sen akıp giden bir kuşluk vaktinin ortasında
gözlerimin dolduğu ansın
çok iyi öğrendim oysa
mağlup, ıslak ve inanmış
çaresi olmayan lanetler gibi eski rıhtımlar üzerinde
tek başımayım
her an yaralanan, soyut
ama sebepsiz ruh danslarıyla
gerdanım için kurtuluş duası
dinmeyen bekleyişin sırtında
bir kan damlası çatlattı göğsünü
yumruğun battıkça sığ sulara
ver, hırpalayarak geçir dişlerime
ağzında ekşiyerek büyüyen ağuyu
aslı yok sandığın sahte çarkların hakikatini
işit saf hıçkırıklı arzularından meleklerin
dörtnala bir ölüm, gecelerin şakağında
ölümü aşmanın mümkünsüzlüğünde
yüreğimi kanlara sürmeyi unutmalıydım
hep gittiğim, ama kaçamadığım
hırçın bir yara izinin birkaç adım ötesinde
düşüncemin sevimsizliğini boyamak mümkün olsa
iki kez kaçtığım
tutuştum bir kere
diyerek geri döndüğüm yangınsın
bugün televizyona bakma, ağlarsın
muhakkak kederine vişne çiçekleri ek
tılsımlı sözcükleri, mabedin göğsüne zeytin ağacı suretiyle diktim
*
bu ellerle diktim
sâbitsiz kelâmın zikrini
ebediyyen surete mıhlayan
tılsımlı sözcükleri
neyim bilmem ki,
bir sürgünün solmuş ve çatlak dudaklarıyım belki
gömülü yatan saraylar ortasında
rastgele kıvranışlarla şüphelere sokulan
kendini soruların çeşmesinden akıtan
kendini israf eden
zamanı gelir mi ertelenen her acının
tınısını kaybederken saygıyla dizili cümleler
vakitler, yine saldırır mı gökten başlara
sessiz görünümleriyle tetikteyken vedalar
senin de içine gölgeler eğilir mi?
aklıma tutunan iri ve ürkek garabin
aklımda sarı delikler açan menakîr
bulunmuş tüm avuntuların çilesidir haberim
kederler, ışıklarla deliklerimden boşalıyor ayaklar altına
çılgın bir karabasan gibi ağzımı zorluyor gümüşten kılavuzlar
geçmiş vaktin bâki ezanı vücuduma okunuyor
gençtim içimde duraksız bir tufan belirirdi
boynuma yalnızlık rızaları sarıp inerdim
kendimi aramak
kendimi bulmak bulmacasına
zor gelirdi tüm bu tufanlar
güneşler taşları çatlatıp
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!