrat’ın, ormanların,
Ya uzayıp giden güneşe karşı söylenen türkülerin,
Her köşede fışkıran efsanelerin, tarihlerin…
Ah İstanbul ah! nasıl desem…

İstanbul,
Sinsiliğin vardı söylenen,
Güneş usulca batardı ardına denizinin,
Martıların çığlıklarıyla yıkılırdı derinliği gecenin,
Sessiz köşelerde narası yükselirdi sarhoşların,
Karanlığı delerdi farları, meçhule doğru arabaların.
Her dilde aynı ses aynı arabesk
Ah İstanbul yaşanmıyor…

Asumandan düşerken denizine yıldızlar,
Karanlık köşelerinde toplanırdı şeytanlar.
İstanbul nasıl anlatsam?
Issız meyhanelerinde
Ne efsaneler gördüm, ne sönen yıldızlar,
Ne akan yaşlar gördüm gözlerden;
Damlaları yere dumanı göğe yükselmiş.
Hayır İstanbul, hayır! Özlüyorum.

Çığlıklar gelirdi perdelerinden gaibin.
Gecelerde
Azrailler dökülürdü sokaklarına usul usul,
Ruhlar ağır gelirdi bedenlere,
Soğuk iniltiler sarardı etrafı;
Ah İstanbul!
Kış akşamlarında ne ahlar işittim.
Azrail sesinden acı;
Bir bebek sesinden masum.
Sevdim seni yine de…

İçime çekerdim bütün sinsiliğini içten ve derin.
Azad olurdu gönül kafesinde hapis şairliğim
Mısralar dökülür kalbimden varlığına alemin.
Mısralar ki her yerde, her köşede başka.
Bir ayrılık gecesi buruşturup denize attığım.
Anlamsız şimdi o masum şiirlerim.

İstanbul, mutluydum.
Titreyen gözlerim parıldardı denize karşı.
Ruhumda hafif bir çarpıntı.
Ne hissederdim sinsiliği;
Ne de düşünürdüm kucağındayken mutsuzluğu.
Her halin başka musiki,
Ah İstanbul nasıl anlatsam…

Ya çekip gitmek vardı çaresizce
Salıverip martıların gagasına bütün yaşananları
Yada senle yaşamak sonsuzluğu görmüş gibi.
Bir hüzün doğar şimdi uzaklardan.
Hızla geçen zamana biner gözleri,
Damlaları dökülür hatıraların,
Ney gibi içli bir musikidir hasretin.
Ah İstanbul, Mutluydum!
Ah İstanbul ah uzaklardayım.

İdris Bilkay
Kayıt Tarihi : 21.4.2006 16:24:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İdris Bilkay