ANILAR…ANILAR…
ISTAKOZUN SESSİZ ÇIĞLIKLARI
1960 lı yıllar, Mudanya da Halit Paşa Mah. de oturduğumuz zamanlar. Sabah kahvaltısını yapmış, babamı işine yolcu etmiştik. Biz ablamla birlikte ortalığı toplarken kapı çalındı. Ablamın kapıyı açmasıyla çığlık atması bir oldu:
"Ayyy! bu ne böyle?” deyip kapıyı kapattı.
Kapı tekrar çalınınca annem mutfaktan çıktı:
"Kim geldi kızım, kapıyı açsanıza" deyince ablam:
"Anne sen aç, ben korktum açamam. Kapıda balıkçı amca var" dedi ve hepimiz sokak kapısının önüne geldik.
Annem kapıyı açınca kapıda bir adamın olduğunu gördük, annem:
"Ne var, ne istiyorsunuz?" diye sorunca adam yan tarafa sakladığı çavaleyi çekti ve içinde kocaman bir ıstakozun bulunduğu çavaleyi kapının eşiğine bıraktı:
"Abla bu ıstakozu sağ olsun Ekrem Ağabey satın aldı, haşlayıp akşama salatasını yapacakmışsın" deyince ıstakoz yerinden kıpırdamaya başladı. Annem ve biz beş kız kardeş, ıstakozdan korkup hemen geri çekildik. Annem:
"Ay! bu canlı ben hayatta yapamam, hem nasıl pişirileceğini de bilmiyorum, hemen geri götürün" deyip kapıyı kapatırken adam yalvarmaya başladı:
"Güzel ablacım ne olur yapma, çok zor durumdayım. Ekrem abim beni kırmadı, yemin ederim çocuklara ekmek alacak param yoktu. Ben sana nasıl pişeceğini tarif ederim. Şimdi başka kimse bu fiyata bunu almaz, ne olur beni yalvartma" deyince annemin gözleri doldu:
"İyi o zaman ölsün öyle getirin, çocuklar korkar" deyince balıkçı: "Aman ablacım bu ölünce zehir salgılar, canlıyken sıcak suya batırıp haşlanacak. Korkmayın ben onu misinayla bağladım, zarar vermez" deyince annem:
"Hayatta olmaz sen beni durup dururken günaha mı sokacaksın?" dedi. Balıkçı:
"Esas sevap kazanacaksın ablacım, şimdi gidip sizin paranızla eve ekmek, kahvaltılık götüreceğim çocuklar aç mı kalsın? " deyip annemi zorla ikna etmeyi başardı ve nasıl yapılacağını tarif etti, teşekkür edip gitti.
O sene babam tüple çalışan Aygaz marka üçlü ocak almıştı, annem gaz ocaklarından, tencere isi ovmaktan kurtulmuştu. Annem babamı o kadar çok severdi ki ne istese hiç üşenmez, en zor yemekleri bile babamı mutlu etmek için hemen pişirirdi. Balıkçının tarifine göre en büyük kalaylı bakır tencereye su doldurdu, içine bol tuz attı. Su fokurdayınca balıkçının mutfak eviyesinin içine bıraktığı kocaman ıstakozu misinanın ucundan tutup tencereye kaynar suyun içine bıraktı ve hemen kapağını kapattı. Biz beş kız kardeş, mutfakta merakla annemi seyrediyorduk. Birden kapağın yerinden fırlamasıyla ıstakozun kıskaçlarını kullanarak, dışarı çıkmaya çalıştığını görünce mutfaktan çığlık çığlığa dışarıya kaçtık. Annemin soprano gibi sesi vardı, o hepimizden fazla bağırıyordu:
"Allah'ım, dışarıya çıkacak ne yaparız?" deyip kapağı tekrar üzerine kapadı ve kapağa bastırmaya başladı. Annem güçlü, kuvvetli bir kadın olmasına rağmen zorlanıyordu. Beş kız kardeş, mutfağın kapısına üst üste yığılmış korku dolu ve yaşlı gözlerle izliyorduk. Istakozun sessiz çığlıkları, sanki kıskaçlarının takırtısıyla kulaklarımda yankılanıyordu. Annemin zorlandığını ve bir yandan da dua edip ağladığını görünce tezgahta duran büyük, pirinç havanı anneme verdim:
"Anne kapağın üzerine koyup öyle bastır " dedim. Annem soprano gibi çığlık attıkça biz de en büyüğümüzden en küçüğümüze kadar, koro halinde ona çığlıklarla eşlik ediyorduk. Koca tencere bir kaç kez daha sallandı, kapak biraz aralandı daha sonra derin bir sessizlik oldu. Annem ocağın başından ayrıldı, sandalyeye yığılırcasına oturdu:
"Görüyor musunuz başımıza gelenleri. Sevap yapalım derken günaha girdik. Allah'ım sen beni affet yarabbi, verdiğin canı vahşice, işkence yaparak öldürdüm. Neymiş efendim, balıkçı çocuklarına ekmek alacakmış" deyip dizlerini döverek ağlamaya ve söylenmeye başladı.
