Gün, kızıl gurupla çekilirken gerdanından
Yakamoz ve yıldızdan bir gece, yorgan olur;
Örter güvercin, sebil ve gülden bedenini.
Sonra menekşe kokulu bir uyku doldurur,
Ey İstanbul, pervasız, ışıklı gözlerini.
Açılır geçmişin tütsülü rüya bohçası,
Çekilir mesafeler, kavuşur yer ile gök;
Zümrüt doruklu yedi tepenin üzerine
Nokta nokta yaldızlı altın âsumân gelir.
Birleşir geçmişle hal, aynı potada erir;
Tarihlerden âzâde tek parça bir an gelir.
Zafer dalga dalgadır, zarafet dalga dalga,
Koynuna güzellikten mavi bir umman gelir.
İner minarelerden dolaşır hisar hisar,
Saçının her telinden binlerce sebil akar
Ölümsüzlük mülkünden ebede yürür gibi
Taş ilminin sultanı bir Mimar Sinan gelir.
Şarkıya durur altın lüleli bir şadırvan,
Her nota bir Itri’dir, her hece bir Baki’dir.
Omuzlarda ince şal elde oyalı mendil,
Sadabad’a toplanır, her çağdan ceylan gelir.
Bütün bir alem baştan başa bülbül kesilir,
Suskun taşlara bile zarif bir lisan gelir.
Uzakta ciğerinden Fuzûlî’nin sızar kan,
‘Aşk derdiyle hoş’ olan gönüller hanesine
Sıcak çöl ikliminden Leyla ile Mecnun gelir.
Yırtılır elbisesi benliğin; vuslat iner.
Mevsim daim bahardır; ne kış ne hazan gelir.
Huzur doldurur canı, can gider canan gelir
Dergahına Galip’in bir dolu ihvan gelir.
Kalp şehrinden her sabah kimyayla Sühân gelir.
Kayıt Tarihi : 23.4.2006 20:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)