Bayılacak diye çok korktuk, hemen kolonya sürdük, teselli etmeye çalıştık. Istakoz balıkçının dediği gibi yarım saat haşlandı, ocağı kapattık. Tencereyi açıp bakmaya hiç birimizin cesareti kalmamıştı. Mutfağın kapısını kapatıp içeriye geçtik. Annemi kanepeye yatırdık, yüzü kızarmıştı sanırım tansiyonu çıkmıştı. Hepimiz çok gençtik ne yapacağımızı bilemedik. Gözlerimiz mutfak kapısındaydı, ıstakoz gelir mi diye bakıyorduk, annem:
"Salatasını filan yapamam, babanız gelince söyleyin, nasıl aldıysa, nasıl ayıklanıyorsa yapsın" deyip arkasını dönüp uyumaya başladı. Hepimiz sus pus olmuş, yerimizden kıpırdamaya bile korkar hale gelmiştik.
Aslında annem ve babam deniz ürünlerini çok severlerdi. Haftada en az iki kez balık yerdik. Kızartması, ızgarası, pilakisi annem hepsini çok leziz pişirirdi. Nihayet akşam oldu babamız eve geldi:
"Baba annem çok kötü oldu, şimdi uyuyor. Hepimiz ıstakozdan çok korktuk, ağladık, salatayı sen yapacakmışsın" deyince babam da üzüldü.
Babam mutfağa girdi, babamız geldi diye bize de cesaret geldi. Babam tencerenin kapağını açınca ıstakozun narlar gibi kızardığını gördük ve çok şaşırdık.
Babam ıstakozu maşayla tencereden çıkardı, kabuklarını makasla, bıçakla kesti. Kabukların içindeki bembeyaz et lokum kıvamındaydı. Salata tabağına aldığı etlerin, zeytin yağı ve limonla terbiyesini verdi. Üzerini maydanoz ve zeytinle süsledi. Babamızın mutfağa girdiğine ve salata yaptığına ilk kez şahit olmuştuk. Biz de babama yardım ettik, sofrayı kurduk ve annemi uyandırdık. Annem yorgun ve dargın bir halde sofraya oturdu. Babam:
"Bu kadar korkacağınızı bilsem almazdım, özür dilerim hanım" deyince annem ağlamaya başladı:
"Beni hiç yoktan günaha soktunuz, beni de cehennemde böyle haşlayacaklar, sebep oldunuz" deyince babam:
"Üzülme hanım, sade biz değil bütün dünyada böyle pişiyor bu ıstakoz. Hem balıkları da kızgın yağda, kor ateşte pişirip yemiyor muyuz? O zaman hiç bir şey yemeyelim, açlıktan ölelim". Annem:
"Ama balıkları ölü alıyoruz, öyle pişiriyoruz böyle diri diri değil" Babam:
"Peki mezbahada diri diri kesilen koca hayvanların, tavukların etlerini nasıl yiyoruz, onlar da Allah'ın verdiği can değil mi?" deyince annem biraz sakinleşti.
Kendine has bir lezzete sahip olan, kabuklu deniz ürünlerinin başında gelenlerden biri olan ıstakozu, bir kaç kez balıkçı tezgahlarında ve restoranların vitrinlerinde görmüştüm. Çok zor bulunan ve en pahalı restoranların menülerinde ve zengin sofralarının baş köşesinde yer alan ıstakoz o gece, ilk ve son olarak bizim soframızda yer almıştı. Annem:
"Bir daha bu eve ıstakoz girmeyecek, çocuklarım ve ben bugün adeta vicdan azabından travma yaşadık. Sen canın istediği zaman, restorana gidip yersin. Bize bir daha böyle bir şey yaşatma lütfen" deyince babam annemin ellerini sevdi:
"Ellerine sağlık karıcığım, dışardakiler böyle lezzetli ve taze olmuyor. Hem restoranda önüme ayıklanmış geliyor, bu kadar zor olduğunu bilmiyordum. Çocuklar sizden de annenizden de özür dilerim, hepinize teşekkür ederim" deyince nihayet annemin de yüzü güldü.
Biz kızlar hiç birimiz salataya elimizi sürmedik. Babam çatala bir parça takıp anneme uzattı:
"Hatırım için bir lokma al, tadına bak" deyince annem babamı kırmadı ve aldı:
"Gerçekten çok güzel ama bir daha asla istemem" dedi.
Babamın bize göz kırpıp gizlice gülüşü hala gözümün önünden gitmiyor. Nur içinde yatın ne güzel anılar bıraktınız bizlere, teşekkürlerimle.
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 21.11.2020 12:29:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![İnci Germenliler](https://www.antoloji.com/i/siir/2020/11/21/istakozun-sessiz-cigliklari.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!